TR EN

Dil Seçin

Ara

Normallik ve Anormallik Üzerine

Normallik ve Anormallik Üzerine

“Galiba şeker hastası oldum,” dedi. Çok üzgündü. Çok gençti. Onu nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Daha geçen hafta AIDS’e, ondan iki hafta önce de cüzzama tutulmuştu. Hem de menopozdan yeni çıkmışken…

Hastalıkları öğrendikçe hepsini kendinde var sanan tipik bir tıp öğrencisi idi…

Texas’ta kederli ailelere destek veren MISS kurumunun başkanı Kelli Montgomery ilk çocuğunun ölü doğmasının ardından antidepresan ve uyku ilaçları yerine egzersiz, yoga ve meditasyonu tercih eder. Hastanedekiler, ve daha sonra kontrol için gittiği aile hekimine kadar tüm doktorların ilaç alması için ısrarı onu şaşırtır. Fakat Kelli ilaçlardan mümkün olduğunca hep uzak durmaya çalışmıştır. Ayrıca hayatın zorlukları ve imtihanları karşısında insanın gösterdiği depresyon ve benzeri tepkilerin normal olduğunu, illaki bir rahatsızlık olup ilaçla tedavi gerektirmediğini savunan pek çok psikolog ve psikiyatriste katılmaktadır. Çünkü hayatın problemlerine verilen tepkiler “hastalık” olarak adlandırıldığında ilaç gerektirmekte, tehlikeli ve çoğu zaman da uzun vadeli yan etkilerini de beraberinde getirmektedir.

Bilinen tüm psikolojik rahatsızlıkları anlatan DSM, 1950’lerde küçük bir kitapçık iken şu anda 947 sayfa ve içinde 300’den fazla hastalığı barındırıyor. Kütüphaneden bir kopya alıp incelemek istediğimde kendimde bir sürü rahatsızlık olduğunu gördüm. Köpek ve fareden aşırı korkmam anksiyete bozukluğunu, evde temizlik adına tekrar tekrar yaptığım pek çok şey ise obsesif-kompulsif olduğumu gösteriyordu. Son zamanlardaki uykusuzluğum için doktor kansızlıktan olabilir demişti. Ama bir de ne göreyim bunun için de bir başlık vardı: Uyku Bozukluğu. Bir de Kâbus Bozukluğu var. Çocukların evi dağıttığı, daha yemek yapmaya başlayamadığım halde, eşimin arayıp: “Bir saat sonra 5 aile yemeğe geliyor,” dediği, ve o anda ikizlerin yine kilidi kırıp dışarı kaçtığı kâbuslar.

Sandığımdan daha mı deli idim? Belki de ehliyetim olmadan kendime teşhis koymamam lazımdı. Psikoloji, normallik sınırları içindeki tüm davranışlarımızı etiketlemeye, sonra da tedavi etmeye mi çalışıyordu? Yoksa babaannemin dediği gibi deli çoktu da bağlanılmadıkları için bilinmiyor muydu? 

Son yıllarda bazı psikolojik rahatsızlıkların kat kat artışı önceden bilinip teşhis edilememesinden mi, yoksa havanın kirlenmesi, yiyeceklerin kalitesinin düşmesi, internet gibi etkenlerden dolayı gerçekten artmasından mıydı?

Pozitif Psikoloji üzerine araştırmalar yapan ünlü yazar Shawn Achor insanların yapılan araştırmalarla devamlı olarak “ortalama” olarak adlandırılan sınırlara doğru yönlendirilmeye çalışıldığını savunuyor. Örneğin “Bir çocuk ne kadar hızlı okumayı öğrenebilir?” diye bir soru sorarsanız, araştırmacılar onu “Ortalama bir çocuk ne kadar hızlı okumayı öğrenebilir?”e çevirip, öğretim hızının da buna göre ayarlanmasını sağlıyorlar. “Eğer ortalamanın altında kalırsanız,” diyor Achor espri ile “Psikologlar çok sevinir. Çünkü ya depresyondasınızdır ya da bir bozukluğunuz vardır. Bir problem için terapiye gelirseniz, biz 10 tane ile geri dönmenizi sağlarız. Böylece tekrar tekrar gelirsiniz. Gerekirse çocukluğunuza ineriz. Sonunda sizi normal yapmak isteriz. Ama normal demek aslında sadece vasat demektir.”

Bu konu ile ilgili araştırma yapmak isteyen İngiliz gazeteci Jon Ronson, dini bir cemaat ve psikiyatrinin en büyük eleştirmeni olan Scientologlar ile konuşmaya karar verir. Psikiyatriyi yok etmeye kararlı Scientolog cemaatinin liderlerinden birine sorar: “Psikiyatrinin yalancı bir bilim dalı olduğunu bana kanıtlayabilir misiniz?” Scientolog ona eğer Tony ile tanışabilirse bunu ispatlayabileceklerini söyler. Tony akıl hastanesindedir, fakat Scientologlar onun akıl sağlığının yerinde olduğuna inanmaktadırlar.

Ronson ve Scieontoloji lideri akıl hastanesine gidip Tony’yi ziyaret etmeye karar verirler.

Birçok güvenlik önleminin alındığı hastaneye en sonunda girebildiklerinde eşofmanlar giymiş, şişman ve oldukça uysal görünen hastalarla karşılaşırlar. Scientolog gazeteciye hastaların ilaçlarla uyuşturulmuş olduğunu söyler. Bu durum bir scientoloğa göre çok fena bir şey olsa da Ronson bunun iyi bir fikir olduğunu düşünür. 

Bir süre sonra Tony gelir. Tony eşofman değil çizgili bir takım elbise giymektedir. Diğerleri gibi şişman da değildir; oldukça atletik görünmektedir. Kendinden emin bir şekilde onları karşıladıktan sonra konuşmaya başlarlar. Onlara 17 yaşında birini dövdüğünü, hapiste mahkemesini beklerken, aynı odadaki arkadaşının ona deli numarası yapmasını tavsiye ettiğini, eğer bunu yaparsa hapis yerine rahat bir hastaneye gideceğini, hemşirelerin ona pizza getireceğini, kendi oyun konsolunun olacağını anlatır. Tony psikiyatristi görmek istediğini söyler. Ona seyrettiği korku filmleri ve bir seri katili anlatan kitaptan esinlenerek bazı şeyler söyler. Sonunda o kadar iyi deli numarası yapar ki, rahat bir hastaneye değil, seri katillerin atıldığı akıl hastanesine konulur. Oraya varır varmaz, gördüğü manzara karşısında tekrar psikiyatristle görüşmek ister ve ona büyük bir hata olduğunu, buraya ait olmadığını anlatmaya çalışır; fakat ilahi kader buna izin vermez ve başaramaz. Eğer cezasını çekse 5 yılda çıkacağı bir suç için akıl hastanesinde 12 yıldır yatmaktadır. 

 

Sizin akıl hastası olduğunuza inanan insanlara, böyle olmadığınızı nasıl anlatabilirsiniz? 

Deli numarası yapmak, akıllı davranmaktan çok daha kolay olsa gerek. Akıllı nasıl oturulur, nasıl kalkılır, nasıl konuşulur ki? Tony, futbol, TV programları gibi şeylerden bahsederek doktor ve hemşirelere hasta olmadığını göstermeye çalışır. New Scientist adlı bir bilim dergisine abone olur. Dergide Amerikan ordusunun patlayıcıları tespit etmek için arıları nasıl eğittiğine dair bir makale okur. Hemşirelerden birine, “Ordu patlayıcıları tespit edebilmeleri için arıları eğitiyor, biliyor musun?” diyerek sohbet etmeye çalışır. Hemşire dosyasına: “Arıların patlayıcıları ortaya çıkarabileceklerine inanıyor.” yazar.

Tony ayrıca etrafında çok tehlikeli suçlular olduğu için korktuğunu ve bu yüzden çoklukla odasında kalmayı tercih ettiğini fakat doktorların bunu Tony’nin ne kadar soğuk ve kendini beğenmiş olduğuna bir işaret olarak aldığından yakınır. 

Herhalde dünyada sadece bu akıl hastanesinde seri katil ve benzerlerinden uzak durmaya çalışmak akıl hastalığının bir belirtisi olsa gerek.

Buraya kadar öğrendiklerimden, Tony bana, yaptıklarının sonuçlarına katlanması gereken haylaz, fakat normal bir genç izlenimi verdi. Ama ben bir uzman değildim ki… Ayrıca bir durumu açıklamanın farklı noktalardan bakılınca çok farklı yönleri görülebilir.

Hastaneden ayrıldıktan sonra Ronson, Tony’nin doktoruna mesaj atarak olayı daha derinlemesine araştırmak ister. Doktoru hapis cezasından kaçmak için deli numarası yaptığını kabul ettiklerini söyler. Öncelikle bahsettiği son derece klişe halüsinasyonlar hastaneye gelir gelmez birden bitivermiştir. Fakat doktorlar onu başka bir teste sokmuş ve bir psikopat olduğuna karar vermişlerdir. Zaten bu şekilde, hile ile yaptıklarının sonucundan kaçmaya çalışmak tam da bir psikopatın yapacağı bir kurnazlıktır. Listedeki iki madde:

-kurnaz

-hilekâr

 

Ronson başka uzmanlara da danışır. 

Çizgili takım elbise: Klasik psikopat…

 

Listedeki başka maddelere işaret ediyor:

-yüzeysellik

-etkileyici bir cazibe 

-kendine aşırı değer verme

 

Diğer hastalarla birlikte oturmak istememesi: Klasik psikopat.

-empati yoksunu

-duygusuz

-kendini beğenmiş 

Yani Tony ile ilgili bana en normal görünen özellikler, listeye göre onun bir psikopat olduğunu gösteriyordu. 

Listedeki başka bir madde ise “pişmanlık duymama” idi. Tony işlediği suç için pişman olduğunu, doktorlar ise bir psikopatın işte tam da böyle hile ve kurnazlıkla, hissetmediği şeyi kandırmak amaçlı dile getireceğini söylüyorlardı. 

Nihayet 14 yıl sonra bir listede yüksek skor çıkartması yüzünden yeniden suça eğiliminin fazla olması düşüncesi ile onu tutmanın haksız olduğuna ve Tony’nin salınmasına karar verilir. Çıktıktan sonra koridorda Tony: “Biliyor musun Jon? Sen, ben, aslında hepimiz biraz psikopatız.” 

Ronson bundan sonra Tony’ye ne yapacağını sorduğunda Belçika’ya gideceğini, orda sevdiği bir kadın olduğunu, fakat evli olduğunu, dolayısı ile önce onları ayırması gerektiğini söyler. 

 

Her yüz kişiden birinin psikopat olduğu düşünülüyor 

İş dünyasının liderlerinde ise bu oran %4. Psikopat testinde en fazla alınabilecek skor 40. 30’un üzeri psikopat olarak adlandırılıyor. Pek çok kişinin ise 3-5 puan alması, 20 civarı alanların ise eğer ciddi bir suç işleyip hapsedilmezlerse hayatları boyu etrafındakilere çok çektirmeleri ihtimali yüksek. Tony işlediği suç ile tek bir insana zarar vermişti. Fakat teste girse yüksek skor alan biri, bir okul, şirket, aile, cemaat, ülkenin başında olsa vereceği zarar da o nispette büyür. İşin kötü tarafı Tony gibiler her yerde olabilir.

Bu işin eğitimini almadıktan sonra testin maddelerini çalışıp herkese o gözle bakmak ise doğru değil. Öncelikle insan kendi biraz psikopat olmaya veya yarım bilgisi ile herkesi etiketlemeye, rengarenk bir dünyada insanları siyah ve beyaz kategorilerine sığdırmaya çalışabilir. Eğer bir insanı üzerinde “Psikopat” yazılı bir kutuya sıkıştırmak istersek onun iyi özelliklerini görmek de artık mümkün olmayabilir. 

Her gün televizyonlarda, haber ve dizilerde de aslında yapılan bundan farklı değil. İnsanların en dış, en pürüzlü yönleri, en aykırı davranışları hep gözümüzün önüne getiriliyor. Karşımıza çıkan haberlerin çoğu doğal afetler, cinayetler, hastalık, yolsuzluk gibi negatif şeyler. Bir süre sonra beynimiz gerçek dünyadaki negatif ve pozitifin de bu oranda olduğunu düşünmeye başlıyor. Bu da aynı başta bahsettiğimiz tıp öğrencisinin hastalıkları öğrendikçe hepsi kendinde varmış gibi hissettiği gibi, beynimizi hep kötü şeyler olmasını beklemeye, insanlarda hep negatifi farketmeye ve kötüye odaklanmaya neden oluyor.

Jon Ronson, Tony’nin yarı-psikopat olduğunu düşünüyor. Yani ne siyah ne de beyaz. Siyah ve beyazlar insanın potansiyelinin ne kadar iki yöne doğru açık olduğuna işaret ettiği gibi, griler de gerçekten insan olmanın, hata yapabiliyor, düşüp kalkabiliyor olmanın nasıl olduğunu gösteriyor. Belki de hastalığın olmaması sağlıklı olmak anlamına gelmiyor. Sağlıklı olmak ayrı bir çaba, eğitim ve terbiye gerektiriyor. 

Amerika diğer ülkelere göre zihinsel rahatsızlıkların fazlaca teşhisi konulan bir yer. Daha dört yaşındaki çocuklar bazı öfkeli halleri yüzünden bipolar semptomları listesinde yüksek skor aldıklarından hastalık teşhisi konup ağır ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılıyor. Bu ilaçlar ise obeziteden, şeker hastalığına kadar pek çok yan etki oluşturabiliyor. Çocuklarda bipolar bozukluk son yirmi yılda 40 kat artmış durumda. Bu çocuklardan pek çoğu hastalığın esas göstergesi olan manik nöbetleri hiç yaşamamış bile.  

 

Psikiyatrik hastalıklar ağı genişledikçe daha fazla insan ‘hasta’ oluyor ve daha fazla tedavi ve ilaç gerekiyor 

Önceden “Artık yaşlandı, unutuyor,” yerine “Alzheimer oldu;” önceden “Ne kadar da hareketli ve yaramaz,” denilen çocuklar için “Hiperaktif” deniliyor. Tanımları çoğaltmak ise psikolojik hastalıkları sıradanlaştırıp bir damga olmaktan kurtarıyor. Hastalıkların sayısı arttığında ise hayatın yas, utangaçlık, menopoz gibi sıradan bazı problemleri de gerçek hastalıklarla beraber patoloji olarak adlandırılıp, ilaçla susturulmaya çalışılıyor. Bir yakını vefat edenlere henüz sağlıklı bir şekilde yasını yaşamaya izin verilmeden, hemen ilaç veriliyor. Az bir melankoli yaşayan bir genç, hayatı felce uğratacak derecede depresyonda olan biri ile aynı kategoriye konabiliyor. “İnternet bağımlılığı,” “Matematik bozukluğu,” “Kafein yoksunluğu hastalığı,” “Tütün kullanma hastalığı” gibi maddeler artık psikolojik hastalığı olmayan kimse olmayacak izlenimini veriyor.

 

Psikolojik rahatsızlıkların teşhisi gerçekten artıyor mu?

Hepsinde genel bir artış olmasa da bazı rahatsızlıklarda DSM’nin 3. ve 5. baskısı arasında artış olduğu görülüyor. Tespit edilenler: Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite (ADHD), Otizm, Bipolar Bozukluk, yeme bozuklukları ve madde bağımlılığı. 

Amerika’da Hastalık Kontrol Merkezi 2-17 yaş arası 6,1 milyon çocuğun ADHD ile teşhis edildiğini sitesinde duyuruyor. Bu da son on yılda yaklaşık %40’lık bir artışı gösteriyor. Teşhis edilen çocukların 2/3’ü ilaç kullanıyor. Kanada’da yayınlanan bir araştırma ise normal çocuk davranışlarının patolojik olarak adlandırılması ile ilgili endişeleri yeniden teyit ediyor. Erken teşhis edilip, ilaçla tedavi olanların büyüme, uyku ve iştah problemleri yaşadığı belirtiliyor. 

 

Psikoloji ve psikiyatri de her bilim dalında olduğu gibi her geçen gün değişiyor ve yeni bulgularla daha iyi hale getirilmeye çalışılıyor

Madalyonun bir tarafında fazla teşhis etme ve teşhis edilenlere, ilaç şirketlerinin de etki ve baskısı ile, gereğinden fazla tedavi ve ilaç verme var. Diğer tarafında, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ise psikolojik rahatsızlıkların çok nadir, ve olduğunda da kötü bir damga olduğu düşünüldüğü için ihtiyacı olanların bile çare aramaya yönelmemesi... İki aşırı uca da kaymadan yapılan yeni araştırmalarla daha doğru teşhis ve tedavinin her geçen gün artmasını ümit ediyoruz. 

 

Kaynaklar:

1. The Psychopath Test, Jon Ronson

2. The Paradox of Mental Health: Over-Treatment and Under-Recognition, The PLOS Medicine Editors

3. Preventing overdiagnosis: how to stop harming the healthy, Moynihan et al.

4. Diagnostic inflation in the DSM: A meta-analysis of changes in the stringency of psychiatric diagnosis from DSM-III to DSM-5, Fabian Fabiano, Nick Haslam

5. Defining and Evaluating Overdiagnosis in Mental Health: A Meta-Research Review, Thombs et al.

6. Influence of relative age on diagnosis and treatment of attention-deficit/hyperactivity disorder in children, Morrow et al.

 

BİR ANEKDOT:

Dört yaşındaki Rebecca Riley bir gece nezle olup uyuyamadığı için annesini çağırır. Annesi ona bir nezle ilacı ve reçeteli bipolar ilacını verip, kendi yatağının yanında yerde yatabileceğini söyler.

Sabah kalktıklarında Rebecca ölmüştür. Otopside küçük kızın kanında yüksek miktarda bipolar ilacı olduğu ortaya çıkar. Çünkü Rebecca ne zaman yaramaz veya huysuz olsa anne ve babası ona ilaç vermeyi bir alışkanlık haline getirmiştir. 

Sonuçta anne ve baba cinayetle yargılanır. Hapse girmeden önce bir televizyon kanalının yaptığı röportajda, sunucu: “Rebecca’nın gerçekten bipolar olduğuna inanıyor musunuz?” diye sorduğunda annesi şu cevabı verir: “Belki de sadece yaşına göre biraz fazla hareketli idi.”