Gençliğin potansiyelini asla küçümsememek gerektiğini gösteren vakalara her zaman rastlanır. Ne var ki, biz, bu tür vakaları pek seyrek cereyan eden ve erişilmez kimselere nasip olan bir ayrıcalık olarak görmek eğilimindeyizdir. Oysa gerekli şartlar hazırlandığında benzer olaylar her zaman ve her yerde tekrarlanabilir.
Hz. Ali, Peygamberimizden İslama girme teklifini aldığında on üç yaşındaydı. Önce “Babama bir sorayım” dediyse de, yarı yolda “Allah beni yaratırken babama sormadı ki ben dinimi seçerken ona sorayım” diyerek geri döndü ve kendi kararıyla Müslüman oldu. Bu basit bir karar değildi; Müslüman olmakla, o, bir ömür boyu sürecek meşakkatlerin içine atılma kararını da vermiş bulunuyordu.
İbni Abbas, Peygamberimizin vefatında, en fazla on beş yaşındaydı. İki yıl sonra halife olan Hz. Ömer, on yedisindeki bu delikanlıyı, Sahabenin önde gelenleriyle beraber danışma meclisine aldı. Bugün ise, İbni Abbas dendiği zaman, biz, tefsir ilminin kurucularından biri olan bir Kur’ân tercümanını hatırlıyoruz.
Peygamber terbiyesi ve günün diğer özel şartlarını dikkate alarak “Onlar erişilmezdi” deyip işin içinden çıkmak pek kolaydır. Fakat bu tabloda o kadar kolaylıkla göz ardı edilemeyecek başka şeyler de vardır: Bizim atari oynadığımız çağlarda onlar daha başka işlerin peşine düşmüşlerse, bu, onların farklı bir yaratılışta olmalarından ileri gelmiyordu. Bugün o yaşlardaki hangi genç kendi iç âlemini dinleyecek olsa, oralarda bir yerde bir genç Ali yahut ibni Abbas’ın yattığını derinden derine hissedebilir. Pek muhtemeldir ki, onların o çağda zihinlerini meşgul eden sorular şu veya bu şekilde bizim de zihinlerimizi yoklamış, ama buralarda pek oyalanmaksızın geçip gitmiştir. Çünkü içinde bulunduğumuz ortam bizim meraklarımızı daha başka mecralara yöneltmektedir.
Ne yazık ki, bir gencin içinden büyük bir adam çıkaracak olan şartları, bugünün ortamında bulabilmek hiç kolay olmuyor. Tam tersine, zamanın çarkları, büyük adam olma istidatlarını daha belirmeden bastıracak ve bireyleri entellektüel yeteneklerinden soyutlayarak standart hale getirecek şekilde işliyor. İsterseniz, bu zamanın gençlere hangi hedefleri gösterdiğine dikkat edin, onların önüne koyduğu ideal insan tiplerine bakın. Bunlar arasında insanî yeteneklerini geliştirerek, okuyup öğrenerek, alın teri dökerek bir şeyler başarmış kimseler pek azdır. Çoğunluk ise, daha başka ve kolay yollardan şöhrete ve servete kavuşmuş, az düşünüp çok konuşan, az çalışıp çok eğlenen, gününü gün eden tiplerdir. İnsanlar çocukluk yaşlarından itibaren bu isimlerle yatıp kalkmakta, onlardan biri olabilmeyi bu hayatta ulaşılabilecek en büyük başarı ve mutluluk olarak görmektedirler. Daha da acı olan gerçek şu ki, bu idealler gençliğe sadece dünya ehli tarafından pompalanmıyor. Diğerlerine “Bakın, biz de sizden farklı değiliz” mesajını vermeye çabalayan “bizim” medyamız da aynı ortamın güçlenmesine bilinçsiz şekilde katkıda bulunuyor. Sonuç olarak, üretilen bunca parazit arasında, insanlar, ne içlerindeki Ali’lerin, ibni Abbas’ların sesini işitebiliyor, ne de onlara benzemek için bir heves duyabiliyor.
Sonsuza kadar inkişaf edebilecek bir hayır kabiliyetiyle yaratılan insan, bu kabiliyetini pek erken çağlardan itibaren ortaya koyabilecek durumdadır; bu açıdan dünün insanı ile bugünün insanı arasında hiçbir fark yoktur. Ancak bu kabiliyetler, parazitlerden mümkün mertebe arındırılmış, standartlaştırma çabalarından uzak, gelişmeye imkân veren ortamlar ister. Bize insanı standartlaştırmayı öğreten Batının, bugün kendi eliyle ördüğü kafesleri kırmak için ürettiği çözümler arasında, ilkokul çocuklarına Shakespeare okutan eğitim sistemleri de var. Unutmamak gerekir ki, bir ülkede yeni ve iyi bir şeyler olacaksa, bu ancak gençlerin eliyle olacaktır. Yaşlıların önde gelen işi, gençlerin içinde saklı olan potansiyeli gün ışığına çıkaracak zeminler vücuda getirmek olmalıdır.
Bu arada, gençler de şunu unutmasınlar: Eğer onlar sadece kendilerine imkân verildiği takdirde bir iş yapabileceklerine inanıyor ve bu imkânları bizzat hazırlayacak gücü kendilerinde bulamıyorlarsa, kendileri de gençlik çağını geride bırakmışlar demektir!