Tıbbın mazisine bir bakış atarsak oldukça derin bir mevzuya kapı aralamış olacağız lakin birazcık değinmek istiyorum.
Tarihteki ilk tıp okulu Antik Yunan dünyasında M.Ö. 700 yılında Knidos’ta açılmış.
Antik Yunan tıp bilimlerinin Mısır tıbbından pek çok şeyi kendi kültürlerine aktardığı kesin bir gerçektir. Mısır tıbbı ise M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanır. Mısırlıların tıp alanındaki ve şifalı otlarla ilgili olarak bildikleri şeylerin ünü Odysseia’da görülebilir.
Antik Yunan tıbbına dönersek; Hipokrat, Kos’ta kendi tıp okulunu kurdu. İsteyen öğrenciler bir miktar para ödeyerek Hipokrat’ın okuluna girer ve öğretmenleriyle sıkı bir iş-aile ilişkisi kurarak çalışırdı. Eğitim süreci genelde sözlü öğretimlerle geçerdi.
Şimdi de tıp eğitimi %50 sözlü sınavlara dayanmaktadır. Teorik sınav üstü hoca sözlüsü. Dersi geçmenin bir yarısı hoca sözlüsünden geçmek! Özellikle üçüncü sınıftan sonra kliniklere giden öğrenciler hocalarla usta çırak ilişkisi içersinde öğrenimini sürdürmekte.
Bizim eski tıp ile en yakından ilintili olduğumuz şey, mezun olurken okuduğumuz hekimlik andıdır ve Eski Yunan tıbbına yani Hipokrat’a kadar uzanır. Tabi ki şu anda okuduğumuz revize edilmiş halidir. Mesela orijinal metinde “Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, kimseye ölümün yolunu göstermeyeceğim.” ibaresi günümüz Türkiyesinde de yasalarla korunan ötenazinin yasak oluşuyla yakından bağlantılıdır. Lakin “Bu sanatta hocamı babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım.” maddesi “Hocalarım için beslediğim saygı ve minneti her zaman koruyacağım.” şeklinde değiştirilerek hekimlik andımızda yer almaktadır. Tıp etiği o dönemde ne kadar önemsenmiş; dikkate şayan…
İşte tıbbın mazisi bu kadar eskilere dayanmakta. Belki de bu kadar eski olması insanların güvenini ve saygısını kazanmasını sağlayan faktörlerden. Buna karşın doktor, herkesin çokça önemsediği sağlık kollayıcısıdır, şifayı bulmamıza vesile olandır ki, işini hakkıyla yapan hekimlere saygı duymak bu noktayı nazarla önemlidir.
Hani hep duymuşsunuzdur derler ki, tıp bir yaşam biçimidir. Eğitim hayatı altı sene. Sonra Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) var. Kazananlar 4 yahut 5 yıl asistanlık yaptıktan sonra tezini verir ve uzman olur. Ya kazanamayanlar? Sınava tekrar hazırlanmak için sırada bekleyen mecburi hizmeti ertelemek için puanı nispeten daha düşük olan temel tıp bölümlerine yerleşir. Uzman olan mecburi hizmete gider. Olamayan da gider. İki yıl. Sonrasında kimisi akademik kariyer yapmak ister; üniversiteye girer. Kimisi de unvanıyla yetinip bir yerlerde rahatlıkla iş bulur.
Tabi bunların dışındaki seçeneğin yolcusu da çoktur. O seçenek de, farklı mesleklerde çalışmak. İstemediğiniz kadar fazla örneği mevcuttur. Şarkıcısından tut yazarına kadar her bir mesleğe el atmış hekimlerimiz vardır. Ferhat Göçer’in genel cerrah olduğunu duymuşsunuzdur. Ya şunu duydunuz mu; “Tıptan her şey çıkar; ara sıra da doktor çıkar.”
Biraz da başlığa sadık kalıp asıl mevzuya dönelim.
Tıpta ilk sene ÖSS (ismi hâlâ aynıysa tabi) maratonundan kendini güvenli bir kıyıya atmış olduğunu düşünen tıp öğrencisi için bazı gerçeklerle yüzleşme zamanıdır. Çoğu tıp fakültesinde olduğu gibi bizde de ders gördüğümüz amfiler hastanenin içindedir. Yani hiç de bazı özel üniversiteler gibi ayrı kampus alanımız yoktur. Avantajıyla dezavantajıyla bu böyledir. Ama olsun bunlar, ilk seneden sonra dillendirilmez bile, alışılacak şeylerdir.
Dersler başlar. Amfinin arka tarafları rahatçılar tarafından doldurulmuştur. Önlere doğru gidildikçe dersleri nizami takip eden zaten tıbbı da seve-isteye tercih eden çalışkanlara rastlanır. Fizikçi Enrico Fermi’nin bir sözünü hatırladım: “Fizikçiler ikiye ayrılır; en iyiler ve bu mesleği hiç seçmemiş olması gerekenler.” Bu, tıpta pek geçerli değildir. Elbette iyi hekim kötü hekim vardır, lakin bu fakülteye yerleşen çoğunluk okulunu bitirir ve doktor olur.
Peki öğrenciler böyle, hocalar nasıl?
Çok muhtelif vasıflara sahip hocalarımız vardır. Kimisi sadece dersini anlatır birkaç slayt gösterir gider. Kimisi stand-upçılara taş çıkartacak derecede esprilidir. Kimisi bol bol toplumsal mesajlar verir, siyaset yapar. Kimisi babacan tavırlarıyla tecrübelerini paylaşır. Hoş; bunların hepsi mevcuttur ama hepsinden öğreneceğimiz çokça şey vardır. Şayet siz oraya ders dinlemek için gidiyorsanız istediğinizi alacaksınız demektir...
Ve alt dönemler gelir. Onların gözünde üst sınıf olarak ‘vay be’ diyerek bakılacak kişisinizdir. Bir üst sınıf hiçbir zaman bu kadar itibar elde edememiştir; ne lisede, ne ilkokulda. Hele 1. sınıftaysan, intörn (6. sınıf) senin muhayyilenin üstüne çıkmış 6 koca sene tıpta pişebilmiştir. Yalnız bu bakış açısı her sene değişir üst sınıflar gözünde küçülür ama alt sınıflar hâlâ çömezdir...
Tıp öğrencisi hayatın bezdirici yanlarıyla nasıl baş etmesi gerektiğini pekala öğrenir. Vizelere hazırlık için haftalar öncesinden başlayan ders çalışma programlarına pek uyulmaz ve son haftaya yığınla konu kalır. Bunların içinden çıkmaya çalışırken hayat niçin bu kadar zor diye düşünmeye fırsat dahi bulamazsınız. Ve vizeler geçerken her sınav çıkışı muhabbetler aynıdır. “Finallere şimdiden çalışmaya başlıycam abi” “Evet ya ben de bu gün başlıyorum..”
Ama bu tıptır, şakası yoktur. Günü gününe olmasa da sınavlara çalışmaya evvelden başlamayan son gün öğrendiklerini sınav öncesi birbirine karıştırmaya başlar. Özellikle anatomi dersi için günlük çalışmalar nafile çabalardır. Ama ne hikmetse anatomiyi herkesler geçer. Çünkü üst sınıflar gözümüzü korkutur ve herkes anatomiye aşırı çalışıp da gelir; çoğunluk da geçer.
İşte tıp eğitimi bu denli özgün ve ne getireceği bilinmeyen yanlarıyla dolu öğrenci yetiştiredursun hastalar açısından hayat oldukça farklıdır. Bazı hastalar kronik (müzmin, uzun süreli) ya da aşırı meraklı olurlar. Hastalıkları hakkında o kadar çok şey öğrenirler ki doktoru aciz bırakacak sanırsınız. Kimisi ilacının ismini söyler ve doktorunun reçetesini doldurmasını bekler. Bunu çoğu doktor etik bulmaz tabi.
Daha anlatılacak çok şeyler var elbette. Fakat ben size ortalama bir öğrencinin tıp fakültesindeki ilk gözlemlerini aktarmak istedim. Hüda yardımcımız olsun.
…
Tababet: Hekimlik
Pre-klinik: 1) Diş hekimlerinin klinik öncesi, protez, tedavi, endodonti derslerinin uygulama alanıdır. 2) Klinik öncesi; ki ben bu anlamda kullandım. İlk üç yıl eğitimimi bu şekilde ifade etmek istedim. Aslı esasında bu tip bir kullanış yoktur.
Kaynaklar:
1. http://www.ttb.org.tr/
2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Antik Yunanistan