TR EN

Dil Seçin

Ara

Ruh Sağlığını Belirleyen İki Duygu: Sevgi ve Güven / Duygulara Renk Verseydik Hangi Rengi Alırlardı?

Ruh Sağlığını Belirleyen İki Duygu: Sevgi ve Güven / Duygulara Renk Verseydik Hangi Rengi Alırlardı?

Duyguları genel manada tasnif edersek, iki türlüdür. Bunlardan birincisi, hem insanlarda hem de diğer canlılarda bulunan yemek, içmek, barınmak, cinsellik, saldırganlık, korku gibi genetik eğilimimiz olan temel somut fizyolojik duygulardır. Diğeri ise sevgi, nefret, umut, güven gibi sadece âdemoğluna ait olanlardır. Esas duygulara yaklaşımla diğerlerine yaklaşım birbirinden farklıdır.

İnsanî duyguları renklere benzetebiliriz. Bir resim nasıl çeşitli renklerin değişik oranlarda karışımı ile ortaya çıkıyorsa, insanı da duygusal çeşnisi meydana getirir. Renklerin armonisini oluşturan sınıflandırma gibi hisler de katmanlara ayrılır. Yani ana, ara, nötr renklerden her birinin bir duygumuza karşılık geldiğini düşünebiliriz. Ana renkler kırmızı, mavi ve sarı; ara renkler yeşil, turuncu ve mor; tarafsız (nötr) renkler ise, beyaz, siyah ve gridir. Bu renklerden bazılarının duygularımızdan bir ya da birkaçını resmettiğini varsayabiliriz.

İşte insanın duygusal çeşnisini, renklerin armonisine katkısı olun duygulardan ikisi sevgi ve güvendir. Bu ikisinin dengesi ise ruh sağlığımızın teminatıdır…

 

Güven Duygusunun Matematiği

Bu dengenin önemini daha iyi anlayabilmemiz adına bunu birkaç şekilde formüle etmek isterim:

Sevgi + Samimiyet + Dürüst işbirliği  = Sosyal güven

Sevgi + Kendinle barışık olmak = Özgüven

Sevgi + Dürüstlük = Güvenirlilik

Sevgi + Güvenirlilik = Aşk

 

SEVGİ PİRAMİTİ

İnsanların önemliden, önemsize sıralanan sevgi piramitleri de olmalı. En tepeden aşağıya doğru sıralarsak şu piramit ortaya çıkar:

Grafik 1: Sevgi Piramidi

Benzer bir piramidi kişilerin güven duygusu ile ilgili de şekillendirebiliriz. Çıkan sonuç ise aşağıdaki gibi olur:

 

GÜVEN PİRAMİTİ

Grafik 2: Güven Piramidi

En tepeden aşağıya doğru sıralandığında önem sırasına göre bu tablo ile karşı karşıya kalırız.

Güven duygusu arayışı insanda doğuştan vardır. Çocuk doğduğu zaman ilk olarak güvenli bir sığınak arar. Annesinin karnında her ihtiyacı karşılanır, bütün istekleri giderilirken; doğduğunda birdenbire soğuk havaya maruz kalır. Yaşaması için derinden bir nefes alması gerekir ki, bu esnada acı hisseder. O sırada duyduğu korku, hayatının ilk korkusudur. Korku, çocuğun küçük dünyasında ‘güvende değilim’ tepkisi oluşturur. Bunun için çocuk, kendisine güven veren şeye bağlanma eğilimine girer. Çocuğa güven veren kişi, annesi ya da bakımını yapan kişidir. Böylece anneyle/bakımı üstlenen kişiyle bebek arasında sevgi bağı oluşur. Çocuğu annesinin kokusu bile çekmeye başlar.

Çocuk, temel güven duygusu oluştukça bireyselleşir. Kendi kişiliğini kazanmaya başlar. Eğer anne babanın çocuğa davranışları tatlı bir disiplin de doğurursa çocukta güven oluşur. Yetiştirilmesi esnasında iyi olduğu konularda desteklenen kişi, o konuda ustalaşır. Çünkü çocuğun özgüven sahibi olmasında “ben yaptım” demesi, zafer duygusu yaşaması çok önemlidir. Yüreklendirilen çocuk yetenekli olduğu bir konuda ustalaşabilir. Eğer anne çocukla ilgilenmez, uzak durursa çocuk kendisini yalnız hisseder. İstediği şeyi başarsa dahi yalnızlıktan kaynaklanan bir korku hissedebilir. İdeal olan çocuğu cesaretlendirip, gerisini kendisinin başarmasını sağlamaktır. Bunu başarabilen anneler kendine güveni tam evlatlar yetiştirebilirler.

Güvenin zıddı olan korku, insan hayatındaki en önemli duygulardan birisidir. Nasıl ki fiziksel bütünlüğü bozulan, yaralanan insan ağrı hissederse; psikolojik bütünlüğü zedelenmiş kişi de korku duyar. Biyolojik sağlığın gerekliliği tedavi ve ilaç arayışına girmekse, ruhsal sağlığın teminatı da güvende olmaktır. İnsan kendini güvende hissettiği zaman her şeyin kontrol altında olduğunu düşünür. Bu sebeple kontrol duygusu, güven duygusu ile bağlantılıdır.

Kişinin, hayatı üzerindeki denetimini sağlayan güven, korkuyla aşağıya, sevgiyle yukarıya çekilir.

 

Güven ve Disiplin Yan Yana Yürümelidir…

Güven duygusuna, insanın kendini keşfetmesine yönelik ‘içgüdüsel ilgi’ de diyebiliriz. Güvenli kimseler, kendileri oldukları için sevilirler. Mesela, çocuğumuza ders başarısından ziyade şahsi özellikleri sebebiyle sevildiği hissini yaşatabiliyorsak, ona rahatlıkla temel güven duygusunu kazandırabiliriz. Bu anlamda çocuk iyi şeyler yaptığında kendisine duyulan sevginin artacağını bilmelidir.

Çocukları olumlu davranışlara yönelten bir diğer kural da; onlara varlıklarına önem verildiğini, özlendiklerini hissettirmektir. Bu çocuğun en büyük psikolojik ihtiyaçlarından biri olduğu halde, Sosyal Darwinizm bu ihtiyacı baltalamıştır. Darwin’den sonra Batı kültüründe anne ile çocuk arasında savaş başlar ve bu savaşı anne kazanmalıdır. Şimdilerde bu tezin—çocuktaki temel güven duygusunu zedelediği için—yanlış olduğu anlaşılmıştır. Çünkü bu ve benzer görüşler, ailede ve toplumda güveni zayıflatır. Oysa güven ve disiplin yan yana yürümelidir. Eğer ailede ve toplumda güce dayalı bir disiplin hâkimse güven duygusu zayıflar. Aklı referans alan bir disiplin anlayışı, güvenin artmasına katkıda bulunur. Bunun için, son derece duygusal bir tepki olarak, çocuklarının her dediğine ‘evet’ demek de, katı disiplin anlayışının devamı olarak çocuklara aşırı baskı uygulamak da onların gelişimi bakımından sakıncalıdır.

 

Güven Duygusunu Neler Artırır?

Güven duygusunu artıran unsurlar, olumlu pekiştirmelerdir. İnsanın kendine olan güveniyle başkalarına duyduğu güven farklıdır. Özgüveni geliştirmenin yolu, insanın şahsi özellikleriyle ilgili farkındalığını sağlamasından ve ümidini hiçbir şartta kaybetmemesinden geçer. Ego ideali oluşmuş birisinin olumlu yönlerini artırması için ümide, çabanın eşlik etmesi gerekir. Kabiliyetlerini geliştirmesi, güvene katkıda bulunur.

 

Korku, Sevgi ve Güven Dengesi…

Sevginin ağırlığını en fazla hissettirdiği duygu güven, en az hissettirdiği ise korkudur. Sevgiyi bir tahterevalliye benzetirsek, ağırlık güven tarafında olduğu zaman korku, korku tarafında olduğu zaman da güven aşağıdadır. Bu sebeple, korku içinde olan bir insana sevgi vermek ondaki güven duygusunu artırır. Eğer korkunun içinde öfke varsa saldırganlık gelişir. Eğer üzüntü varsa, kaçınma ve düşmanlık ortaya çıkar. Sevgi umut, iyimserlik ve kabul edilmeyle birleştiğinde dostluk oluşur. Yani korku düşmanlığı, güven de dostluğu ortaya çıkarır.

İnsanın hayata bakışında ve sosyal ilişkilerinde etkili olan şey, dostluk ya da düşmanlık hislerinin değişkenliğidir. Umut, güven ve üzüntü bir arada olursa, acıma duygusu ve empati meydana gelir. Bunun neticesinde kişi karşı tarafa şefkat beslemeye başlar ki; bu da dostluğu artırıcı bir etkiye sahiptir.

Nefret; korku, üzüntü, öfke ve tiksinti karışımı bir histir. Nefrette bencillik ve kıskançlık varsa, sonuçta saldırganlık ortaya çıkar. Nefret, korku ve tükenme birlikte hissedilirse kaçınma oluşur. Bu sebeple pek çok olumsuz duygunun kaynağı olan korku mutlaka kontrol edilmelidir.

 

Kadın ve Erkek Sevgi Yoğunluğunu Farklı Yaşıyor…

Duygusal baskınlığın cinsiyet kimliğini dikkate alarak, kadınla erkek arasında ayrıma tâbi tutulmasının ne derece doğru olduğu tartışılsa da, kadınların emotional (duygusal) bakımdan doğuştan şanslı olduklarını söyleyebiliriz. Bu konuda kadını erkeğe üstün kılan şey, beyninin duygulardan sorumlu alanının yani sağ tarafının daha çok çalışma eğiliminde olmasıdır. Ancak bu durum bir riski de beraberinde taşır. Hissî yoğunluğu fazla olan kadının sevgi ihtiyacı da erkeğe nispeten iki, üç misli fazladır. Ancak kadının duygu yoğunluğunun fazla olması onun akıllı olmadığı anlamına gelmez.

Aile terapilerinde kadınların en büyük şikâyetleri, eşlerinin kendilerini sevmedikleri üzerinedir. Bu yakınmayı doğuran husus, kadınların sevgi taleplerinin fazlalığına karşın erkeklerin böyle bir talebin farkına varamamalarıdır. Sevgi gibi güven ve korkuyu da baskın şekilde yaşayan kadının, korku karşısındaki direnci zayıftır. Ayrıca sevgi potansiyellerinin yüksek olması, kadınları tehlikelere karşı duyarlı kılar.

Ancak bütün bunlarla birlikte iki cins arasında duygusal açıdan tam bir genelleme yapmak mümkün değildir. Hisleri bir erkeğinki gibi zayıf işleyen kadınların varlığı ile bir kadın kadar duygusal olan erkeklerin varlığı da göz ardı edilemez. Bu durum sevginin yoğunluğu ile ilgilidir.

 

Duyguların Formülü

İnsana özgü en temel his, sevgidir. Duygular sevgiden doğar ve onun ölçüsüne göre şekillenirler. Bu his diğer bütün renkleri içinde barındıran beyazla sembolize edilir. Beyaz, varlık ve nuraniliği temsil ederken, beyazdan sonra ona en yakın olan kırmızı, güveni temsil eder. Kırmızı aynı zamanda insana dinamizm ve canlılık katar. Pembe, yani beyaza yakın kırmızı da, sevgiyi çağrıştırır. Denilebilir ki; sevinç, umut ve güven birleştiği zaman sevginin temelini oluştururlar. Sarı, öfkenin rengidir. İnsanın hiddetlendiği zaman sararması bu çağrışımı doğurur. Turuncu, güven ile sevgi karışımını ifade eder. Yeşil, korku ile sevginin bileşimini yani huşuyu anlatır. Mavi renk, sınırsızlık ve sorumsuzluğun sembolüdür. Bu sebeple mavi, merak ve hayret duygusuyla özdeşleşir. Fakat nefreti ve üzüntüyü en çok çağrıştıran renkler de mavinin tonlarıdır. Özellikle mavinin siyahla karışımından oluşan mor, üzüntüyü, hayal kırıklığını ve nefreti anlatır. Siyah ise; yokluk, olumsuzluğu, karanlığı ve zulmeti temsil eder.

Duygularımızın farkına varabilmek, doğuştan gelen bir özellikten çok, geliştirilmesi gereken bir beceridir. Sizin duygusal varlığınızı kabul etmeyen çevreden uzak durmak da sizin en doğal hakkınızdır.

Grafik 3: Duygu Diyagramı