İnsan ile bitki arasındaki ilişkinin bu gün geldiğimiz noktadaki hali, tarihin kaçınılmaz bir tekrarı gibidir.
Bugün ne Kuzey Amerika’daki ne de güney Amerika’daki bölgelerin hakim güçleri, bölgelerin bir zamanlar asıl sahipleri olan yerliler değil, sonradan gelen uyanık gezgin misafirleridir. Bu durum Avustralya kıtası için de aynıdır, bir zamanlar Hindistan için de farklı değildi...
Dünya denilen bu şirin gezegenin bir zamanlar asıl sahipleriydi bitkiler. Bölgelerin yerlileri onlardı. Zaten, yerli olduklarını ispat edercesine yerlerinden hiç bir yere kıpırdamıyorlardı. Sonra yeryüzüne hareketli ve meraklı gezginler geldiler. Kestiler, biçtiler ve sahiplendiler. Ellerini uzattıkları her yere ortak yaşama saygı duymadan müdahale ettiler. Bitkilerin sınır tanımaz yaşamlarına karşılık, sınırlar çizdiler ve çizdikleri sınırların üzerlerine duvarlar ördüler.
Varolanı alıp dönüştürmek, dönüştürürken üzerine kendi imzasını atıp kendi adını kazımak insanın vahşi tabiatında mı vardır bilinmez ama yaşanan gerçek budur; insan, ellerini uzattığı şey mükemmel de olsa, onu alıp dönüştürmeden sevememektedir. Çünkü, sevebilmesi için nesnenin üzerinde kendisinin görünmesi gerekmektedir. Ve o nesne öylesine bulunmaz bir hale gelmelidir ki, kendisine olan ihtiyacı, bir ihtiyaç olmaktan öte bir zorunluluğa, hatta mümkünse bir ibadet biçimine dönüştürmelidir.
Bu nedenledir ki, modernizmin altın çağı olan geçtiğimiz yüzyılın özellikle birinci yarısında tedavi amaçlı kullanılan kimyasalların gerçek ve asıl fabrikaları niteliğinde olan bitkiler kötü, onları kullandıranlar şarlatan ve kullananlar gerici, cahil ilan edildi.
Çünkü bitkiler her yerde vardı ve yetiştirmek için izin alınması, hakkı ödenmesi gerekmiyordu. O bitkiden bahçenize ektiğiniz zaman, minik boyutta fabrikanızı da kurmuş oluyordunuz. Hatta büyük bir çoğunluğu sizin için ücretsiz kurulmuş, elleri ve kolları dolu, beklentisizce sizi bekliyorlardı dağda bayırda. Bu buluşma gerçekleştiği takdirde modernizmin uysal köleleri haline gelmeniz nasıl mümkün olabilirdi?
Önce bitkiler şehir hayatının da katkısıyla yavaş yavaş uzaklaştılar, uzaklaştırıldılar. Sonra kültür bitkileri hariç toptan tehlikeli ilan edildiler. Hatta zehirleyebilirlerdi; şüphesiz zehirliydi onlar! Öyleyse uzaklaşılmalıydı, uzak durulmalıydı.. duruldu da...
Gerçi fabrikalar da zehir salıyordu etrafa, hem de sadece kullanıcılarını değil, ama adil bir biçimde herkesi zehirliyorlardı. Bitkilerse bir taraftan havadaki karbondioksiti azaltıyor, diğer taraftan havaya oksijen salıyorlardı. Tehlikeli ve hain oldukları bu manzaradan belliydi onların!
Elbette bu durum bitkilerin görünüşte şuursuz ve sessiz olmalarından istifadeyle, gürültüsüzce üstü kapatılarak geçiştirildi. Ardından, tedavi amaçlı bitki kullanıcıları cahil ve salak, kullandırıcıları hain ve asalak ilan edildi damardan girilerek. Böylece muhatap kıvama getirildi, iyice uysallaştırıldı.. Sonra? Sonrası malum!..
Bitkisel tedavinin gericilik, cahillik anlamına gelmesinde şüphesiz bitkisel tedavi uygulayıcılarının da payı vardır. Patent kavgasının giremediği bu alanda, fitoterapi uygulayıcıları arasında gizlilik gizli bir yasa gibi hakimdir. Hangi bitkiyi hangi nedenle kullandığı bilinirse gelir kapılarının kapanacağından korkan, işin mahiyetine hakim olmaktan uzak, usta-çırak ilişkisi içerisinde yetişmiş geleneksel terapistler kullandıkları bitkileri ve nedenlerini saklayarak bu duruma modernist şövalyelerin istediği katkıyı en âlâsından yapmışlardır yıllarca. Ve halen de benzer kaygılarla devam etmektedir bu destek.
Bu katkıya tersinden gelerek destek verenler de oldu sonradan. Medyanın popüler bilgilenme alanı haline gelmesinden sonra, şarlatan olmasalar da, birer medyatik şaklaban oldukları ve piyasadan bu şekilde nemalandıkları su götürmez olan gevezeler olanca pişkinlikleriyle destek verdiler yakın dönemde.
Şimdilerde hakim olan postmodern çağın modern olana tepkisel duruşu içerisinde bitkiler de, bitkisel tedaviler de kendilerine yer bulur oldular. Bu umut verici bir durum, ne kadar sürer bilemem. Ama özellikle modern tıbbın başarı potansiyelinin düşük olduğu alanlarda ya da ilaç olarak kullanılan saf kimyasalların yan etkilerinden yorulan hastalar için ümit verici bir açılım sağladığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Umarız tarihin değerli ve yüksek mirasını yüklenerek bu güne gelen bitkiler, Amerika kıtasının yerlileri gibi, kendilerini savunamadıklarından ve sessiz kaldıklarından dolayı yok olmayıp insanoğlu nezdinde yitirdikleri itibarı ve hakettikleri saygınlığı kazanırlar bir gün aramızda, bizim için geç olmadan...
Meraklısı için: Konu hakkında, bitkisel tedavi ve akupunkturla ilgili daha geniş bilgi için www.akuterapist.com adresine bakabilirsiniz.