Hayatımızın en temel ihtiyaçları arasında olan, beslenmede geniş bir yer tutan tuz maddesinin sağlığımız açısından yararları ve zararları nedir? Günlük hayatta besin maddesi olarak kullandığımız ‘NaCI’ sembolü ile ifade edilen ve üç beyazlardan olan (şeker, un, tuz), temel besin maddelerimizden biri olan yemek tuzunu inceleyeceğiz..
…
Tuz, yüzyıllardır ülkemizde hem bir besin maddesi, hem de geleneksel bir ilaç (drog) olarak kullanılmaktadır. Örneğin tuz, ağrılı ve yaralı deri üzerine uygulanır. Bu arada tuzlu su pansumanı bazı deri hastalıklarının tedavilerinde de kullanılır. Bazı geleneksel reçeteler uyuz hastalığında uygular. Osmanlıca tıbbi yazmalarda, aynı zamanda bazı Osmanlı arşiv belgelerinde de örnekler kayıtlıdır.
Tuzun bütün bu özellikleri modern tıp da kabul etmektedir.
Tuzun Tarihçesi: İnsanlığın Tuzlu Tarihi
Mark Kurlansky, insanlığın binlerce yıllık tuz macerasını anlattığı “Tuz-İnsanlığın Tuzlu Tarihi” adlı kitabında, hiçbir canlı türünün onsuz yaşayamayacağı, bir asidin bazla tepkimesinden doğan tuzun, insanlık tarihindeki yerini dile getiriyor.
Kurlansky’nin belirttiğine göre, insanın yediği tek kaya türü olan tuzun, günümüzde ilaç üretiminden, buz tutan yolların trafiğe açılmasına, suyun yumuşatılmasından sabun üretimine kadar 14 bin çeşit kullanım alanı bulunuyor.
İnsanoğlu 20. yüzyıla kadar umutsuz bir biçimde tuzun peşinde koştu. Tarih boyunca tuz o kadar değerliydi ki, bazı ülkelerde asker ve işçiler maaşlarını tuz olarak alıyordu. Büyük Roma yollarından ilki, tuzu sadece Roma’ya değil yarımadanın iç kesimlerine de taşımak için inşa edilmişti.
Çinliler, Romalılar, Fransızlar, Venedikliler, Habsburglar ve diğer birçok yönetim, savaşlar için para bulmak üzere tuz vergisi koymuştu.
Çin yönetimleri yüzyıllarca tuzu, bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdi. Çin’de İ.Ö. 12. yüzyılda tuz vergisinden söz eden metinler bulundu.
Yazar Kurlansky, et ve balığı tuzlayarak saklayan ilk uygarlığın Mısırlılar olabileceğini belirterek, balığı tuzda saklamaya ilişkin en eski Çin belgelerinin İ.Ö. 2000’e tarihlenirken, çok daha eski tarihlerden kalan Mısır mezarlarında tuzlanmış balık ve kuş eti bulunduğuna dikkati çekti. Mısırlılar, Nil deltasında deniz suyunu buharlaştırarak tuz üretiyorlardı.
Tuzun Kimyasal Yapısı Nasıl?
Tuz saf halde iken yaklaşık %40 Sodyum, %60 Klordan oluşur. Sertliği 25 olup, özgül ağırlığı 2.1-2.35 gr/cm3 arasında değişir. Erime noktası 800.8°C, kaynama noktası ise 1412°C’dir. Doğadan alındığı şekliyle, rengi gri, sarı, kırmızı hatta mavi ve yeşildir. Ancak saf halde iken tuz, renksizdir.
Ekonomik bir değer taşıyan tuz kaynakları katı ve sıvı olarak ikiye ayrılmaktadır. Tuz, sıvı halde denizlerde, tuzlu gözlerde, tuzlu su kaynaklarında ve katı halde de kaya tuzu şeklinde bulunmaktadır. Bitmez ve tükenmez tuz kaynağı olan denizler dünyamızın en büyük tuz rezervlerini oluşturmaktadırlar.
Tuz ve sağlık: Tuz, Beyaz Zehir mi?
Tuz, son dönemlerde hep beyaz zehir olarak tanımışızdır! Lakin hayatımızda tuz olmaz ise hücrelerimizdeki iyon dengesini sağlayan Na ve Cl kaynaklarını başka yerden karşılamamız gerekecekti.
Peki tuz, faydalı mıdır, zararlı mıdır? Peşinen şunu söyleyelim ki; tuz da gerektiği zaman kullanıldığında faydalı, ifrat (fazla) derecede kullanıldığında ise zararlıdır.
Tuz, sıvılar içerisinde iyonlarına ayrışır. Bu iyonlar bilindiği üzere ‘Na’ ve ‘Cl’dir. Bu iki iyondan ‘Na’ hücre dışındaki elektriksel potansiyeli, ‘Cl’ da hücre içindeki elektriksel potansiyeli sağlamada faydalıdır.
Peki niçin tuzu böyle ‘Na’ ve ‘Cl’ diye iyonlarına ayırarak anlatıyoruz? Tuz vücudumuza girdiği gibi iyonlarına ayrılıyor. Tuz ağızdaki tükürük salgılarıyla karşılaştığı an iyonlarına ayrışıveriyor. Hadi tükürük salgısını atlattı diyelim, mide içeriğinde hiç şansı yok. İllaki iyonlarına ayrışacaktır. Dolayısıyla tuz vücudumuz için ‘Na’ ve ‘Cl’ iyonları demektir. Çünkü o şekliyle kullanılır.
Bu iyonlar vücudumuzda farklı işlevlere sahiptir. Bu yüzden farklı muamele görürler. Yani böbreklerde biri atılırken diğeri tutuluyor. Bu şekilde ince ayarı yapılmış oluyor.
Peki, Tuz Tüketimimiz Arttığında Ne Olur?
Kanımızdaki yoğunluk artacaktır. Vücut bir yandan böbrekler vasıtası ile tuz atacak, bir yandan Renin-Anjiotensin (I-II) hormonlarını salgılayıp su tutmaya çalışacak. Ayrıca bizim canımız da su isteyecek. Su ihtiyacımızı karşılamayıp uyursak; rüyalarımızda kurak çöllerde, sahralarda susuz kalmış rollere gireceğiz. Ağzımız, dudaklarımız kuruyacak. Kısacası dışarıdan su almamız için vücudumuz bizi habire uyaracak.
Ayrıca içerden tedbirler alınacak; lakin su beynimizin %85, vücudumuzun %70’ini oluşturduğundan bu ihtiyacın karşılanması çok mühimdir.
İşte tuzlu beslendiğimizde kanımızdaki bu yoğunluk risk faktörü oluşturur. Özellikle yüksek tansiyonun müsebbibidir. Ne kadar su içsek de bu risk atlatılmıyor. Çünkü vücutta atılmayı bekleyen fazla tuz halen duruyor. Tabii bir kısmını vücut kullanıyor ama başka besinlerden de ‘Na’ ve ‘Cl’ alındığı için tuza pek ihtiyaç kalmıyor. Dolayısı ile tuz hayatımızın vazgeçilmezi değil. Bilakis tansiyon hastalarının ayrıca kullanmaktan vazgeçmesi gerek.
Peygamberimizin (asm) Tavsiyeleri
Bu konuda anlatılır ki, Peygamberimiz (asm) yemeklerden önce tuz tanelerini ağzına atarmış. İşte yemeğe Peygamberimiz (asm) gibi başlarsak, çorbamızı içerken tuz katma ihtiyacı hissetmemiş oluruz. Ayrıca yemeğin başında ağzımıza tuz alınca su içmek durumunda kalırız. Ki suyla başladığınız bir yemeği tahayyül ediniz; iştahınız hafifçene kesilir. Bu durum da, yemekten tam doymadan kalkmamıza yardımcı olur. Kilo problemi olanların dikkatine!..
Yeri gelmişken yine Peygamber Efendimizin bir öğüdünü hatırlamakta yarar var: Midenizin 1/3’ünü katık, 1/3’ünü su ve kalan 1/3’ünü de boş bırakmak sünnettir. Yemekten önce tadılan tuz, bunu da uygulamamıza yardımcı olacaktır.
Bu sünnetler aslında hiçbir diyete değişilmez hayatî uygulamalardır. Biraz daha önem verip uygulamaya koymak elzemdir aslında. Demek ki tuz, her bakımdan önemli, vazgeçemeyeceğimiz bir nimettir.
Kaynaklar:
1. Wikipedia.com
2. Biritanica Ansiklopedisi
3. http://www.msxlabs.org/forum/kimya