TR EN

Dil Seçin

Ara

Çocuklar Ve Ağaçları

Çocuklar Ve Ağaçları

Her çocuğun bir ağacı olmalı. Ve mevsimleri takvimlerden önce, ağacından öğrenmeli çocuklar...

 

Hüsnü Efendi, elinde biri eğri büğrü cılız; diğeri dümdüz ve kalınca iki incir fidanı ile komşusu Cemal Efendi’nin kapısına geldiğinde, ben daha dünyaya gelmemiştim.

Cemal Efendi, Hüsnü Efendi’nin, “Al bunu da sen dik bahçene” diyerek verdiği o incir fidanlarından eğri büğrü ve cılızca olanını, evinin arka bahçesine diktiğinde de, ben daha dünyaya gelmemiştim.

Ben dünyaya geldiğimde Cemal Efendi çoktan dünyadan gitmişti.

Bir ağaca çıkabilecek kadar büyüdüğümde ise, evimizin arka bahçesinde, kocaman bir incir ağacı buldum.

Cemal Efendi’yi, yani yüzünü hiç görmediğim dedemi en çok da bu yüzden severim.

Bana, üzerine çıkabileceğim, dalları arasında oturup kitap okuyabileceğim, her biri kocaman birer ele benzeyen, dokunduğunda azıcık kaşındırsa da, yazın pek güzel gölgelik eden yaprakları arasına saklanıp hayaller kurabileceğim ve olgun meyvelerinden bal damlayan bir ağaç bıraktığı için...

Bence her çocuğun bir ağacı olmalı. Ve mevsimleri takvimlerden önce, ağacından öğrenmeli çocuklar...

İncir ağacından, ıhlamur ağacından, nar ağacından...

Benim çocukluğumda isteyen her çocuğun bir ağacı olurdu. Mesela Cumhur’un bir ıhlamur ağacı vardı. Kış boyunca kupkuru ve kapkara dallarında kurnaz ihtiyar kargaların salkım salkım sallandığı ve aşağıdan gelip geçenlerin başlarına başlarına tükürdüğü kocaman bir ıhlamur ağacıydı. Yaz ortasında çiçek açar ve tüm mahalle mis gibi mutluluk kokardı...

Yeşim’in bir kiraz ağacı vardı. Bahar geliverdiğinde serçe kuşları, dallarında şenlik kurardı.

Fatma’nın kayısı ağacı, Emin’in salkım söğütü, Hasan’ın dalları yerde iğdesi vardı...

Ve paylaşamadığımız için sahipsiz kalan “Bu da hepimizin ağacı olsun!” dediğimiz bir şeftali ağacı... Her bahar pespembe gelinlikler giyer, tadına aşık olduğumuz meyveleri gibi, mahallenin tüm çocuklarına eşit miktarda sevinç dağıtırdı.

Nilgün’ün erik ağacı, Dursun’un fındık ağacı, Meryem’in dut ağacı vardı...

Bizim zamanımızda hiçbir çocuğun mp3 playeri, playstationu, bilgisayarı, cep telefonu yoktu...

Ama hepimizin bir ağacı vardı.

Salih’in kavak ağacı, Betül’ün nar ağacı, Enes’in yaşlı bir üzüm asması...

Benim ise, söylediğim gibi bir incir ağacım vardı.

Cemal Efendi’yi, yani yüzünü eski solgun bir kaç fotoğraftan başka bir yerde görmediğim dedemi, en çok da bu yüzden seviyorum; bana, üzerine çıkabileceğim, dalları arasında oturup kitap okuyabileceğim, her biri kocaman birer ele benzeyen, dokunduğunda azıcık kaşındırsa da, yazın pek güzel gölgelik eden yaprakları arasına saklanıp hayaller kurabileceğim ve olgun meyvelerinden bal damlayan bir ağaç bıraktığı için...

Bence her çocuğun bir ağacı olmalı. Ve mevsimleri takvimlerden önce, ağacından öğrenmeli çocuklar...

İncir ağacından, ıhlamur ağacından, nar ağacından...