TR EN

Dil Seçin

Ara

“Knight Online” Hayat Offline

“Knight Online” Hayat Offline

Rehberlik Terapileri

 

Kutay, okul başlayalı sadece üç ay olmasına rağmen onbeş gün devamsızlık yapmıştı. Bu yetmiyormuş gibi, bir de sabahları ilk derse geç kalmayı alışkanlık haline getirmişti. Hatta, bazen öğlen arasından sonraki ilk derse de yetişemediği oluyordu. Annesine bu bilgileri aktardıktan sonra, neden böyle bir durum yaşandığına dair onun fikrini sordum. Amacım, Kutay’ın devamsızlığına bir çözüm bulmak kadar, velinin olaya bakış açısını da anlamaktı.

Anne, bir niyet okuma denemesiyle başladı konuşmasına:

— Siz şimdi benim Kutay’ı zamanında kaldırmadığımı ya da kahvaltıyı zamanında hazırlamadığımı düşüneceksiniz, ama durum hiç de öyle değil!

— Bakın beni meraklandırdınız şimdi. Neden geç kalıyor peki Kutay?

— Bilgisayarda oyun oynuyor Ömer Bey. Sabahları bile kalktığımda bir bakıyorum Kutay bilgisayarın başında.

— Allah Allah! Şaşırdım doğrusu... Peki bir önlem alamadınız mı?

— Denedim, hem de çok denedim. Ama bu seferde internet kafelere dadandı. O internet kafe senin, bu internet kafe benim dolaşmaya başladı. Ben de çaresiz kaldım, hiç olmazsa gözümün önünde olsun diye eve internet bağlattırdım.

— O niye?

— Çünkü bilgisayarda oynadığı oyun için internet bağlantısı gerekiyor.

— Yaa! Peki nasıl bir oyunmuş ki bu?

— İnanın bilmiyorum. Ama kılıçlı savaşlı bir oyun.

— Anlıyorum...

Görünüşe bakılırsa, annesi Kutay karşısında hükmen yenik durumdaydı. Bir ebeveyn olarak onun üzerinde etkili bir otorite kuramamıştı.

Gerçi günümüz ailelerinin çoğunda görülen bir zaaftı bu. Pek çok aile, çocuklarının isteklerini, gerekli ya da gereksiz olmasına bakmadan yerine getirme durumunda hissediyordu kendini.

Bunun elbette birden fazla sebebi vardı. Ama başlıcalarından biri, babanın iş yüzünden ev hayatından kopmasıydı. Çocuğun gün içinde anne şefkatini istismar ederek evde kendi krallığını ilan etmesi çok da zor olmuyordu. “Ben bir türlü kıyamıyorum” diyordu annesi, “babası da ilgilenmediği için gücüm bir yere kadar yetiyor!”

 

 

KUTAY’IN PENCERESİNDEN

Kutay’ın öyküsünde ebeveyn tablosu kabaca ortaya çıkmıştı. Şimdi Kutay’ın kendisiyle görüşüp, öyküyü biraz da ondan dinlemek gerekiyordu. Ertesi günün sabahını bu yüzden merakla bekledim.

Sabah olunca Kutay’ın birinci dersin ortalarında sallana sallana koridorda yürüdüğünü görmek doğrusu beni pek şaşırtmadı. Belli ki müdür yardımcısından geç kağıdı alıp sınıfına gitme hesabındaydı. El işaretiyle kendisini çağırdığımda, ezberi bozulmuş gibi önce şaşkın şaşkın baktı bana. Sonra yanıma geldi. Konuşmaya başladıktan sonra açılması uzun sürmedi.

— Kutay ne iş, yine uyanamadın galiba.

— Yoo, uyanıktım.

— E, o zaman niye geç kaldın okula?

— Oyun oynuyordum.

— Ne oyunu, körebe mi?

— Yok hocam, “knight online.”

— Ne?

— Knight online.

— O da ne?

— Siz bilmiyor musunuz?

— Hayır.

— Hocam nasıl bilmezsiniz ya, çok zevkli bir oyun.

— Hadi anlat bakalım şu oyunu biraz.

— Char’ım var, 80 levelde hayvan kesiyorum. Hem de 5000 tane. (Gülüyor)

— Ne biçim oyun oğlum bu? Char, hayvanlar filan... (Oyun oynama süresini merak ettiğim için şunu sorarak konuşmayı sürdürdüm.)

— Peki bir hayvanı kesmen ne kadar sürüyor?

— Ortalama 20 dakika.

— Öyleyse bu oyunu oynamaya nasıl zaman buluyorsun?

— Hocam akşam açıyorum. Gece saat bire ikiye kadar oynuyorum. Annem babam kızıp hadi yat artık diyorlar. (Gülerek) Ben de bilgisayarın monitörünü kapatmış gibi yapıp onlar uyuduktan sonra tekrar kalkıp oynuyorum. Tabii her zaman değil, bazen. Bazen de, sabah kalkıp oynuyorum.

Kutay iştahla anlatıyor, anlatırken zevk alıyor. Benim onu merakla dinlediğimi görünce daha da iştahlanıyor:

— Desene sen bu oyunun üstadı olmuşsun. Ne kadar zamandır oynuyorsun peki?

— 1,5 yıl oldu.

— Peki bu oyunda hedef ne?

— En güçlü olmak. Oyun oynarken kendimi kral gibi hissediyorum.

— Demek kral gibi hissediyorsun. E, o zaman oyunda yenilirsen ya da oynayamazsan, ne olacak?

— Hocam hiç sormayın. Oyun bir gün kapalı kaldı, forumda herkes birbirine küfür ediyor. Hatta forumda insanlar birbirlerine oyun kapanırsa “Türkiye’nin hali ne olur?” diye soruyor. Herhalde savaş çıkar diye düşünüyorlar.

— Yok ya, o kadar önemli yani. Peki kimler oynuyor bu oyunu?

— Hocam herkes oynuyor. 50-55 yaşında adamlar bile oynuyor. Karşımdaki adamın canını yatırınca adam sürekli bana hakaret ediyor. Ben de zevkten dört köşe oluyorum.

— Peki paralı mı bu oyun?

— İlk başta programı bedava indiriyorsunuz. Ama çok ileri levellere geçmek için paralı da oynayabiliyorsunuz.

— Kaç level var?

— 80 level var. İlk levelin adı ezik.

— Ne ezik mi? Demek, siz o yüzden arkadaşlarınıza ‘ezik’ diyorsunuz.

— Evet, diyor gülerek.

— Peki oyun oynarken kendini nasıl hissediyorsun?

— Kendimi kaybediyorum hocam. Bir keresinde evde oyun oynarken pencereler açıkmış, üşümüşüm, bacaklarım kaskatı kesilmiş. Ama ben oyun bittikten sonra farkettim. (Yine gülüyor.)

— Peki bir kazancı var mı bu oyunun sana?

— Olmaz olur mu hocam. Benim oluşturduğum char karakterinin şu anki piyasa değeri yedi bin lira. Kolay mı, bir buçuk yıldır emek veriyorum. Yüksek levellerde bir karakter için arabasını satanlar bile var.

— O! Durum bayağı ilginç bir hal almaya başladı. Nasıl bir oyunmuş bu yahu. Karakterin ölürse ne yapacaksın peki?

— Valla hocam, char’ım ölürse herhalde ben de ölürüm. Bazen oyuna giremiyorum. O kadar sinirleniyorum ki, yanımda bir bebek olsa tekmelerim.

— O derece yani… (Aklıma haberlerde gördüğüm internete giremeyen çocukların bağırma çağırma, eline geçeni sağa sola fırlatma gibi aşırı tepkileri geliyor). Anlaşılan, sen iyice kaptırmışsın kendini bu oyuna...

— Peki Kutay, zil çaldı sen şimdi sınıfına git. Ama daha sonra tekrar görüşeceğiz...

Kutay’ı sınıfa gönderdikten sonra hemen internette kısa bir araştırmaya koyuldum. Gerçekten çok ilginç bilgiler vardı. Kutay’ın oynadığı oyunu üreten şirket, K2 Network Inc. adında bir şirketti. Güney Kore menşeli bu şirketin merkezi Amerika’daydı. Şöhretini savaş oyunlarına borçlu olan şirket, dünya genelinde video oyunları sektöründe %65’lik bir paya sahipti. Sektör deyince, öyle ufak tefek bir sektör değildi söz konusu olan. Video oyunu sektörü kısa bir süre içinde uluslararası düzeyde Hollywood’dan bile daha çok gelir getiren bir sektör haline gelmişti.

 

ONLİNE OYUNLARDA DENETİM YOK

Daha da ilginci, Türkiye, beş milyon abonesiyle K2 Network şirketinin en gözde müşterisiydi. Okuduğum haber doğruysa, ağırlığı 13-19 yaş arasındaki gençlerin oluşturduğu abone patlamasını duyunca, şirketin Kore asıllı CEO’su Joshua Hong hemen Türkiye’ye gelmiş.

Üstelik, havaalanında internet cafe sahipleri ellerinde pankartlar ve Kore bayraklarıyla karşılamışlar adamı.

“Neden internet kafe sahipleri?” diye soracak olursanız, cevap gayet basit: Çünkü bu oyunlar sayesinde İnternet kafe sahipleri kapanmaktan kurtuldukları gibi, üstüne bir de çok güzel paralar kazanıyorlar da ondan!

Bir istatistiğe göre bu oyunları oynayanların %50’si internet kafeleri tercih ediyor. Tablo, gayet açık.

Peki bu oyunun bağımlılık yaptığı ve çocukların ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkilerde bulunduğu bilinmiyor mu? Acaba ilgili devlet kurumları bu konuda herhangi bir işlem yapmış mı? Diye haber portallarını dolaştığımda, trajikomik bir durumla karşılaştım. Bilin bakalım bu oyunla ilgili devletimizin hangi bakanlığı ilgilenmiş? Sağlık Bakanlığı mı? Hayır. Milli Eğitim Bakanlığı? Hayır. Gençlik ve Spor Bakanlığı? Hayır. Ya hangisi? Şimdi sıkı durun: Yalnızca Maliye Bakanlığı! Evet, yalnızca Maliye Bakanlığı ilgilenmiş bu konuyla! O da çocukların ruh sağlığını düşünecek değil ya, oynanan oyundan vergi alamadığı için konuya eğilmiş.

 

OYUN NASIL BAĞIMLILIK YAPIYOR?

Oyunun nasıl bağımlılık yaptığına gelince, bunun için biraz oyundan bahsetmek gerek. Oyunda hesap açılmasından itibaren her oyuncu, herhangi bir ulusun içinde insan veya Org ırkı arasında seçim yapıyor. Kişiler karakterlerini barbar, savaşçı, rahip, okçu veya büyücü olarak geliştirebiliyor. Başarılı oyuncular, zafer kazanmak için kendi ulusundan olanlarla güçlerini birleştirmeye çalışıyorlar. Sürekli savaşarak, Knight Online dünyasında her karakter kahramanlık mertebesine ulaşıyor. Hatta şehrin kralı dahi olabiliyor. Kutay da, yaptığımız görüşmede “Kendimi kral gibi hissediyorum” dememiş miydi?

Oyun her ne kadar sanal bir oyun gibi olsa da oyuncular gerçekleştirecekleri terör eylemlerinde birbirleriyle “gerçek iletişim” halinde oldukları ve birbirlerine karşı ciddi bir sorumluluk taşıdıkları için bu tür oyunlara “yarı gerçek yaşamlı oyunlar” deniyor.

Oyuna internet vasıtasıyla bağlanan kişiler, bir süre sonra çok yakın dostluklar kuruyorlar. Kurdukları dostlukları, “terör eylemleri” ile daha da pekiştiriyorlar. Başarılı geçen her bir terörist eylem, grup dayanışmasını ve oyuncular arasındaki bağı daha da artırıyor.

İşte oyunun bağımlılık yapan psikolojik altyapısı böyle işliyor.

Bağımlılığa katkı yapan bir başka unsur ise, oyunun belli miktarlarda para kazandırması. Hatta haberlere bakılırsa, bir oyuncu bir Mercedes alabilecek kadar para kazanabiliyor bu oyundan.

Nasıl mı?

Oyun ileri seviyelerde çok daha zevkli hale geldiği için oyuna sonradan katılanlar, önceden bu oyuna girip karakterlerini (char) geliştirmiş olanlardan bu karakterleri ya da kılıç, silah, kalkan gibi savaş malzemelerini satın alıyorlar.

Bağımlılığın temel dinamiklerinden birini ise bu oyunu oynayanların gerçek hayattan sıkılmaları oluşturuyor.

Belli bir amaca sahip olmamak, ileriye dönük umut beslememek gibi etkenler, insanları özellikle de genç ve çocuk yaşta olanlar için sanal âlem, bir alternatif oluşturuyor. Ortak görevler, diğer oyuncularla paylaşılan takım ruhu, başarmak, hatta para kazanmak, sanal âlemin güçlü bir alternatif olarak ortaya çıkmasının önde gelen sebepleri.

Özellikle okul yıllarında dersleri iyi gitmeyen, gün boyu sınıfta bulunmaktan sıkılan çocuklar için ciddi bir tehlikeyle yüz yüzeyiz. Şizofren bir kişilik geliştirmeleri, hiç de uzak bir ihtimal değil. Nitekim bir keresinde Kutay’ın sınıfta sanki birisiyle kılıçla savaşıyormuş gibi “dırş, dırş!” diye sesler çıkarması, gerçeklik algısının iyice bozulduğunu, dersin ortasında bile kendisini oyuna kaptırdığı izlenimi uyandırmıştı bende.

Acaba Kutay’ın annesi ve babası bu gerçeklerin ne kadar farkındaydılar?

Muhtemelen çocuğumuz bilgisayarda oyun oynuyor fikri, onlara pek de tehlikeli görünmemişti. Çocuk ve oyun kelimesinin aldatıcı birleşimi, onları da aldatmıştı. Bu defa sadece anneyle değil, anne baba birlikte bir görüşme yapmalıydım. Durumun vehametini her ikisi de anlamalıydı.

 

ANNE-BABAYLA GÖRÜŞME

Ertesi gün geldiklerinde babanın biraz acelesi var gibiydi. “Benim burada ne işim var?” der gibi bir hali vardı. Ama anlattıklarımı dinleyince, orada bulunmasının hiç de boşuna olmadığını anladı ve bir süre sessiz kaldıktan sonra şunları söyledi:

— Vay canına! Biz bilgisayarı ona ödevlerini yapması için almıştık. Demek olay çok daha farklı bir noktaya varmış. İtiraf etmem gerekirse, işimden dolayı son zamanlarda onunla pek fazla ilgilenemedim. Kendimi sorumlu hissediyorum. Kutay’ı sadece annesine bırakmamalıydım. Peki hocam, şimdi ne yapacağız biz? Ebeveyn olarak nasıl hareket etmemiz gerekiyor?

— Murat Bey, oyun bağımlılığı her şeyden önce bir bağımlılık. O bakımdan, bir bağımlılık karşısında neler yapılması gerekiyorsa bizim de onları yapmamız lâzım. Öncelikle Kutay’ın bağımlılığının gerçek boyutlarını anlamamız için bazı şeyleri test etmemiz gerekiyor.

— Ne gibi mesela?

— Mesela, bu oyunu oynamadan yapabilir mi ya da ne kadar süre oynamadan durabilir? Biliyorsunuz uyuşturucu bağımlılığında uyuşturucudan uzakta kalmak kişide krize yol açar. Aynı şekilde acaba Kutay oynamadığında krize mi girecek yoksa bu durumla baş edebilecek mi? Bunu anlamak için bilgisayarı Kutay’ın odasından derhal çıkarmalısınız. Salona koyabilirsiniz mesela. Burada Kutay’ın bilgisayar başında günde iki saatten fazla durmasına izin vermeyin. Tamamen yasaklayın demiyorum, kısıtlayın sadece. Bakalım bu durumda size aşırı tepki verecek mi? Eğer verirse, o zaman bağımlılıktan iyice şüphelenip bir psikiyatristten yardım almayı düşünmelisiniz.

— Anlıyorum, bu dediklerinizi yapacağız.

 

BAZI ŞEYLERİ YENİDEN DEĞERLENDİRMEMİZ GEREK

Kutay’ın annesi ve babası kararlı bir şekilde yanımdan ayrılmışlardı. İşler yoluna girecek gibi görünüyordu. Anne baba bu şekilde ilgili olduktan sonra mutlaka her şey eskisinden daha iyi olacaktı. Ama benim aklıma oyun bağımlılığına ilişkin başka bir soru takılmıştı:

“Gerçek hayatı bazıları özellikle de çocuklarımız için nasıl bu kadar sıkıcı, amaçsız ve umutsuz bir hale getiriyorduk da, sanal oyunlar onlar için bu kadar güçlü bir alternatife dönüşüyordu? Ya da, ne tür eksikler yüzünden çocuklarımızı ve gençlerimizi bilgisayar ekranında oynaşan hareketli resimlere teslim ediyorduk?

Acaba sokaklarımızı bir oyun alanı olmaktan çıkarmamız, çocukların bilgisayar başında saatler geçirmesine yol açmış olabilir miydi?

Evde annelerimizin evi dağıtır endişesiyle çocuklarını bilgisayar ekranı karşısında uslu uslu oturmaya teşvik etmeleri bu işte ne kadar etkiliydi?

Öte yandan, bu teşvik, çocukların bedensel bütünlüğünün ana babalar tarafından ruhsal bütünlüğünden daha önemli görüldüğünü ima etmiyor muydu?

Veyahut, ders başarısı yüksek olmayan çocukları, sepetteki çürük elmalar gibi gözden çıkaran bir eğitim sistemi, bu çocukları bile bile sanal âleme yolcu etmiş sayılır mıydı?

Bilgisayar oyunlarına bağımlılığı düşünürken herhalde tüm bunları da hesaba katmak gerekiyordu. Çünkü gerçek hayata bir şekilde tutunan, spor yapan, sosyal faaliyetlerde rol alan, anne babasıyla ve çevresiyle iyi hatta orta derecede bir iletişim içinde olan çocuklarda bilgisayar oyunları pek bir bağımlılık oluşturmuyordu.

Bu aşamada bir psikolojik danışman olarak ben daha başka ne yapabilirdim? Belki diğer velileri ve yetkilileri hem bilgilendirmek hem de uyarmak için bir yazı yazabilirdim. Evet, bu iyi bir fikirdi. Masama oturduğumda her zamanki gibi yazıya başlık bulmakta zorlanacağımı düşünüyordum. Ama bu defa hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Çünkü, yazının başlığı hazırdı:

“Knight online, hayat offline!”