TR EN

Dil Seçin

Ara

Beş Duyu Ve Ötesi

Beş Duyu Ve Ötesi

İnsanlarda görme, dokunma, ve koklama gibi madde ile alakalı beş temel duyu ile beraber şefkat, adalet, şevk ve hatta altıncı his gibi madde ile direk alakası olmayan sayısız duygular vardır. Çevremizi ve varlıkları algılarken genellikle göz ve kulak gibi beş temel duyu organımıza ve onların bağlandığı merkez olan beyine dayanırız. Varlık âlemini madde ile sınırlamanın bir sonucu olarak da beş temel duyuyu maddenin işi, diğer hisleri de maddî etkileşimlerin tezahürleri olarak görürüz.

İnsanlarda görme, dokunma, ve koklama gibi madde ile alakalı beş temel duyu ile beraber şefkat, adalet, şevk ve hatta altıncı his gibi madde ile direk alakası olmayan sayısız duygular vardır. Çevremizi ve varlıkları algılarken genellikle göz ve kulak gibi beş temel duyu organımıza ve onların bağlandığı merkez olan beyine dayanırız. Varlık âlemini madde ile sınırlamanın bir sonucu olarak da beş temel duyuyu maddenin işi, diğer hisleri de maddî etkileşimlerin tezahürleri olarak görürüz.

...

Bu bakış açısının sonucu olarak da her maddî varlık gibi kimyasal elementlerden oluşan insan beynine bir harikalık atfederiz, ve beyni anlamaktaki acizliğimizi itiraf ederiz. Aslında bizim anlamadığımız beyin değil, eşyanın hakikatidir. Beynin müphemliği maddesinden değil, onun tüm tutarsızlıklarımızı ve cahilliğimizi içinde sakladığımız kapalı bir kutu olarak kullanılmasındandır.

Mesela görme olayına bakalım:

Gözlerimiz açıkken gördüğümüze ve kapalıyken görmediğimize dayanarak hemen ‘görme olayını gerçekleştiren gözdür’ sonucuna varabiliyoruz. Aslında bu sonuç görme için gözlüğe bağımlı birinin gözlüksüz göremediğine dayanarak ‘gören gözlüktür’ demesinden pek de farklı değil. (Kaldı ki rüyada gözlerimiz kapalı olduğu halde gayet net olarak görebiliyoruz.)

Olaya biraz daha bütüncül bakanlar göz ile beraber görme sinyalini beyindeki görme merkezine ileten sinirleri de dikkate alarak görmenin harika bir tarzda beyindeki görme merkezinde oluştuğunu söylerler. Yani görme oluverir. Beyin burada cahilliğimizi örten siyah bir örtü olarak kullanılmaktadır. Başka bir ifade ile, beyin adeta tüm bilgileri yutan ve bilginin bile kaçamadığı bir karadeliğe dönüştürülmüştür.

Ancak beyindeki görme merkezi denen şey, görme sinirinin bittiği noktadan başka bir şey değildir.

Görme merkezi dahil tüm beynin temel yapıtaşı ise elementler, ve onların da temel yapı taşları elektron, proton ve nötronlardır. Yani bir odun parçasında ne varsa, beyinde de o vardır. Beyindeki yüklü parçacıkların akışından oluşan elektrik akımları ise bir bilgisayar işlemcisindeki elektrik akımından farklı değildir.

Göz ve beynin yapıtaşlarında ‘görme’ diye bir unsur yoktur ve parçalarında olmayan bir şey bütününde de olamaz. Eğer varsa, başka bir yerden geliyor demektir.

Göz ve beyin karbon, hidrojen ve oksijen vb gibi atomlardan oluşur. Aynı atomlardan oluşan bir ekmek parçasının görme kabiliyeti ne kadar ise, göz veya beynin görme kabiliyeti de o kadardır.

Göz-sinir-beyin üçlüsünün yapı taşları olan hücrelerde de “görme” diye maddî bir unsur yoktur, ve dolayısıyla varlığı tecrübelerle sabit olan görme madde-dışı, yani mânâdır.

 O halde kâinatta zaman ve mekân üstü yaygın bir ‘görme’ katmanı vardır. Ve manevî bir elmas gibi, bu katmandan gelen görme ışınlarını alıp yansıtabilen varlıklar da gören varlıklardır. Bediüzzaman’a göre bu görme âlemi, Allah’ın ‘Basîr’ isminin bir tecellisidir.

Göz veya görme merkezinde bir arıza olunca görmenin olmaması, görmenin kaynağının bu organlar olduğunu göstermez—aynen gözlük bağımlıları için görmenin kaynağının gözlük olmadığı gibi. Yani göz için gözlük ne ise, görme için de göz-sinir-beyin kombinasyonu odur.

Öyle görülüyor ki görme merkezi denen şey, bir mânâ olan görme özelliğinin beyinde yansıdığı veya tecelli ettiği noktadır. Başka bir tabirle, beyindeki görme merkezi, beden ile ruhun görme özelliğinin kaynak noktasıdır ve maddeden mânâya bir geçiş köprüsüdür.

Keza, parfümler ve tüm güzel kokulu çiçekler yine hidrojen, oksijen ve karbon gibi atomlardan oluşurlar, ve bu atomların hiç birinde ‘koku’ diye bir unsur yoktur. Suyun yapısındaki hidrojen atomu ile bir çiçeğin yapısındaki hidrojen tamamen aynıdır ve tüm atomlar, elektron, proton ve nötron parçacıklarından yapılmışlardır.

O zaman koku çiçeğin veya parfümün neresindedir? Hatta pis kokulu şeyler de aynı temel parçacıklardan oluşurlar.

Öyle görülüyor ki, koku maddede tezahür eder, madde ile taşınır, ama madde değildir. O halde koku madde-dışı yani mânâdır ve her molekülün kendine has bir koku alıp yansıtma özelliği vardır. Ancak kokunun kaynağı atomların dizilişi değildir—aynen elmasta pırıltıların kaynağının, karbon atomlarının bir kristal tarzında dizilmeleri değil, dışarıdan gelen ışığın olması gibi. Burada yanılgının kaynağı Bediüzzaman’ın ‘iktiran’ olarak tabir ettiği, iki şeyin beraber gelmesi veya bulunması ve bunların birbirine illet zannedilmesidir. Yani biri gidince ötekinin de gitmesi ve dolayısıyla birinin diğerinin kaynağı olduğu şeklindeki şartlanmadır.

Benzer şeyler tat için de söylenebilir.

Meselâ, elmadan portakala kadar tüm meyveler aynı atomlardan yapılmışlardır. Ama tatların meyvelerdeki atomlarla hiçbir ilgisi yoktur. Yani oksijen ve hidrojenin kendine has bir tadı ve bu iki elementin bileşeni olan suyun da bu karışımı andıran ara bir tadı yoktur. O yüzden hiç kimse organik bir molekülün yapısındaki atomlara bakıp tadını tahmin edemez. Belli ki, tat da değişik atom dizilimlerinde değişik şekilde yansıyan–ama atomlarla direk bir irtibatı olmayan–bir mânâdır ve tat ancak tecrübe ederek bilinebilir. Hayatında ilk defa tuz gören bir kimyacı tuzun yapısındaki atomlara bakarak tuzun birçok kimyasal özelliğini doğru olarak tayin edebilir; ama tuzun yapısındaki sodyum ve klor atomlarına bakarak tadının nasıl olacağı hakkında hiçbir şey söyleyemez.

Demek ki, varlıklar ve onlarda yaratılan özellikler birbirinden farklıdır. Maddede olmayan özellikler, aynada ışığın yansıması gibi onlarda tecelli etmektedir. Yani Allah, bizlere olan lütfünü ve nimetini böyle göstermektedir.

Bu basit gözlemler, varlıkların gerçek mahiyetini anlamakta sihirli bir anahtar rolü oynayacak, ve çevremizi algılayışımızı ve yaratılış hakkındaki anlayışımızı derinden etkileyecektir. Varlıkları temel katmanlarına ayırma yaklaşımı aynı zamanda bilimin önünü açacak, ve insanlığın yücelmesinin ve dünyada gerçek bir medeniyetin kurulmasının çekirdeğini oluşturacaktır.