İ’lem Eyyühel-Aziz! Enaniyetten neş’et eden şirk-i hafî katılaştığı zaman, esbab şirkine inkılab eder. Bu da devam ederse, küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta’tile yani hâlıksızlığa incirar eder. El’iyazübillah!..
(Mesnevî-i Nuriye, Zerre)
…
Şirk-i hafî, yani gizli şirk genellikle riya için kullanılıyor. Yani, bir işte Hakk’ın rızası yerine halkın beğenmesi gaye edinilirse, rızanın yerini riya almış olur, bir nevi gizli şirke girilir.
Bunun yanında, sebeplere olduğundan fazla önem vermek de şirk-i hafiye girer. Bu sebeplerden birisi ve en önemlisi insandır. İnsan, bir hayra sebep olduğunda, bunu Allah’ın izniyle, yardımıyla, O’nun yarattığı bedeni kullanarak, O’nun verdiği aklı istimal ederek yaptığını unutursa, o hayırlı sonucu kendi kuvvetine, ilmine ve maharetine vererek, kendini methetme yolunu tutar ve şirk-i hafi tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Mesela, bir Müslüman, Rezzak ancak Allah’tır diye iman ettiği halde, Allah’ın ona ihsan ettiği imkanlarla fakirleri doyurduğunda, onlardan aşırı bir hürmet beklerse, onlara minnet ederse, sanki rızkı kendisi veriyormuş gibi bir enaniyet tavrı takınırsa, Allah’ın rezzakiyetine bir nevi ortak koşmuş olur; şirk-i hafiye düşer.
Halbuki bütün hayırlar Allah’ın elindedir. Sebepler ancak birer perdedirler. Güneşte ışık yaratan da Odur, ağaçta meyve, denizde balık yaratan da.
İnsan bu gerçekten gaflet ederek, insanlara onun eliyle edilen ihsanları, kendi nefsine ve enaniyetine mal ederse ve “ben yaptım, ben olmasam bu iş olmazdı” derse, o zaman aynı şeyi diğer sebepler için de söylemesi gerekir. Yani, enaniyetten doğan şirk-i hafi bu defa “esbab şirkine” dönüşür. Bu taktirde, ışığı güneşin, mahsulü tarlanın, balıkları denizin yaptığını söyler; yahut öyle bir ruh haleti taşır.
Bu dünya hikmet dünyası olduğundan Cenab-ı Hak, çoğu eşyayı sebepler eliyle yaratmaktadır. Sebeplere gereğinden fazla değer veren kişi, bu halde devam ederse, sonunda hep sebepleri düşünüp Cenab-ı Hak’tan gaflet etme tehlikesiyle yüz yüze gelir. Tövbe edip bu fikrinden dönmediği taktirde, bu hal onu küfre, yani hakikatlerin perdelenmesine, örtülmesine, dikkate alınmamasına götürür. Bu halin devamı ise Üstadın ifadesiyle “ta’tile yani hâlıksızlığa incirar eder.”
Ta’til, bugünkü ifadesiyle ateizmdir; hiçbir şeye inanmamak demektir.