“Kur’an’ı düşünmüyorlar mı?
Eğer o Allah’dan başkası tarafından indirilmiş olsaydı,
onda birbirini tutmayan çok şeyler bulurlardı”
(Nisâ, 82)
***
Âhirzaman Peygamberi elinde Kur’ân ile ortaya çıktığı andan itibaren, bu din ve bu kitap, en insafsız saldırılarla karşılaştı. O yeryüzüne inerken, bütün dünya onun karşısındaydı. O indi, yirmi üç senede tamamlandı ve bu süre içinde tarihin en büyük inkılâbını gerçekleştirdi. Allah’ın Resulü bu gezegen üzerindeki görevini tamamlayıp giderken, ardında, getirdiği kitabı, bütün çağlara ve bütün insanlara miras olarak bırakıyordu.
Kur’ân’a yönelen hücumlar, şu veya bu seviyede, her zaman var oldu. Ona saldıranlardan, iddialarının veya kendilerinin büyüklüğü sebebiyle değil, saldırdıkları şeyin büyüklüğü sebebiyle bir müddet söz edildi. Sonra hepsi unutulup gitti. Onların saldırdıkları hakikatler ise, her seferinde biraz daha parlamış olarak hükmünü devam ettirdi.
Kur’ân’a hücum edenlerin hiç değişmeyen bir ortak yanı vardır: Onlardan hiçbirini, kendilerine ait bir iddiayı ispat ve izah ederken göremezsiniz. Kur’ân ispat eder, Kur’ân izah eder; onlar itiraz eder. İtirazlarını bir delile dayandırmaları istendiğinde ise bütünüyle çaresiz kalırlar.
Bediüzzaman, “Şeytanla Münazara” adını verdiği mantık şaheserinde, onları bu çaresizlikleri içinde kıskıvrak yakalamıştır. Çünkü, onların ve akıl hocaları olan İblis’in karşısına Ezelî Kelâmın kuvvetiyle çıkmakta ve “Kur’ân’ın beşer kelâmı olduğunu ispat edemeyenlerin, dinin en küçük bir meselesine dil uzatamayacağı” hakikatini ortaya koymaktadır. Bu eser dikkatle okunduğunda, Kur’ân’a ve İslâm’a yönelen, gelmiş ve gelebilecek bütün itirazlara güneş parlaklığında, toptan, kesin ve kestirme bir cevap bulunacaktır.
Daha ayrıntılı bilgi için bkz:
https://yazarumit.com/bir-tarafsizlik-denemesi/
…
Kur’an, Sahabenin yaptığı gibi, yaşanarak anlaşılacak bir kitaptır. Bunun sonucu ise, sadece Kur’ân’ı anlamak değil, hayatı da anlamak şeklinde ortaya çıkacaktır.
— Ümit Şimşek
***
Kur’ân, Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır.
- Hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.
- Hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır.
— Bediüzzaman
M. Öztürk, Kur’an-ı Kerim’in lafzen kelam-ı ilahi olmadığını, Hz. Peygambere ait olduğunu. Allah’a böyle konuşmanın yakışmayacağını ifade ediyor. Bu doğru değil. Kur’an’ın her ayeti bunu reddeder. Kur’an, Cibril-i Emin vasıtasıyla bizzat Rabbimizden Hz. Peygamberin kalbine lafzı ve manası ile Arapça olarak indirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki ‘zenim’ meselesi, Kur’an Arapçasına vukufiyet sahibi bir insan o kelimeyi kullanmaz. Kur’an 23 yıl içerisinde belli bir zamanda, belli bir coğrafyaya ve belli bir muhatap kitlesine nazil olmuştur. Hiç kimse zamanla, mekanla, coğrafyayla mukayyet kabul edemez. Kur’an kadar evrenselliğinin farkında olan bir metin yoktur. … Sahabeden hiç kimsenin Kur’an’da ismi yoktur, Zeyd hariç. Hz. Ömer, Hz. Osman nüzul sebebidir. Hz. Aişe, Hz. Ali pek çok ayetin şahididir. Siz Kur’an’da Hz. Ali’yi, Hz. Ömer’i bulamazsınız. Çünkü Kur’an’ın muhatapları sadece onlar değil kıyamete kadar gelecek insanlıktır.
…
Kur’an’ın derdi Ebu Leheb değil kıyamete kadar gelecek Ebu Leheb’lerdir. Kur’an’da Bedr savaşı var, Uhud, Hendek savaşı var. Buraları okuduğunuzda savaş tarihi göremezsiniz. Kim öldü, kaç kişi şehit oldu, bilgi vermez. Uhut’la ilgili ayetler üç sayfadır. O ayetleri alın kıyamete kadar bütün savaş hukukunu, savaş ahlâkının esaslarını görürsünüz.
— Mehmet Görmez
***
“Yoksa “O Kur'an'ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar. Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!” (Tûr Sûresi, 52:33-34)
“Veyahut: Yalancı, vicdansız” münafıklar gibi “Kur’an senin sözlerindir” diye seni ittiham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar sana Muhammed-ül Emin diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imana niyetleri yoktur. Yoksa Kur’an’ın âsâr-ı beşeriye içinde bir nazirini bulsunlar.” (Bediüzzaman, Sözler, 386)
***
M. Öztürk’ün konuşması baştan aşağı yanıltıcı retorikle dolu. Ara ara hoca böylesi bir dil kullanmayı tercih ediyor ve bu konuya vakıf olmayanları yanıltıyor. Nasıl mı? Mesela Velid bin Muğire’ye taktığını ima ediyor Kuran’ın. Oysa bu isim Kur’an’da geçmez bile. Evet bazı ayetler tefsirlerde Velid bin Muğire ile ilişkilendirilmiş. Bir; bu sadece bir yorum. İki; bu yorumu kabul etsek bile bu Kuran’ın yüzde 1’ini bile oluşturmaz. Üç; Kuran’ın isim vermemesi bu durumda da manidardır; ki bunun lokal bir yorum olarak sunulmadığını ima eder. Dört; bu ayetler Velid bin Muğire’den bahsetse bile bu ayetlerin tarihsel olduğu anlamına mı gelir? Firavun’dan bahseden ayetler sadece Mısırlıları mı ilgilendiriyordu? O zaman bu ayetler neden Hz. Muhammed’e de indi? Burada Firavun bir zihniyetin sembolü. Aynısı Velid bin Muğire için de söylenebilir. Kuran’da geçen şahıslardan alacağımız ibretler vardır. Nitekim müşriklerle ilgili geçen her ayetten bugün alacağımız çokça mesaj var. Bunların hepsi her şeyden önce hangi davranışlardan kaçınmamız gerektiği ile ilgili bir yol haritası.
…
“Zenim” kelimesine Arapça sözlüklerde çok farklı anlamlar verilmektedir. ‘Veled-i zina’ dışında “aşağılık, kaba, zorba, yalancı, dalkavuk, kötülükle damgalı, faydasız, ne idüğü belirsiz, kimliksiz” gibi anlamlar verilmiştir. Hoca kendi ajandasına en çok uyan yorumu tercih etmiştir.
…
Hoca, Andromeda’ya atıfla National Geographic ile Kur’an’ı kıyaslıyor. Kur’an lokal olaylarla uğraşırken, evrende neler var neler diyor. Bu resmen Kur’an’a haksızlık. Ben çok sayıda felsefi ve dini metin okudum işim gereği. Doğaya bakmaya ve üstüne tefekkür etmeye bu kadar yönelten başka metin görmedim. Çoğu yerde de Mustafa hocadan daha evrensel yapıyor bunu. Hoca Andromeda’ya, Oriona bak diyor, Kur’an gökyüzüne bak diyor. Gökyüzüne bakınca hepsine bakıyorsun zaten! Yağmurdan, denizlerin karanlıklarına, hayvanlardan, uzaya, antik kalıntılardan, dağlara çok sayıda fenomene atıf yapıyor ve bunlar üstüne tefekkür etmeye davet ediyor. Daha ne kadar evrensel bir anlatı olabilir! Daha ne kadar doğaya işaret edebilir. … Buradan açıkça tarihselcilere meydan okuyorum. Madem Kur’an Hicaza sıkışık, evrensel atıf yok diyorsunuz buyurun hodri meydan. Bana doğaya bakmaya ve hakkında tefekkür etmeye Kur’an’dan daha çok teşvik eden, onunla çağdaş ya da daha eski bir eser gösterin. Dini olmak zorunda değil.
…
Örnek: “Ve güneş de o, kendine ait bir yörüngede akıp gider.” (Yasin 38) Bu ayet hem Hicazlı bir çobanı, hem Razi’yi, hem beni tefekküre zorlar. Çoban gökyüzünde güneşin hareketine bakıp hayret içinde tefekkür eder. Razi, güneşin dünya etrafındaki yörüngesine atıf olarak okur ve tefekkür eder. Ben güneşin galaksi merkezi etrafındaki hareketine atıf olarak okur hayret ederim. Ayet doğru bir şey söylüyor. Bilimle uyumlu bir şey söylüyor. Ama öyle bir şekilde söylüyor ki, yanlış inanca sahip olanları da tefekküre sevk ediyor! Bir kitap daha ne kadar evrensel olabilir! Şu ölçünün muazzamlığına bakın.
— Doç. Dr. Enis Doko
***
“O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık.
Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.
Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.
Şüphesiz Kur’an, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.
Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz.
Şüphesiz Kur’an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir.
Şüphesiz Kur’an, gerçek kesin bilgidir.
O hâlde sen, yüce Rabbinin adıyla tespih et.”
(Hakka Suresi, 43-52 âyetlerin meali)
***
Malum hocanın kaynaklara göre “zenîm” kelimesi şu anlamlara gelmektedir:
1- Evlatlık, (hakikatine aykırı bir gruba / yere / kişiye nispet edilen)
2- Neseb bakımından bir kavimden olmamasına rağmen onların arasında (/gurbette) yaşayan kişi
3- Kötülük ile bilinen kişi
Hiç bir kaynakta “nesebi bilinmeyen” anlamı verilmemektedir.
“Mulsak” kelimesi ise, ne bugün ne Peygamber Efendimiz zamanında bir hakaretti. Gayet normal bir şekilde kullanılırdı.
Son olarak şunu da ifade etmek lazım: Zenîm kelimesi, iddia edilen manaya gelmiş olsa bile, her şeyi yaratan yüce Allah mutlak mülk sahibidir ve dilediğini dilediği şekilde nitelendirir. Öznel ölçülere göre Allah’ın kelamını değerlendirecek olursak herkes kendi fikirlerine göre istediğini iddia eder.
— Ömer Kılıçaslan
***
Hz. Muhammed’in (sav) hayatı malûm bir şahsiyet olarak, hiç okumamış, mektep ve medrese görmemiştir. Hiç kimseden de hususi ders almamıştır. Kendi kendini yetiştirecek şekilde okur yazar da değildi. Böyle okumamış bir kimsenin, böyle bir kitap yazması aklen ve ilmen mümkün değildir. Hz. Muhammed (sav), kendinden evvel mevcut Tevrat ve İncil’leri okumuş, onlardan istifade ederek Kur’ân’ı yazmıştır, şeklindeki iddianın da hiç bir tutar yanı yoktur. Çünkü Hz. Muhammed (sav) zamanında Tevrat İbranice, İncil Yunanca idi. Peygamberimiz de bu lisanların hiçbirini bilmezdi. Ama mukaddes kitapların arasında benzerlik bulunuşu, onların bir kaynaktan yani Allah’tan geldiğine delildir. Kaldı ki, Peygamberimiz (sav) hiçbir zaman Kur’ân’ı ben yazdım diye bir iddiada da bulunmamıştır.
— Ertuğrul Berk