TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünyanın En Güzel Yağmur Damlacığı

Dünyanın En Güzel Yağmur Damlacığı

Sokağın başında, boş bir arsa var. Park değil, bahçe değil, elbet birilerinin mülkü sahipsiz de değil ama şimdilik boş. Üzerinde hüdainabit birkaç ağaç dışında, bol miktarda çayır çimen, ot bitmiş bu sahipsiz bahçe, karantina günlerinde, fotoğraf makinamı alıp kaçabileceğim bir yer haline geldi. Aslında uzun zamandır gözüme kestiriyordum ancak, fotoğraf makinası ile otların arasında eşelenip duran biri, etraftan pek bir tuhaf görünebilir diye cesaret edemiyordum. Artık umrumda bile değil…

Sokağın başında, boş bir arsa var. Park değil, bahçe değil, elbet birilerinin mülkü sahipsiz de değil ama şimdilik boş.

Üzerinde hüdainabit birkaç ağaç dışında, bol miktarda çayır çimen, ot bitmiş bu sahipsiz bahçe, karantina günlerinde, fotoğraf makinamı alıp kaçabileceğim bir yer haline geldi. Aslında uzun zamandır gözüme kestiriyordum ancak, fotoğraf makinası ile otların arasında eşelenip duran biri, etraftan pek bir tuhaf görünebilir diye cesaret edemiyordum. 

Artık umrumda bile değil…

Hem zaten kimse kimseye yanaşmıyor. Çok merak eden olursa da, akıl sağlığım ile ilgili iddialarımı gençlik yıllarımla birlikte çoktan geride bıraktığımı, hayatın bana sandığım kadar akıllı biri olmadığımı pek çok kereler öğrettiğini, zaman zaman bunu unutur gibi olursam da, tekrar hatırlattığını söyler, benden uzak durmasını tembih ederim...

Takmıyorum kimseyi ve özellikle yağmurlardan sonra, makinamı alıp, alçacık otların arasında, şebnem taneciklerini veya saçılmış inciler gibi her bir yere dağılmış yağmur katrelerinin fotoğraflarını çekiyorum.

Etraftakiler her halde pek bir garipsiyor olmalılar zira uzaktan bakıldığında, burada fotoğraflanacak bir şey yok. Fakat yakından bakılınca, manzara değişiyor. Bir başka âlem, bir acayip güzellik arasında insan, hangi birini kadraja alacağını şaşırıyor.

Bir sabah, yine otların arasında kendimden yarı geçmiş vaziyette dolanırken, apartmanlardan birinin balkonundan yaşlıca bir kadın seslendi.

“Resimci! Ne çekiyorsun sen orda?”

“Hiç! Çiçek böcek…”

Ne diyeydim? Parmağımın deklanşör boşluğunu aldığı o andan sonra, bir iki saniyecik de olsa bütün dünyayı unutmaya çalışıyorum mu diyeydim?

Bu hüdainabit otların incecik bedenlerine tutunan şebnem ve yağmur katrelerinin, ufacık bir rüzgâr esmesi ile nasıl da tutundukları yerden düştüklerini görmenin, bana hayata tutunmanın ne kadar da zor olduğunu hissettirdiğini mi anlataydım?

Az önce inci gibi parıldayan şu minicik damlacığın, yaprağın üzerinden süzülüp toprağa düşmesi ile, “Küllü men ‘aleyhâ fân...” (Yerin üzerinde kim varsa gelip geçicidir.—Rahman Sûresi, 26) âyetini hatırlattığını mı söyleyeydim?

Yahut, ben henüz deklanşöre basmadan, artık her geçen sene daha fazla titreyen ellerime hükmetmeye çalışana kadar düşen o yağmur katrelerinin ardından gayri ihtiyari, “İnna lillal ve inna ileyhi raciun” (Biz zaten Allah’ınız, yine Ona döneceğiz.—Bakara, 156) dediğimi mi?

Belki de söyleyeydim...

Dünyanın en güzel yağmur taneciğini arıyorum da diyeydim... Onu bulduğumda, elimde tutamayacağımı bile bile hem de...