Güzel kumaşlar satan bir kumaşçı dükkanında iki top basma varmış. Basmalardan biri mütevazi; renkleri ve desenlerinden memnun bir şekilde onu alacak, kıymetini bilecek müşterilerini sabırla beklermiş. Arkadaşı ise daha renkli ve desenleri daha güzel olduğu için bir an önce beğenilmek ister ve bunun için de elinden geleni yaparmış. Mütevazi olan ona hep:
“Arkadaşım, sakin ol, sabırlı ol; biz birer basmayız; bizim kıymetimizi bilenler bizi almalı; kendini ipekli kumaş gibi ortaya koyup durma; sen ipek değilsin, seni ipek sanıp alanlar ipek olmadığını anlayıp seni geri getirirler, kesildiğinle kalırsın; hem bu halinle bizi dokuyana da hakaret etmiş olursun; seni dokuyan seni basma olarak takdir etmiş; “ben basma değilim” demekle seni dokuyana nankörlük etmiş olursun, yapma böyle, eğer bu desenler sana verildiyse bir maksat içindir, kendini ipek sanman için değil; üzerine bir çamaşır suyu dökülürse bu desenlerden eser kalmaz-desensiz kalıverirsin, o zaman ne yapacaksın" dermiş. Fakat bizim sabırsız basma bütün bunları dinlemez, kendi bildiğini okumaya devam edermiş.
Bir gün dükkâna; uzuna yakın, alımlı, kızıl saçlı, yanında iki çocuğu olan, kendinden emin bir kadın girmiş. Bütün kumaşları gözden geçirmiş. Bizim basmanın içi kıpır kıpırmış. Dönüp bana baksın, bak beni nasıl beğenecek diye içi içini yiyormuş. Bir de ne görsün? Kadının gözleri, bizim basmadaymış. Bizim basmanın kalbi yerinden fırlayacakmış neredeyse. Kadın, dükkân sahibine bizim basmayı göstermiş. Dükkân sahibi topu indirmiş raftan. Kadın şöyle bir bakmış basmaya.Yoklamış elleriyle. Basma olduğunu anlamış anlamasına ama desenler, renkler onu cezbetmiş.
Diktireceği elbiseye en uygun desenler ve renklermiş. Fakat basma oluşu düşündürmüş biraz. Neyse demiş, “Bu desenler, bu renkler sendeyken basma oluşunun bir önemi yok. Sana öyle bir model uygulayacağım ki, cümle ipekli elbiseler senin güzelliğini kıskanacak, başın hep dik olacak senin.”
Kadın bizim basmadan iki metre kestirmiş. Çantasını koluna takıp, çocuklarını da alarak evine gitmiş. Terziye gitmeden önce aldığı kumaşı suya bastırması gerekiyormuş. Almış bizim basmayı bir kova suya batırmış. Sabaha kadar kovada kalmış zavallı. Sabah, kadın basmayı çıkarmış kovadan. Suyunu silkmiş, kuruması için ipe asmış. Bizimki şimdi de ipte, güneşin karşısında kurumayı beklemiş. Kuruyunca kadın alıp ütülemek istemiş. Çünkü buruş buruş olmuşmuş. Ütüleyip tekrar ölçmüş basmayı. Bir de ne görsün?! Bizim iki metrelik kumaş çekmiş kalmış mı bir buçuk metre. Bir de renkleri biraz solmuş mu ne?!
Kadın küplere binmiş. Suç sanki kumaşınmış gibi başlamış bağırmaya. Sonra alıp dükkâna götürmüş; kumaşçıya da bir sürü bağırıp çağırdıktan sonra öfkeyle çıkmış dükkândan. Kumaşçı ne yapsın? Kadın bile bile almış onu. Sonra aslını anlayınca geri getirmiş. Bu kaçıncı oluyormuş. Kumaşçı uyarmasına rağmen kadınlar renk ve desenlerine aldanıp alıyor, sonra geri getiriyorlarmış.
Kumaşçı ne yapsın şimdi? Her defasında, geri gelen parçayı topa yeniden sarıyormuş. Yine, her zaman yaptığını yapmış; bizim basmanın gelen parçasını topuna sarmış, mütevazi basmanın yanına-eski yerine yerleştirmiş. Bizimkisi acı içindeymiş. Kadına karşı da çok öfkeliymiş; "Beni ipekli elbiseler gibi yapacaktı, beni kandırdı, yerimden etti, üstelik o kadar suyun içinde bekletti, yetmedi ipe astı-güneşte bıraktı, bununla da yetinmedi, kızgın ütüyü her zerreme bastırdı; sonra da çekmişim, renklerim biraz solmuş diye beni geri getirip attı" diye veryansın edip duruyormuş.
Mütevazi arkadaşı, ona şefkatle demiş ki; “Gel kardeşim, biraz beni dinle, sabret, unutma ki kadının seni alması için çok çabaladın; bütün desenlerini, renklerini ortaya koydun; basma olduğunu unuttun; onu suçlamakla eline bir şey geçmez; gel sen kendine bak, kusuru kendinde görene ne mutlu, böylece düzeltebilirsin kendini; kendi nefsini ıslah edemeyen, başkasını ıslah edemez; gel sen kendinden başla; hem benim tanıdığım bir kumaş örücü var, ondan rica edelim senin kesik yerlerini örsün-tamir etsin, yoksa böyle hep alel usul sarılı kalacaksın, en ufak rüzgarda yerinden oynayacaksın; gel arkadaşım kesiklerini birleştirelim, tamir edelim ki daha büyük sorunlara neden olmasınlar.” Ne dersiniz? Bizim kendini ipekli sanan, basma arkadaşını dinleyecek mi?
Yoksa ben böyleyim, ben değişemem, beğenmiyorsan arkadaşlığımı, sen bilirsin deyip yine hırsına yenilip, aslını kabul etmeyerek zarara düşmeye devam edecek mi? Bilemiyoruz. Fıtrat çok değişmiyor. Fakat kusurlarımızı farkedip büyük bir cehdle değiştirmeye çalışabiliriz. Kabul etmemiz gereken, kusurlu olabileceğimiz gerçeğidir. Bunu kabul ettikten sonra düzeltme çabası da, affedilme çabası da gelecektir. Yeter ki kendimizi kusursuz kabul etmeyelim. Basma iken ipek zannetmeyelim.