TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayat Üç Gündür

“Allah’ım! Bu günün bereketinden nasibimi bol eyle.                                                               

Hayırlara ulaşma yolunu kolaylaştır.                                                                                                      

İyi amellerimin kabulünden beni mahrum bırakma.”

— Peygamber Efendimiz (sav)

 

Bu sıralar sık sık uykularım kaçar oldu. Hamdolsun, şikâyetçi değilim. Vakit yetmiyor derdinden kurtuldum. Yapılacak o kadar iş var ki!.. En başta, güne duayla başlamak... Ruhu arıtıyor, kalbi dinlendiriyor dualar. Ve ardından salâvatlar. Derin bir nefes aldırıyor insana.

Rahmetin nasıl lâtif bir hava gibi yayıldığını, her şeyi kapladığını o an hissediyorsunuz. İçinize huzur doluyor. Bir başka gün doğuyor ömrünüze.

Belki de en uzun bir gün olacak bu. Belki de bu günle beraber yeniden doğacaksınız. Ne mutlu. Gözünüz ve gönlünüz aydın olsun. Yeniden hayata “bismillah” ile başlamak; yüreğinizde bir temizlik, içinizde bir hafiflik duymak ne güzel. Şimdi bulutların üstündesiniz, gözünüzü gezdirdiğiniz yerlerdesiniz. Sevinçten uçacak gibisiniz. Sanki tüm günahlarınızdan affedilmişsiniz. Ve bırakıyorsunuz kendinizi Ziya Osman Saba’nın mısralarına:

“Şu güzel gün, şu çocuk, yanı başındaki anne... / Sen koymuşsun, Allahım, her şeyi bu düzene! / Şu günü göstermiş, geceyi bitirmişsin, / Hasret kavuşturmuş, gözyaşı dindirmişsin, / Garip gönlümü almış, beni sevindirmişsin... / Kavuşmuş dünyasına herkes, uyumuş uykusunu. / Esen rüzgâr iletiyor / Bembeyaz bulutların kokusunu... / Bir nurdur dökülüyor doğan günden yüzüme, / Bakıyorum, şu âlem görünüyor gözüme”

Dil kalbin elçisi, kalbi temiz olanın, dili de temiz oluyor.

Söz veriyorsunuz. Bugün kimsenin hatırını kırmamaya ve kalbinize bir kir, bir çamur sıçratmamaya. Bir hatayı bir daha tekrarlamamaya. Dilinizi boş sözden, kalbinizi kötü zandan korumaya. Söz veriyorsunuz arınmaya. Göz yaşlarınız şahidiniz.

Belki de akşama varamadan. Son bir gün olabilir bugün. Ne olur, ne olmaz diyorsunuz. Dikkatli yaşamaya, Allah (c.c) ile olmaya söz veriyorsunuz. Korku ve keder bulutları dağılıyor. Allahım ne günlerin varmış. Ne kadar gafletteymişim meğer deyip, hayıflanıyorsunuz...

Evet, böyle bir günden mahrum kalan, bir aydan da, bir yıldan da mahrum kalabilir. Günü yakalamak isteyen, sabah erken kalkmalı. Elde fırsat varken, uyanmalı ve o günü yakalamalı. Ha gayret... Dert çekmeyen rahatlığı bilmez. Yeşim taşı da topraktan çıkar ama işlenmeyince mücevher olmaz. Az gayret... Güzel bir günün, güzel bir ömrün kuyumcusu olalım bugün. Biraz dikkat, biraz da sabırla. Ümidi hiç kaybetmeden. Az daha derin yaşayalım, az daha derin kazalım hayatı tıpkı şu öyküdeki gibi:

Amerika’da altın arama çılgınlığının yaşandığı günlerdi. Kaliforniya’da altın arayan iki kardeş vardı. Ellerinde avuçlarında ne varsa satmış ve bir altın madeni satın almışlardı.

Bütün işaretler, sahip oldukları madende büyük bir altın damarının olduğu yönündeydi. Ancak, ne kadar kazdılarsa da bir türlü altına ulaşamadılar. Sonunda sabırları da, paraları gibi bitti ve madeni, birkaç yüz dolara bir başkasına sattılar.

Madeni satın alan adam ilk iş olarak kendisine bir maden mühendisi tuttu ve araziyi inceletti.

Mühendis yaptığı araştırmalar sonucunda, iki kardeşin kazı yaptığı yerde yeniden kazı yapmaya devam etmenin en akıllıca fikir olduğunu söyledi.

Kazıya iki kardeşin bıraktığı yerden devam eden adam, yaklaşık bir metre daha kazdıktan sonra büyük altın damarını buldu ve büyük bir servete kavuştu.

Eğer o iki kardeş, biraz daha sabırlı olsalardı, bu büyük servet onların olacaktı. Tam bir hayat dersi...

Yatakta geçen güne, sakın ömürdendir deme. Küçük vesveseleri, küçük kederleri boş ver. Onlar biraz kıpırdanınca, sinekler gibi kaçar giderler. Bir çuval cevize, yumruk kadar taş yeter. Koz vermeyelim nefsimize. Sözüne uymayalım. Bilmediğimiz yola sapmayalım. Bilinmeyen yolun çukuru çok olur. Üste başa bulaşan çamurlar yıkanır, çıkar ama, kalbe bulaşan kirler tövbesiz çıkmaz.

İnsan bir nimeti kaybetmeden anlayamıyor. Gün oluyor, bir dakikayı arıyoruz. Öyle bir zaman gelecek ki, bu ânı, bu günü de çok arayacağız. Hayat üç gün derler, ama geçmiş ve gelecek günlerin bize bir faydası yok. Geriye sadece bir gün kalıyor. Şimdi soralım; “hayat kaç gün?” Doğru cevap: Hayat bir gündür. O da belki bu gündür.

Geçiyor hayat, bitiyor ömür. “Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.” (Bediüzzaman)

Bin rüya, bin uyku, bir hayırlı uyanışa, bir hayırlı kalkışa değmiyor. Rüyada yiyen adam, doydum sanır ama uyanınca anlar ki, mide boş ve açtır. Hayat denilen uykuda doydum sananları, gerçekten uyanacakları ahiret hayatında sahici bir açlık bekliyor. Rabbim muhafaza eylesin. Âmin.

Geriye dönüp bir bakalım. Bizden öncekiler nerede? Bir iz, bir işaret yok. Sanki burada hiç yaşamamış gibiler. Dünya böyle. Dünya bir değirmendir. Önüne kattığını bir gün gelir öğütür. Niceleri gelip neler istediler ve sonunda hepsi de bu dünyayı bırakıp gitmediler mi? Biz hiç gitmeyecek gibiyiz sanki. İnanın o gidenler de hep bizim gibiydiler. Öyle düşünüyor, öyle yaşıyorlardı belki. Aldanmakta fayda yok. Bizi burada bırakmazlar, bizi burada durdurmazlar. Bari biz kanmayalım, kanıp da yanmayalım. Elveda aldanış, elveda boş yıllar, deyip uyanalım.

Merhaba taze gün, merhaba yeni hayat, merhaba doğan gün. Annemden doğduğum gibi tertemiz gün merhaba. Hayatımın ilk gününe, belki de son gününe merhaba.

Hz. Peygamber (s.a.v), “Akıllı insan kendini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır.” buyuruyor. Hayatımızı gözden geçirmeye ve ince bir hesaba ne dersiniz?..

İki dost, hayat üzerine konuşuyorlardı. Biri, “ben kendime hep şunu derim; ‘her gününü, o gün hayatındaki son gününmüş gibi yaşa’ “ dedi.

Diğeri, “Çok güzel. Buna bir ilavem olacak. Karşılaştığın her insana, o insan, dünyada son gününü yaşıyormuş gibi davran.” dedi.

Ders aldım bu konuşmadan.

Hayalim beni Bediüzzaman Hazretlerinin Eyüp Sultan Kabristanı ve Camii’nde yaşadığı bir hatıraya götürdü. Rahmet duası ve şefaatçimiz olması dileğiyle. Ne diyordu hatırlayalım:

     “Kalbime ihtar edildi ki:

     ‘Bu senin etrafındaki kabristanın, yüz İstanbul, içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul’un halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın; sen de gideceksin.’

Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan Eyüp Camiinin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiğim gibi, bu defa da girdim. Düşündüm ki, ben üç cihette misafirim. Bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul’da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, bir gün de İstanbul’dan da çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım.

Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.” (Lem’alar, s. 295)

Bu bahsi yıllar önce ilk defa okuduğumda, o sıralar İstanbul’daydım. Bazen Eyüp Sultan’a gider, bu hatırayı yerinde yaşamak ve duymak isterdim. Risale-i Nur’dan hiç çıkmamak üzere kalbime yazdığım sayfalardan biridir. İnşaallah da öyle kalır. Bu ifadelere bayılıyorum. Tadına doyamıyorum. Allah’ım ne ince düşünceler ve ne güzel müjdeler bunlar. Bu fıtrî muhatabiyeti ilk tattığım ve tanıdığım günlerin safiyeti içinde Rabbim tekrar nasip eylesin.

Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin gördüğü hayal değil hakikat olunca, her bir sözü de ruhta derin izler bırakıyor. Pek çok kitap geçti elimden ama, hayatı ve ölümü bu kadar ciddiye alan ve ince eleyip sık dokuyan ne bir esere, ne de bir insana ömrümde hiç rastlamadım. 1960 yılının 23 Mart’ında, mübarek bir Ramazan ayında vefat eden üstadımızdan Rabbim razı olsun, mekânını cennet eylesin. Şefaatçimiz olsun inşaallah.

Sahabeden Hz. Huzeyfe anlatıyor: “Benim dilimde aileme karşı bir sivrilik vardı ve bundan kurtulamıyordum. Bu durumu Resulûllaha (s.a.v) anlattım, buyurdular ki: ‘İstiğfar nerede kaldı ey Huzeyfe? Ben her gün yüz defa Allah’a istiğfar ediyorum.” (Ahmed, El Müsned, 5/396-397)

İmam Ahmed, Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce, İbni Ömer’den (ra) şöyle rivayet eder:

“Bizler bir tek mecliste Resulûllah’ın (s.a.v) yüz defa, ‘Allah’ım! Beni bağışla ve tövbemi kabul et. Muhakkak ki sen tövbeleri kabul eden ve çok merhametli olansın!’ dediğini sayardık.”

Nesâî, Ebû Hüreyre’den (ra) şöyle rivayet eder:

“Ben, Resulûllah’tan daha fazla, “Allah’tan bağışlanmamı diler ve Ona tövbe ederim!” sözünü söyleyen birini görmedim.”

İmam Ahmed, Hz. Âişe (r.anhâ) validemizden şöyle rivayet eder: “Resulûllah (s.a.v) şöyle derdi: Allah’ım! Beni, iyilik yaptıkları zaman müjdelenen ve kötülük yaptıklarında da istiğfar edenlerden eyle!”

Bir hadis-i şerifte Resulûllah (s.a.v) şöyle buyurur:

Bir kul günah işler ve, “yâ Rabbi, bir günah işledim, sen beni mağfiret et!” der. Cenâb-ı Hak da, “Kulum, günahları bağışlayan ve ondan dolayı hesaba çeken bir Rabbi bulunduğunu bildi, ben de kulumu bağışladım!” buyurur. (Buhari, nr. 7507; Müslim, Tevbe, 29)

Son söz; Allah’ım, bizleri de affeyle. Yazdıklarımızı, okuduklarımızı, söylediklerimizi ve dinlediklerimizi ihlâsla yapılmış ameller arasına dahil eyle. Hz. Peygamberimize de sonsuza kadar salât-ü selâm olsun.

Ne demişler, her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil. Duamızı unutmayalım. Hayat üç gündür. Ama siz hayatı bu günden ibaret bilin. Yeniden doğmaya, yeniden yaşamaya hazırlanın inşaallah. Belki de başka bir gün hiç olmayacaktır. Günün ve ömrün kıymetini bilenlere ne mutlu. Yazımızı “Her yeni gün, sana, hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır.” diyen Bediüzzaman Hazretlerine ait güzel bir söz ve güzel bir ikaz ile bitirelim:

“Ey nefis! Bil ki: Dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise; senin elinde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise; hakiki ömrünü, bulunduğun gün bil.”