TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayal / Aile Öyküleri

Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki genişçe bir evde bir oğlan çocuğu yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara düşkünmüş. Bir gün:

“Büyüdüğümde neler istediğimi buldum” demiş kendi kendine. “Çok büyük bir evde yaşamak isterim. Uçsuz bucaksız bir bahçesi olmalı. Bahçede iki St. Bernard köpeğim olsun isterim. Uzun boylu, siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen çok güzel ve çok şefkatli bir kadınla evlenmek isterim. Üç güçlü oğlum olsun isterim; tâ ki, onlarla futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi buluşlar yapan bir bilim adamı olsun, öteki senatör, üçüncüsü de dünya çapında ünlü bir sporcu... Ben de dünyanın her tarafını göreyim. Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım, dağda kalmış insanları kurtarayım. Arabam da Ferrari olsun isterim.”

Delikanlı, bu hayallerin gerçekleşmesi için, başlamış dua etmeye. Günler günleri, aylar ayları bu şeklide kovalamış.

Ancak, günün birinde, umulmadık bir şey olmuş. Bir gün arkadaşlarıyla futbol oynarken ayağı kırılmış. Ondan sonra, değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmak da artık hayal olmuş bu arada...

Aksayan bir bacakla, çalışmayı sürdürmüş yine de. İyi bir işletme eğitimi görüp, tıbbî malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Şirketi kurduğu günlerde, üniversitede tanıştığı bir kızla da evlenmiş. Kız güzel ve şefkatliymiş gerçekten. Fakat uzun boylu değil, kısaymış. Saçları kestane rengi, gözleri badem rengiymiş. Gitar çalamaz, güzel şarkılar söyleyemezmiş. Ama harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış.

Adam, işinden dolayı, şehir dışında geniş ve güzel bir villada değil, şehir içindeki bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış. Ama evinin deniz manzarası gene de harikaymış. İki St. Bernard köpeği besleyecek bahçesi yokmuş ama güzel mi güzel bir kedisi varmış.

Bu arada, üç çocukları olmuş. Ama üçü de kızmış. En küçük kız, tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama içlerinde en güzelleri oymuş. Üç kız da babalarını çok seviyorlarmış. Onunla futbol oynayamıyorlarmış ama, birlikte parklara, ormanlara gidiyorlarmış.

Adam iyi para kazanmış, ama öyle kırmızı bir Ferrari’si filan olmamış. Bir sabah tâ çocukluk yıllarında yaptığı duaları hatırlamış. Üzüntü içinde, en iyi arkadaşına koşmuş:

“Ben” demiş, “hiç mutlu değilim.”

“Neden?” demiş arkadaşı...

“Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım kısa boylu, saçları kestane rengi, badem gözlü; gitar da çalamıyor.”

Arkadaşı:

“Ama çok iyi bir insan, değil mi?” demiş. Adam dinlememiş bile onu... Sonra, bir gün karısına içini dökmüş:

“Hiç mutlu değilim” demiş.

“Neden?” diye sormuş karısı...

“Çünkü büyük bir bahçe içinde lüks bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47. katta bir apartman dairesine tıkıldım. İki St. Bernard köpeğinin yaşayacağı geniş bir bahçem olsun isterdim, hani nerde?”

“Ama güzel bir dairede yaşıyoruz” demiş karısı. “Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Huzurluyuz, neşeliyiz, birbirimizi seviyoruz. Üç de harika çocuğumuz var.”

Adam dinlemiyormuş bile... Daha sonra bir gün bir psikiyatriste koşmuş bu kez:

“Ben mutlu değilim” demiş.

“Neden?” diye sormuş psikiyatrist.

“Çünkü ben bir gezgin olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim. Oysa masabaşı işim ve sakat bir bacağım var.”

“Ama sattığın tıbbî malzemeler yığınla hayat kurtarıyor” demiş doktor...

Adam dinlememiş. Doktor da, yüz dolarlık bir vizite ücreti yazıp yollamış. Bu kez, malî müşavirine dert yanmış adam:

“Ben çok mutsuzum” demiş. Malî müşavir sormuş:

“Neden?”

“Ben kırmızı Ferrarim olsun isterdim. Oysa işe metroyla gidip geliyorum. Bir yığın da sorunum var.”

“Ama halin vaktin yerinde” demiş malî müşavir. “İyi bir gelirin var, aile huzurun var, istediğini alıp istediğin yere gidebilir durumdasın.” Ama adam dinlemiyormuş bile. Malî müşavir adama yüz dolarlık bir danışma ücreti fatura edip yollamış. Onun da hayalinde bir kırmızı Ferrari varmış çünkü.

Adam, çocukluk hayaline takılıp kalmış. Gün geçtikçe, mutsuzluğu daha da artıyormuş. En sonunda, hasta olup yataklara düşmüş.

Hastane odasında serumlarla beslendiği günlerin birinde, bitkin bedeni uykuya daldığında, bir rüya görmüş adam. Rüyasında, bir melekle karşılaşmış.

Uyanıkken aklı fikri çocukluk hayaline takılıp kalmış adam, bu kez rüyasında meleğe anlatmış çocukluk hayalini.  

“Allah’a günlerce, haftalarca yalvarmıştım” demiş. “Ama hayallerim gerçek olmadı. Dualarım kabul edilmedi.”

“Allah dualarını geri çevirmedi” demiş melek. “Sana onları verebilirdi; ama onlardan daha güzelini vermeyi tercih etti. Güzel, sadakatli, sevecen bir eş, iyi bir iş, şehir şartlarında herkesin hayalini kurduğu geniş ve güzel bir ev ve üç tatlı kız çocuğu...”

“Evet” demiş adam. “Ama ben Allah’ın bana benim gerçekten istediklerimi vermesini istiyordum.”

Melek:

“Biliyor musun?” demiş. “Allah da, onun senin için gerçekten istediğini vermeni senden bekliyor?”

“Allah benden ne istiyor ki?” demiş adam.

“Onun sana verdiklerinin kıymetini bilerek mutlu olmanı ve şükretmeni!” demiş melek.

Adam o gün boyu bu rüyayı düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Bu defaki hayalinde, zaten sahip olduğu şeyler varmış hep.

Adam, o günden itibaren, ailesiyle birlikte mutlu bir hayat yaşamış. Ve her fırsatta, “Hayal gücünüzü kullanmaktan çekinmeyin” demiş insanlara. “Ama size verilenlerin kıymetini bilmek şartıyla...”