TR EN

Dil Seçin

Ara

Malı Ve Evladı İnsanın Can Düşmanı Olur mu?

Malı Ve Evladı İnsanın Can Düşmanı Olur mu?

Düşman deyince, akla, insanın dışında, ona zarar veren, hayatını tehdit eden her türlü varlık gelir. Kur’an-ı Kerim, insanı doğru yoldan saptırmak için bütün gücüyle çalışan şeytanı, insan için açık bir düşman olarak tanımlar.

Düşman deyince, akla, insanın dışında, ona zarar veren, hayatını tehdit eden her türlü varlık gelir. Kur’an-ı Kerim, insanı doğru yoldan saptırmak için bütün gücüyle çalışan şeytanı, insan için açık bir düşman olarak tanımlar.

İslâm’a karşı olan kâfirler, münafıklar da açık düşman tanımı içindedirler. İnsanın ticari hayatta rakipleri, sosyal hayatta hasımları olabilir. Bunlar da bir çeşit düşman sayılırlar. İnsan dışında doğal çevrede bazı zararlı bitkiler, yırtıcı ve zehirli hayvanlar da insan için, düşman sınıfına dahil edilebilirler.

Ama Peygamber Efendimiz, bütün bu açık düşmanların dışında insan için çok daha tehlikeli ve sinsi bazı düşmanlardan haber vermektedir.

İnsan, dışında gördüğü, karşısında bulduğu bildik düşmanlara karşı yeterince önlem alabilir. Onların zarar ve tehditlerinden kendini koruyabilir. Ama düşman, insanın dışında değil de içinde, en yakınında olursa, ona karşı tedbir almak, zarar ve tehditlerinden sakınmak zorlaşır.

Peygamber Efendimiz, her insan için kaçınılmaz olan bu sinsi düşmanları, bir hadis-i şerifte meâlen şu şekilde belirtmiştir:

“Düşman, onu öldürdüğünde sana gazilik kazandıran; seni öldürürse (şehit olarak) cennete girmene vesile bulunan (cephede savaştığın) kimse değildir. Asıl düşman, (dini terbiyesini ihmal ettiğin) öz evladındır. Bundan daha büyük bir tehlike de elinle kazandığın (fakat zekat ve sadakasını vermediğin) öz malındır.” (Taberani)

Görüldüğü gibi, insanın korkması gereken asıl düşman, cephede savaştığı askerî kuvvetler veya terörist güçler değildir. Mü’min, bu düşman karşısında daima üstündür ve daima galiptir. Çünkü onu öldürüp yenmesi halinde gazilik gibi yüksek bir makam elde eder. Ona yenilip öldürülmesi durumunda ise, şehitlik denen en yüce makama, en ulvi dereceye ulaşır. Bu düşman, onun hem dünyada, hem ahirette sadece itibarını artırır. Şerefine şeref katar. Sevabına sevap ekler.

Hadiste belirtilen husus, insanın koynunda yatırdığı ve kucağında taşıdığı kendi öz evladının ona düşman olma durumudur ve bu hal, çok trajik bir olaydır.

Çünkü evlat sahibi olmak, insan hayatında en mutlu hadisedir. Evliliğin ve yuva kurmanın ana gayelerinden biridir.

İnsanın kendi öz evladı, insana nasıl düşman olur, üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken önemli bir konudur.

Anne-baba çocuklarına dinini diyanetini öğretir, İslâm ahlakı ile terbiye eder, dini sorumluluklarını anlatıp uygulama alışkanlığı kazandırırsa, bu çocuklar ahirette anne ve babasına düşman değil, şefaatçı olurlar. Dünyada da ebeveynine sevgili, saygılı, itaatli, hayırlı birer evlat olarak görevlerini yerine getirirler.

Bunun tersine, anne-babalar, evlatlarının bütün dünyevi ihtiyaçlarını yerine getirseler bile, dini ve ahlaki değerlerin öğretilmesi ve kazandırılması yönünde hiçbir gayret göstermezlerse, bu konudaki görevlerini ihmal ederlerse, o evlatlar, yarın ahirette cehennem azabına muhatap olma halinde, anne babalarına düşman kesilirler. Yakalarına yapışırlar. “Niye bize dinimizi, ahlakımızı öğretmediniz, cehennem azabına düşmemizi önleyecek terbiyeyi ve eğitimi vermediniz,” diye suçlamada bulunurlar.

Bu durumdaki bir anne-babanın en büyük düşmanı, başkası değil kendi öz evladı olur.

Hadiste, insanın kucağında taşıdığı, elinden tutup gezdirdiği, besleyip büyüttüğü, en büyük değeri verdiği evladının, insan için büyük bir düşman haline gelmesi durumuna dikkat çekilmektedir. Böyle bir tehlikeye karşı, anne-babalar uyarılmakta; vazifelerini tam yerine getirmeye çağırılmaktadır.

Hadiste tanımlanan ikinci sinsi düşman, insanın kendi eliyle büyük bir zevk alarak kazandığı, kasasına ve kesesine sevinçle koyduğu, bankalara veya finans kurumlarına mutlu şekilde yatırdığı mal varlığıdır.

İnsanın kazanmak için ömrünü harcadığı bu mal varlığının onun en azılı düşmanı olma keyfiyeti de çok önemli bir durumdur.

Mal-mülk edinme duygusu, insanın yaratılışına konulmuş temel duygulardan biridir. Allah bu duyguyu her insana sınırsız şekilde vermiş, ama bu duyguyu kullanmaya bazı ölçüler ve sınırlamalar getirmiştir. Buna göre:

- Mülk edinmek, maddi kazanç sahibi olmak her insanın temel haklarından biridir. Ama bu hakkın meşru dairede olması gerekir. Yani helal dairede kalınmalı; haram yollara girilmemelidir. Gayr-i meşru kazanç şekillerinden uzak durulmalıdır. Kumar ve faiz kazançları, haram olan mal edinme şıklarından biridir.

Dünyada kazanılan mal ve mülkün, ahirette mutlaka hesabı; haram yoldan elde edilmiş ise hesabına ilaveten bir de azabı söz konusudur.

İnsanı azaba düşüren bir mal ve mülk iktisabı, insanın dostu değil, düşmanıdır. İnsan kendi eliyle kendini sıkıntıya sokmakta, cezaya düşürmektedir.

Mal ve mülkün helal yoldan kazanılması ile de iş bitmemektedir. Kazanılan mal, sadece bununla düşman olmaktan çıkmamaktadır.

Helal yoldan kazanılan mal ve mülkün, israf edilmeden, iktisat üzerine harcanması; haram olan yerlere kullanılmaması da şarttır. Lüks ve sefahet yolunda harcanan mal ve mülk de haram kazançlar gibi insanın başına beladır.

Ayrıca malın sadakasının veya zekatının verilmemesi de kazanılan malı, sahibine düşman durumuna getirir.

Kazanılan ve biriktirilen malın, ahirette nasıl düşman kesildiği ve insana azap vasıtası haline geldiği, hadislerde açık bir dille ifade edilmiştir. Bu konuda, şu hadis oldukça dikkat çekicidir:

Abdullah bin Ömer’den:

“Malının zekatını vermeyen kimselere, (Allah) mallarını, kıyamet günü kel başlı ve 2 boynuzlu bir yılan şeklinde gösterir. Yılan o kimseye sarılarak şöyle der: Ben senin zekatını vermeyip biriktirdiğin servetinim. Ben senin zekatını dağıtmaktan kaçındığın hazinenim.” (Nesai, Zekat, 20)