İnsan, dünyadan malzemeler alır, yeni bir eser yapar. Her ne kadar, ona “benim eserim” derse de, bu sahiplenme bir mecazdan öteye gidemez. Dünya galerisindeki güzel eserlere bir yenisi eklenmiştir... Onun da gerçek yaratıcısı Allah’tır...
Toprağın bitkiyi, ağacın meyveyi, arının da balı yaratamayacağını anlamak zor olmasa gerek. Akılları, bilgileri, bilinçleri yok da ondan... İnsan ise, üstün yetenekleri olan bir canlı. Onun şuurlu eliyle ortaya çıkıveren eserlere bakarak Allah’ı hatırlamak daha zor olabiliyor kimilerine. Ondaki meziyetler, akıl gözünü perdeliyor...
Haklısın, insan da bir araç... Sıkı düşününce anlıyoruz bunu... Eserini bir düzene göre kurarken hiçbir malzemeyi yoktan var etmiyor... İşi, yaratılmış, var edilmiş olanları bir araya getirmek... Bunu yaparken de kendisine verilen donanımları, yetileri, duyguları kullanıyor... Akıl, kalp, hafıza, göz, kulak, el gibi... Tümü o merhametli yaratıcının verdikleri... Onun evreninde, onun verdikleriyle eserler üreten adam asla bir yaratıcı olamaz...
Elbet, o eserlerden dolayı yapılan övgüler de gerçek ustaya gidiyor, onun hakkı çünkü... Sanatçının rolü seçimindedir, önemli olan iradesini iyi yönde mi, yoksa kötü yönde mi kullandığı... Ağacı kullanarak meyveyi yaratan Allah, insan eliyle de sanat eserlerini yaratıyor. Fark, iradenin söz konusu olup olmamasında...
İnsan, “Eserimi ben yarattım.” diyemez, “Bu eser benim elimle yaratıldı.” diye düşünebilir. Gerçek sanatkârı tanımakla birlikte “Bu eser benimdir.” demesinde bir sakınca yok. Ardından şükür de etmeli elbet...
…
Sanat eserleri için geçerli olan bu gerçek, teknik ürünler için de söz konusu. Bir şiir, bir tablo, bir heykel, bir bestenin gerçek sanatkârı Allah olduğu gibi, bir masa, bir halı, bir bilgisayar, bir makinenin ustası da yine o... Bütün teknik ürünler, insan eliyle, ama onun yaratmasıyla var olurlar...
Sanatçı gibi, teknikçi de dünyadaki malzemeyi kullanır. Bilimlerin bütün yasaları evrende var. Bilim adamının yaptığı iş, bu yasaları bulup uygulamak... Bütün bilimler, evren kitabının incelenmesi, içindeki yasaların bulunmasıyla oluşur. Bilimciler de sanatçılar gibi, varlıkları kavrarken, çeşitli ürünler üretirken Allah’ın kendilerine verdiği yetenekleri kullanırlar.
“Bu yasayı ben buldum, şu makineyi ben yaptım.” demeleri, onların bir yasa koyucu, bir yaratıcı olmalarını gerektirmez. “yaptım, ettim, buldum” fiillerinin gerçek öznesi Allah’tır.
Bunları söylerken insan iradesini reddetmiyorum elbet. Evet, insana özgür bir irade verilmiş... Onu, nasıl isterse öyle kullanır. Ama ona iradeyi veren de Allah...
Nasıl düşünmüyoruz ki, sürekli olarak “benim” diye sahip çıktığımız bedenimizin bile gerçek sahibi değiliz. Kalbimiz çalışır, kanımız temizlenir, hücrelerimiz yenilenir, vücudumuzda milyarlarca olay meydana gelir, fakat bunların çoğundan bizim haberimiz bile olmaz. Organlarının nerede olduğunu, ne iş yaptığını, nasıl çalıştığını bilenimiz pek az...
Saçlarımız dökülür, yüzümüz kırışır, belimiz bükülür, dişlerimiz dökülür, nihayet üstüne titrediğimiz hayatımız elimizden alınırken, olup bitenlere seyirci kalmaktan başka bir şey yapamayız. “Ben, ben” deyip duruyoruz, ama o benliğe takılan donanımların gerçek sahibi değiliz. Hiçbirini biz yapmadık, başkasından satın almadık, yolda da bulmadık...
Yaratan yaratmış, “ben”imizin eline vermiş, “İstediğin gibi kullanmakta özgürsün... Ama unutma, her yaptığından hesaba çekileceksin.” demiş.
“Ben”inin ve duygularının bile gerçek sahibi olmayan insan, nasıl kendi eliyle yaratılan eserleri sahiplenir de ben yarattım der... Nasıl olur da, kendisine verilen nimetlerle gurura kapılıp, “Her şeyi ben yaptım, ben kazandım, ben buldum” diyerek Rabbini unutur...
Şu noktaya varmak istiyorum:
Cansızlar, bitkiler ve hayvanlar aracılığıyla nice eserler yaratan Allah, insanlar eliyle de eserler yaratıyor. Çünkü o, her türlü yaratmayı bilendir...