TR EN

Dil Seçin

Ara

Kaderin Her Şeyi Güzeldir

Hayrı da şerri de Allah yaratır. Her şeyin İlâhî takdir ile yaratıldığını ders veren şu ayet-i kerimeyi inceleyelim:

“Hazineleri yanımızda (nezdimizde, katımızda) olmayan hiçbir şey yoktur. Fakat biz onları belirli bir ölçüye göre indiririz.” (Hicr Suresi, 21)

Birçok tefsir âlimi, ayette geçen “hazineler” ifadesine “yağmurlar” diye mânâ vermişler ve “belirli bir ölçüye göre indirmeyi” de yağmurun belli zamanlarda ve safha safha yağdırılması olarak yorumlamışlar. Bir kısım âlimler ise, ayette “yağmur” kelimesinin geçmediğini, “hazineler” ifadesinin çok daha genel olduğunu, yağmurun da bu hazinelerden sadece birisi olabileceğini belirtmiş ve konuyu daha geniş boyutlarıyla ele almışlar.

Buna göre, bütün insanlar da Allah’ın hazinesindedirler; ancak onları belli zamanlarda ve belli sayılarla yaratır.

İnsanların daha önceden yaratılmış olup, yeryüzüne inecekleri devreyi bekledikleri bir başka âlem olduğuna dair ne naklî (ayet ve hadis), ne de aklî bir delil olmadığına göre, bu “insan hazinesini” manevî olarak anlamak durumundayız.

Yani, bütün insanlar Allah’ın ilminde mevcutturlar. Her bir insan, “şekliyle, organlarının sayısı, yeri ve büyüklükleriyle, ruhundaki bütün özellikleriyle” Allah’ın ilminde mevcuttur. Bu ilmî varlıklara “mahiyet” de deniliyor.

Muhyiddin Arabî hazretlerinin “ayan-ı sabite” dediği de bu mahiyetler âlemidir. Bunlar yaratıldıklarında “hakikat” olurlar.

Diğer varlıkları da aynı şekilde düşünebiliriz. İnsanların birikip bekledikleri bir ayrı âlem olmadığı gibi, başka canlıların, hatta cansızlar âleminin, dağların, ovaların, yıldızların da daha önce yaratılıp bir başka hazinede beklediklerini ve zamanı geldiğinde yaratıldığını söylemek gerçeğe uygun düşmüyor.

O halde, söz konusu ayetin baş kısmı “kaderi”, ikinci kısmı ise “kazayı” ders vermektedir. Yani, her şey İlâhî ilimde, “her şeyiyle takdir edilmiş olarak” mevcuttur ve bunlar belli bir ölçü ile indirilmekte, yani yaratılmakta, kaza edilmektedirler.

Nur Külliyatında güzel bir tespit var: İnsan şunu-u İlâhîyenin bir mikyasıdır.

İman, marifet ve ibadet için yaratılmış olan insana öyle kabiliyetler verilmiştir ki bunlarla İlâhî hakikatlere uzaktan da olsa bakabilirsin. İşte, “kader, kaza, ilim dairesindeki varlıkların meydana çıkmaları” gibi büyük hakikatlerin de çok küçük bir örneği insanda vardır.

Biz bir cümleyi zihnimizde kurduğumuzda artık o cümle yokluktan kurtulmuş, bizim ilmimizde bir varlığa kavuşmuştur. Bu ilmî varlığın ortaya çıkmasını irade ettiğimizde, kudretimizi de kullanarak ondaki mânâyı yazıya dökeriz. Biz o cümle gibi daha nicelerini zihnimizde kurabiliriz. Bütün bunların hazinesi bizim ilmimizdir. Onların bizim ilmimizde takdir ve tanzim edilmeleri “kaderden”, yazılıp kâğıda dökülmeleri ise “kazadan” haber verirler.

Ayetteki “indirme” tabirini yazma olayına uyguladığımızda, ilmimizde mevcut olan ve ancak bizim bildiğimiz bir cümlenin yazıya dökülmesi sanki ilmimizden kâğıda inmesi gibidir.

O halde, ayet-i kerimede geçen “belirli bir ölçüye göre indiririz” ifadesi, Allah’ın ilminde mevcut olan tüm varlıkların belli zamanlarda, belli miktarlarla yaratılmasını ifade eder.

Demek oluyor ki, gerek kendi varlığımızda gerek bizi kuşatan şu muhteşem âlemde gördüğümüz her şey, bir yönden Allah’ın varlığını ve birliğini ilan ederken, diğer yönden de O’nun takdiriyle tanzim edildiğini ders verir. Böylece her şey, kaderden haber verir ve kadere iman konusunda müminin ruhuna pencereler açar.

Bu mânâyı, “O ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı.” (Secde, 7) ayetinin verdiği dersle birlikte düşündüğümüzde şu hükmü bütün ruhumuzla tasdik ederiz:

“Kaderin her şeyi güzeldir.”

Misal olarak, gözlerimize şöyle bir bakalım. Dikdörtgen, kare, altıgen ve daha nice şekillerde olabilirlerdi. Gözümüz bunların hiçbiriyle değil, hazır haliyle yaratılmış. Ve böylesi en güzeli.

Bir de bunların büyüklüğüne bakalım. Gözümüz bir nokta kadar da olabilirdi, kulağımız kadar, çenemiz yahut yanağımız kadar da. Ne o büyüklükte, ne başka bir büyüklükte değil şu bildiğimiz büyüklükte yaratılmış. Ve böylesi en güzeli.

Düşüncemizi gözün yeri konusunda da sürdürelim. Gözlerimiz, ensemizde de olabilirdi. Midemizin içinde, ayağımızın altında da bulunabilirdi. Ama ne orada yer almış, ne başka bir mekânda; yüzümüzde yaratılmışlar. Ve öylesi en güzeli.

Bunun gibi gerçeği her şeyde rahatlıkla seyreder ve kolaylıkla anlar, kabul ederiz.

İşin zor yanı, kaderin, hikmetini bilmediğimiz başka tecellilerini de aynı şekilde değerlendirmek; musibetlerde, hastalıklarda, maruz kaldığımız ağır imtihanlarda ve nihayet ölüm hadisesinde aynı isabetle karar verebilmek. Bu sahalarda insan, oldukça zorlanabiliyor.

Ama şahit olduğu şu sonsuz rahmetleri, nihayetsiz güzellikleri ölçü alarak, “Nefsimin hoşuna gitmeyen bu olayların da mutlaka güzel yönleri vardır.” demeye çalışmalıdır. Bunu başarabilen kişi, kadere imanın zevkine erer ve “Kadere iman eden, kederden emin olur.” hakikatinin sırrına erer.

Karşılaştığımız olaylar, ya gündüz veya gece gibidirler. İnsan, her ikisinden de faydalanmayı bilmelidir. Gecenin faydası ve güzelliği, gündüzden geri değildir. İnsan, güneşten ayrıldığına üzülmeyip yıldızlarla buluşmanın sefasını sürebilmelidir.

Kâmil insanlar, bunu başarmış örnek şahsiyetlerdir. Onlar, ölümü de hayat kadar büyük bir nimet bilirler. Kabrin ötesinin ve daha ötesinin bu dünyadan çok daha güzel olduğunun şuurundadırlar. Ölümden korkmak yerine ölüme en güzel şekilde hazırlanmakla meşguldürler.

Hastalıkların, günahlara kefaret olduğunu bilirler.

İnsan kalbinin dünyadan soğumasına ve ebedî âleme yönelmesine sebep olan bu gibi olayları birer İlâhî rahmet bilir ve onlardan azamî ölçüde faydalanmaya çalışırlar. Bunu yaparken, vücudun bir emanet olduğunu da unutmaz, onu en güzel şekilde korumaya çalışır, hastalandıklarında tedavi olurlar.

Ağır imtihanların sonuçlarının da o nispette büyük olduğunu çok iyi bilirler. Musibetleri birer “sabır imtihanı” olarak değerlendirirler. Onlardan kurtulmaya çalışmakla birlikte, şikâyet ve itiraz yoluna da asla girmezler.

“Acılara sabırla karşılık verdiler, tatlı oldu.” (Abdulkadir Geylanî)

Onlar Allah’ın bütün isimlerinin güzel olduğunu bilir, onların tecellilerinin de hepsini güzel görürler. Bununla birlikte, hatalardan, günahlardan ve kusurlardan sakınmaya ve hayatlarını istikamet üzere geçirmeye azamî dikkat gösterirler. Kendi iradeleri dışında tahakkuk eden İlâhî icraatlarda ise teslim ve tevekkül yoluna girerler.

“Çalışmak âdetim, tevekkül halimdir.” hadis-i şerifi onların hayat programlarıdır. İster sanat ve ticaret, ister tedavi ve sıhhat konularında olsun, üzerlerine düşeni eksiksiz yaptıktan sonra Allah’a tevekkül eder ve doğacak her türlü sonucu rıza ve memnuniyetle karşılarlar.