Günlerdir ve günlerdir rahmet yağıyor. Yağmur kokan sabahlar bir başka oluyor. Hele de o sabahlarda uyuyup uyanmak... Çatı altında küçücük bir odanın tavanında yağmurun tıpırtılarını dinlemek, katrelerin sesini daha toprağa düşmeden duymak insana sonsuz bir huzur veriyor.
Yağmurla beraber, soru yağmurları da zihnime akın ediyor.
Niye bu kadar güzel hayat? Niye bu kadar esrarengiz kâinat?
Sonra bırakıp bir gün bu güzel dünyayı gitmek neden? Niye böyle, neden öyle?
Sor bakalım, ey sorular yumağı aklım, sor? Yağmur kokan sabahlarda ezanla, duayla ve salâvatla uyanmak. İçinde bin bir sevinç ve güvenle, sonsuz bir Allah aşkıyla uyanmak huzur ve güven veriyor insana.
Dünya bu kadar güzelse eğer, bizim içindir. Bizi bilen, bizi seven, bizi esirgeyen bir Rabbimiz var, o yüzdendir.
İşte her sorunun cevabı, anahtarı budur ve elimizdedir. Senden, hep Senden; dallar arasından uzanan her nimet hep Senden. Sensin Allah’ım gönderen, gelen nimetler hep Senden. Veren Sen, bilen Sen, gönderen Sen.
Yok Allah’tan başka insanın sığınağı. Yok Allah’tan başkaca insanın dayanağı. “İnsan insana yük değil, bu can gövdeye mülk değil.” Sendendir her nimet Allah’ım; Sendendir bu emanet. Boşuna duaya durmuyor şair:
“Bir ateşim yanarım külüm yok, dumanım yok.
Sen yoksan zamanım belli değil, mekânım yok.
Beni fırtınalar içinde yalnız bırakma.
Benim Senden başka sığınacak limanım yok.”
…
Hayatı tartıya vurduğumuzda, terazinin bir yanı, yani şükür kefesi oldukça boş gözüküyor.
Bir ağaç, köklerinden aldığı suyun farkında olmayabilir. Meyveler, güneşe olan borcunu unutabilir. Ve çekirdekler, toprağa, havaya, suya neler borçlu olduklarını bilmeyebilir. İnsan öyle mi ya?..
Kendini böyle seven, sevdiğini gösteren ve bildiren bir Rabbi olsun da insan, Ona karşı ilgisiz kalsın, olacak şey mi? Kendini Ona itaatle ve ibadetle sevdirmesin, olacak şey mi? Hayatı kim verdiyse, hayatı onun için yaşamak, hayatı baştan sona ibadet yapıyor. “Kazası olmayan tek ibadettir yaşamak.” O’nun için. Onu veren Allah için...
Yağmur kokan sabahlarda, rahmetin eserini görmek ne güzel...
…
Bir nefes hava için, koca bir kâinata ihtiyaç vardır. Havaya, güneşe, suya, her bir nimete ihtiyaç duyan insan, bunca nimetleri Yaratan’a ve gönderene karşı nasıl ihtiyaç duymaz?
Yaşadığımız dünya, rastgele bir dünya değildir. Biz sevinince ya da üzülünce, her şeyin bir anda içten dışa değiştiği bir dünyadır bu. Bu dünya Allah’ın dünyasıdır. Ve o dünyanın direği, merkezi ise kendi hayatımızdır. Bizimle gülen, bizimle ağlayan bir ayna gibidir. Ruhumuzun akisleri görülür bu dünyada, bu aynada. Hele de yağmur kokan sabahlarda.
Sorular yağmur gibi yağar sabahlarda içime. Üşümem asla. Ebedî güzelliği ararız, biten, giden şeylerde. Devasız dert yoktur anlarız. Faniden bekaya giden yolu buluruz. Ebedi gençlik belki de ölümdür anlarız. Ölümsüzlüğe giden yolu ararız Bengisularda. Yağmur kokan sabahlarda...
Bu baş döndürücü güzellikler sorulmayı, üzerinde düşünülüp kafa yormayı yoksa hak etmiyor mu? Elbette ediyor, ama neden bu böyle?
İlle de güneşin, sessiz sedasız değil de, büyük bir gürültüyle mi doğup batması gerekiyor? Baharın patırtıyla, çatırtıyla mı gelmesi gerekir?..
Eşyayı delip geçen başlar ve bakışlar için, perdelere takılmayan için, nice bin hikmet gizli şu dünyada.
Bunca gizlenmiş o sayısız güzelliği aşikâr edecek olan şey de şükürdür.
Burnu bir koku alıp da onun şükrünü eda etmeyen, küfran-ı nimette bulunmuş olmaz mı? Gözün gördüğü, kulakların işittiği ve ruhun duyduğu her nimet, her güzellik için de geçerlidir bu. Şükür, nimeti ziyadeleştirir. Şükürsüz nimet ise, elden çıkar, tükenir.
Şükür nimetlerin ruhudur, canıdır. Hayatın gerçek tadıdır. Şükre bile şükür gerekir.
Şükrü ve edebi olmayan, Cenab-ı Hakk’ın lütfundan, ikramından mahrumdur.
Şeytan, edepsizliğinden, kibri ve küstahlığı yüzünden, Allah’a (cc) “Beni sen azdırdın.” dedi. Kendi yaptığını gizledi. Hz. Âdem (as) ise, “Nefsimize zulmettik.” dedi. Edebe uyarak suçunu kendi üzerine aldığından, Allah da (cc) onu affedip, ihsanına ve lütfuna nail etti.
Hz. Âdem (as) tövbe ettikten sonra, Allah (cc); “Ey Âdem! O suçu, o mihnetleri sende ben yaratmadım mı? O benim takdirim, benim kazam değil miydi? Özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.
Hz. Âdem (as); “Korktum yâ Rabbi, edebi terk edemedim.” deyince, Allah (cc); “İşte ben de bunun için seni affettim ve kayırdım.” buyurdu.1
Yağmur kokan sabahlar, şükürle ve tövbeyle daha bir güzel.
Unutmayalım ki, Allah’ın rahmetiyle var edilen cennetin sekiz kapısından biri de tövbe kapısıdır. Diğer kapılar bazen açılır, bazen kapanır ama bilelim ki, tövbe kapısı hep açıktır...
Güneş batıdan doğuncaya dek açık kalacaktır. O kapıdan sakın ola ki yüz çevirmeyelim.
Yağmur kokan sabahlarda bir sır var. İnsanı ibadete, duaya ve rahmete çağıran. Uyandıran, arıtan ve ruhu yıkayan bir sır.
Vakit varken şükre alışalım ve tövbeye çalışalım. “Her yeni gün, hem sana, hem herkese yeni bir âlemin kapısıdır.” diyor Bediüzzaman. Mevlâna ise, “Yeni bir şey öğrenmeden geçirdiğim bir günde, benim için güneşin doğmasında bir hayır yoktur.” diyor.
Yağmur kokan sabahlarda, güne yepyeni bir ruhla başlayalım.
Kaynaklar:
1. Mesnevi, I. Cild, s.1490-1493