TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir İhtimal Daha Var

Bazı kavramlar vardır, kapsamlıdır; hayatı kuşatır. İletişim de her şeyi kapsama alanına alan bir kavramdır.

 

Bazı kavramlar vardır, kapsamlıdır; hayatı kuşatır. İletişim de her şeyi kapsama alanına alan bir kavramdır. Her şey kelimesinin büyüklüğünün, her şeyi kapsadığının farkındayım ama bakınız neden bu her şey kelimesini kullanıyorum.

Bu bilim dalıyla uğraşan bilim adamı arkadaşlar diyorlar ki, iletişim kurmadığımız tek bir anımız yoktur. Bu, şu demek: her an–konuşurken, dinlerken, yazarken, düşünürken ve benzeri anlarımızda–iletişim halindeyiz.

Bu nasıl oluyor?

Bakınız şöyle.

Birincisi: Bir arkadaşınızı ziyaret etmek istediğinizi, oturduğu apartmana gittiğinizi, evine çıkmak için asansörü beklediğinizi varsayın. Asansör aşağıya indi ve içinden tanımadığınız birisi çıktı diyelim. Bu tanımadığınız birisi size selam vermeden hatta yüzünüze bile bakmadan çıkıp gitti. Sizce burada bir iletişim söz konusu mudur?

İkincisi: Şimdi kendinizi bir gözlemleyin. Bu yazıyı okurken aynı zamanda düşünmüyor musunuz? Ya da birini dinlerken aynı zamanda aklınızdan başka şeyler geçmiyor mu? Ya da kendinize sürekli olarak ‘Ben başarılıyım,’ ‘Bugün kendimi çok iyi hissediyorum’ veya ‘Ben ahmağın, işe yaramazın biriyim,’ ‘Bugün kendimi berbat hissediyorum’ ve benzeri cümleler söylemiyor musunuz?

Birincisi’ne cevabınız ‘hayır’sa sanırım yanıldınız; bakınız neden?

Mesaj kelimesini, ‘anlamı olan her şey’ olarak tanımlarsam sanırım kimse itiraz etmez. Eğer yapılan bir şeyin anlamı varsa, ortada bir mesaj var demektir. Ortada bir mesaj varsa da bir iletişim var demektir. Şimdi o, sizin yüzünüze bile bakmadan geçip giden kişiye geri dönelim. Bu kişinin yaptığı şeyin bir anlamı olmalı. Bu kişi size aslında şunu demek istiyor; ‘Ben sizi tanımıyorum, size neden selam vereyim ki?’ veya ‘Siz benim için selam verilecek biri değilsiniz.’

İkincisi’ne cevaplarınız ‘evet’se kendimizle konuşuyoruz yani kendimizle iletişim halindeyiz demektir; hem de mütemadiyen. İnsan belki de Yaratıcının bahşettiği en güzel nimet olan bilinçli benliği sayesinde ‘ben’i ve ‘kendi’si arasında sürekli iletişim halindedir. ‘Ben’imiz ‘kendi’mize durmaksızın bir şeyler söyler durur.

Bu yüzden diyoruz ki, iletişim kurmadığımız tek bir an yoktur.

Şimdi de iletişimde sıklıkla yapılan bir hataya ama sonuçları itibarıyla büyük bir hataya gelelim.

Birinden sözel veya sözel olmayan bir ileti aldığımızda (ki bakış da bir iletidir, kaş çatış da, susuş da) bunu bilinçli veya bilinçsiz de olsa bir değerlendirmeye tabi tutarız. Yani bu mesajdan bir anlam çıkartırız.

Şimdi hayalhanenize yeniden müracaat ederek bir olayı hayal etmenizi istiyorum.

Bir anne mutfakta akşam için yemek hazırlamaktadır. Çocuğu mutfağa gelir ve annesine şöyle der: “Anneciğim yemek ne zaman hazır olur?”

Bu anne çocuğundan bir mesaj almıştır ve bu mesajı çözümler. Yani mesajdan anlam çıkartır.

Sizce bu mesajdan çıkartılabilecek anlam nedir?

“Çocuk acıkmıştır” dediğinizi duyar gibi oldum. Zaten yaptığım iletişim seminerlerimde farklı bir cevap duymadım. Yani bu soruya yüzde yüz herkes bu cevabı veriyor. Herhangi bir konuda yüzde yüzü yakalamak zordur.

Peki, şimdi kendimize soralım; “Çocuk acıkmıştır” dedik ama acaba doğru mu yaptık! Yani şunu demek istiyorum: “Başka bir ihtimal yok mu?” Mesela çocuk bu soruyu başka bir nedenden ötürü sormuş olamaz mı?

Elbette olabilir ve oluyor. Ama biz hep kendi çözümlememizi doğru kabul ediyor ve bunun doğrultusunda hareket ediyoruz. Mesela çocuk, dışarı çıkıp arkadaşlarıyla oyun oynayacaktır da ne kadar zamanı olduğunu öğrenmek istiyor olamaz mı?

Bir tek ihtimalin bile çıkması o yukarıdaki yüzde yüzü parçalar mı? Evet parçalar. Hemen itiraz etmeyin, ben sorana kadar ‘acıkmıştır’ı hakikat sanıyordunuz.

Kuşkusuz bu sadece bir örnek; belki de önemsiz bir örnek. Ama yaşam içinde günde binlerce mesaj alıp veriyoruz. Hepsini toplayınca ciddi bir yekûn yapıyor. Bunun için hayata ihtimal gözlüğüyle bakmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Şimdi kendimize dönüp bakalım. Çözümlemelerimizde ne kadar da katı bir şekilde kendimizi haklı görüyoruz değil mi? Çıkardığımız anlam sanki gerçekmiş gibi hareket etmek bizi yanılgıya götürebilir. Daha da kötüsü olumsuz durumlarda çabucak gıybet tuzağına da düşeriz. Herhalde kimse bile bile ölmüş kardeşinin etini yemek istemez.

Thomas Edison’u hemen hepimiz biliriz. Bildiğiniz üzere Edison ampulü icat etmiş ve insanlığa güzel bir eser bırakmıştır. Ama ampul öyle kolay kolay icat edilmemiştir. Binden fazla deneme yapılmıştır ampul için. Binden fazla deneme yapmak demek en az bin kez yanılmak demek, hayal kırıklığına uğramak demek. En az bin kez başarısız olmak demek.

Edison ve ekibi, yedi yüzüncü denemesinde (ki bu da deneme-yanılma için çok büyük bir sayıdır) yine başarısız olmuşlar ve asistanlarından birinin ağzından gayri ihtiyari “Tüh! Yine başarısız olduk” cümlesi dökülmüştü. Yalan değildi söylenen; evet başarısız olmuşlardı. Ama Edison hemen itiraz etmişti: “Hayır başarısız olmadık” ve tarihi cümlesi dökülmüştü ağzından: “Yapmamamız gereken yedi yüz şey öğrendik.”

Sokrates baldıran zehriyle ölüme mahkûm edilmişti. İnfaz edileceği günün akşamında hapishanede biri ziyaretine geldi Sokrates’in. Gelen kişi en yakınıydı; karısı. Kadıncağız üzgün bir halde sohbet etti Sokrates ile. Sohbetin bir yerinde şunları söyledi karısı:

“İçime sindiremiyorum. Bu adamlar seni haksız yere öldürecekler.”

Sokrates bir süre düşündü ve şöyle dedi:

“Evet, haklısın karıcığım. Bu adamlar beni haksız yere öldürecekler. Ama haklı yere öldürseler daha mı iyi olurdu?”

Edison’un asistanı ile Edison, Sokrates’in karısı ile Sokrates aynı noktaya bakıyorlardı kuşkusuz. (Elbette bir farkla; Sokrates’in karısı kocasının ölümüne, Sokrates ise kendi ölümüne bakıyordu.) Aynı noktaya bakmakla birlikte, aynı şeyleri görmediler.

Farklı bakabildikleri için farklı oldular; ve farklı bir açıdan, yani hayata ihtimal gözlüğüyle bakmak Edison’u ve Sokrates’i tarihin sayfalarına taşıdı.