TR EN

Dil Seçin

Ara

Hz. Nuh Kavmi ve Biz

Tarihi, “tekerrür” diye tarif ederler. “İbret alınsaydı, hiç tekerrür eder miydi?”

Öyle anlaşılıyor ki, zamanlar, çağlar ne kadar değişirse değişsin, ne kadar hayat şartları bakımından terakki ederse etsin, insanlar, daima “eski tası, eski hamamı” bırakmıyorlar. Aynı tastan içip aynı hamamlarda yıkanmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla, eskilerin başlarına gelen onların da başlarına geliyor.

İşte aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, bizi Hz. Nuh’un kavmiyle birleştiren alışkanlıklarımız, ortak paydalarımız ve de ortak paylarımız, paylaştıklarımız...

Nuh kavminin en belirgin özelliği, putperestliktir. Bu sebepledir ki, ilk davet edildikleri, kendilerinden ilk istenilen şey, Allah’tan başkasına ibadet etmemeleridir. İlgili ayetin meali şöyledir:

“Hiç şüphesiz Nuh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. “Muhakkak ki ben sizin için açık bir uyarıcıyım” dedi. Ve ekledi: “Sakın Allah’tan başkasına ibadet etmeyin/tapmayın/kul olmayın. Gerçekten çok acı veren bir günün azabının başınıza gelmesinden korkuyorum.” (Hud, 11/25-26).

Kavminin elit kesiminin verdikleri cevap özetle şudur: “Sen de bizim gibi bir insansın. Üstelik sana tabi olanlar, ayak takımı, değersiz kimselerdir. Sizin bizden üstün bit tarafınızın olduğunu göremiyoruz. Doğrusu, senin ve yanındakilerin birer yalancı olduğunu düşünüyoruz.” (11/27)

 

Suç dosyaları:                                                                                   

Öyle anlaşılıyor ki, Nuh kavminin –özellikle elit kesimin– suç dosyaları hayli kabarıktır:

Her şeyden önce, Allah’a ortak koşuyorlar. Allah’ın birliğine inanmıyorlar. Hz. Nuh’un peygamberlik yönünü samimiyetle araştırıp, ona tabi olmayı akıllarından bile geçirmiyorlar. “Sen de bizim gibi insansın” diyorlar. Ön yargıları, inanmalarının önünde en büyük engeldir. Onu ve ona tabi olanları hor görmeleri, hatta yalancı olarak görmeleri bu ön yargının bir ifadesidir.

Hz. Nuh’un bu itirazlara verdiği cevabının özeti şudur:

“Evet, ben de sizin gibi bir insanım. Bununla beraber, eğer Rabbim beni bir peygamber olarak göndermiş, bu peygamberliğimi ispat eden bir belgeyi de elime vermişse, fakat siz her şeye rağmen bu gerçeği göremiyorsanız, benim bunu zorla size kabul ettirmek gibi bir görevim olabilir mi? Bilirsiniz ki, benim sizden bir ücret, bir menfaat talebim de yoktur. Sizin hor gördüklerinizi, ben hor göremem. Bu büyük bir zulümdür. Kaldı ki, bu yüzden Allah beni cezalandırdığında, kim beni O’ndan koruyabilir?”

Bu mantıkî açıklamalar karşısında bir cevap bulamayan kavmi, akıllarını başlarına devşireceklerine, bütün bütün azgınlaşıp, delilik hezeyanlarına başladılar ve “Sen işi çok uzattın, artık bunları dinleyecek durumda değiliz. Getir bizi tehdit edip durduğun azaptan ne getiriyorsan!” diyerek meydan okudular.

“Ved-Süva’-Yeğus-Yauk-Nesr” adındaki beş puta tapmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Varları yokları onlardı. Bunlara taptıkları için kendilerinde bir imtiyaz, bir ayrıcalık görüyor ve çok büyük kibir ve büyüklük taslıyorlardı. Allah’ın uyarılarına dikkat etmeye tenezzül bile etmiyorlardı.

Kur’an’ın genelinde Nuh kavmi şu suçlarla suçlanmıştır:

a. Allah’a ortak koşmak

b. Peygamberlerini yalancı ve deli saymak

c. Kibir ve gurura kapılmak

d. Özellikle inananları hor görmek

e. Peygamberlerini taşlamakla tehdit etmek

f. Hak yoldan çıkmak

g. Çok zalim ve çok azgın olmak.

Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Dokuz yüz elli senede, gece-gündüz demeden, Hakka hakikate yapılan hizmet adına göğüslenen sabır da son sınırına gelmişti. Üstelik bu zaman zarfında, artık imana gelecek kimsenin olamayacağı kanaati de pekişmiş bulunuyordu. Nuh şöyle yalvardı: “Ya Rabbi! Sen de biliyorsun ki, onlar bana isyan ettiler; servet ve evladının çokluğunun kendi ziyanını artırdığı kimselere uydular.” (Nuh, 71/21). Allah, kulunun imdadına yetişti ve zalimler tufanla yok edildiler.

 

Tufan: Su unsurunun harekete geçmesi

İnsanlık tarihinde, Allah’a karşı isyan eden kavimlerin başına gelen helak edici musibetlerin başında (su-ateş-hava-toprak adındaki) dört büyük unsurun hücumu gelir.

İlk harekete geçen unsur su olmuştur. Çünkü gök, yer yaratılmadan önce Allah’ın arşı su üzerindeydi. Demek ki, su Allah’ın en has ordusudur. Ayrıca bütün canlıların ilk beşiği ve hayatın ilk merkezi de sudur. Bu açıdan bakıldığında, Allah’ın ilim, kudret ve hikmetini ilk yansıtan ayna sudur. Ve ilahî bir belge olarak inkârcıların ilk tekzibine ve tahkirine uğrayan sudur. Son derece yumuşak huylu olan su, Rabbine karşı yapılan isyanlar karşısında bir aslan gibi kükremeye başlıyor ve Rabbinin emrini derhal yerine getiriyor.

Kur’an’da bu sahne meal olarak şöyle canlandırılmıştır:

“Nuh kavmi de peygamberi yalancı saydı ve: “Bu adam delinin teki!” dediler. Onu incittiler. Tebliğini engellediler. O da: “Ya Rabbi! Ben mağlubum, ne olur bana yardım et” dedi. Biz de derhal, boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de pınar pınar fışkırttık. Öyle ki, her iki su kütlesi takdir edilen o işin (tufanın) olması için birleşti.” (Kamer, 54/9-12)

 

Bugünkü dünyamız

Asrımızda insanlar, Nuh kavminin yaptıkları bütün kötülükleri yapmakta ve işledikleri suçları işlemektedir. Nefisten, paradan, makam ve mevkiden tutun, materyalist felsefenin önderliğinde kabullendikleri doktrinler, ilkeler, tapınak haline getirdikleri bazı insanların heykellerine kadar bir sürü putlar edinmekten çekinmemektedir.

Özellikle pozitif ilimlerin ortaya çıkmasından sonra, bunu hak dinin kökünü kazımak için bir fırsat olarak değerlendiren inkârcıların rehberliğinde, din ve dindarlık namına ne varsa hepsini bir kalemle çizmek, akılların ermediği her şeye hurafe adını takmak, vahiy ve peygamberleri alaya almak, ahiret hayatını bir hayal mahsulü olarak görmek gibi sapıklıklar, dünyanın her tarafında mantar gibi bitmeye başladı.

Suçların yaygınlaşıp genelleşmesi durumu, cezaların da umumileşmesine bir çağrı gibidir. Bugün dünya aslında sık sık böyle cezalara çarptırılmaktadır. Günlük haber diye baktığımız pek çok olay bu cezalardan haber veriyor.

Yine sular, yine seller, yine tsunamiler, yine tufanlar devrededir. Yüce Allah, bu tür felaketlerden kurtulmanın tek çaresi olarak, insanların kendi yoluna girmeleri olduğuna işaret etmek üzere şöyle buyurmuştur: “Unutmayın ki, Nuh zamanında sular taştığı vakit, sizi (varlığınıza vesile olan atalarınızı) emniyetli gemide biz taşımıştık. Onu sizin için hem bir ibret vesilesi kılalım, hem de can kulağıyla dinleyip ders alanlar iyice bellesin diye böyle yapmıştık.” (Hakk, 69/11-12)

Sular yalnız normal sınırını taşmakla insanoğlunu tehdit etmez, aynı zamanda, çekilip yok olmakla, gizlenip saklanmakla da insanları ciddi tehdit etmektedir. Susuzluk demek, kıtlık ve ölüm demektir. Rabbimiz bu konuya da dikkatimizi çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “De ki: Söyleyin bana: Şayet suyunuz çekilir, yerin dibine giderse, o akan tatlı suyu size kim getirebilir?” (Mülk, 68/30)

Bu iki ayetin ışığında diyebiliriz ki, bugün insanları tufandan, susuzluktan ve kıtlıktan kurtaracak en emniyetli kurtarma gemisi, hiç şüphesiz Allah’ın evrensel ve en son mesajını taşıyan Kur’an-ı Kerim’dir. Yeri, yani ferşi, Arş’a bağlayan, Allah’ın insanlara uzattığı kopmaz ipi olan Kur’an’a sarılanlar sahil-i selamete çıkarlar. Tarih bu konuda da defalarca tekerrür etmiş ve bu hükmü kaziye-i muhkeme haline getirmiştir.

Ne olur, gelin hep beraber, tarihin kötü sahnelerinin tekerrür etmesine engel olmak için, tarihin güzel sahnelerinin tekerrür etmesine imkân tanıyalım.

Çünkü bu gemi batarsa hepimiz batarız ve geriye dönme fırsatımız da olmaz.