TR EN

Dil Seçin

Ara

Ömre Bedel Bir Gündü…

Bazen insanın hayatındaki bir gün, bir ömür kadar değerli oluyor. 

Eğer o gün, Allah için yaşanmışsa…

 

Her insanın hayatında unutamadığı bazı olaylar vardır. Hatta hayatının akışını tamamen değiştiren ve o andan itibaren hayatını yeniden başlatan olaylar. Olayın küçüklüğü ya da büyüklüğünden çok; yeri, zamanı, üzerimizdeki şiddeti ve etkisidir önemli olan. Bunlardan birini geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da yaşadım… 

Değiştirmek istediğimiz halde bunu bir türlü gerçekleştiremediğimiz ve yeknesak yaşamaktan da bir türlü yakayı kurtaramadığımız bir hayatı değiştirmenin ya da yenilemenin bin bir yolu vardır. Bunun en büyük engeli ise, huylarımız ve alışkanlıklarımızdır. O zaman hayattan şikâyet edip yakınmanın bir manası yoktur. Çünkü suçlu, insanın kendisidir. Değişmek istese İnsan, bu yola meyletse, gerçekleştirmek için fiilî duasını da yapsa bunun ne kadar kolay olduğunu görecektir. Kapı ne kadar büyük olursa olsun küçük bir anahtar onun dilini çözmeye yeter. Her doğan gün işte bunun için doğuyor. Ve açılan bu yeni günün ardından önümüze bin bir fırsatlar sunuyor. Yelken açıp engine açılmak nefsin esaretinden kurtulmakla başlıyor. Allah’a olan yakınlığını içinde hissetmeyen bir insan, kulluğun zevkine de varamaz. Yıllar yılı mutluluk ve huzur, arar durur. Ama nafile. 

 

Heraklit, “Mutluluk maddî sevinçlerden ibaret olsaydı, otladığı çayıra kavuşan öküzü mutlu saymamız gerekirdi.” diyor. Gün, hepimiz için aynı güzelliklerle doğar ve kendisinden, Allah adına en güzel şekilde istifade etmemizi bekler. Kaçırılmayacak nice günler, nice güneşler ve doğuşlar vardır. Bunlardan biri, o gün, belki de ömrümüzün son şansı olacaktır. Şafak ne yapsın, gün ne yapsın ki daha, biz yataklarımızdan kalkmıyorsak.. Ha gayret! Şöyle bir doğrulalım; camı, perdeyi bir aralayalım. Yeni bir âlemin kapısından girip seyre dalalım. 

“Borç yiğidin kamçısıdır” derler. Gerçek yiğit, Allah’a karşı kendini borçlu hissedendir. Hem de daima. Neden mi? Beni, sadece insan olarak yarattığı için bile bu yetmez mi? Çünkü Rabbim isteseydi bir hayvan ya da bir bitki olarak da yaratabilirdi. Evet, Yaradanıma karşı kendimi hep borçlu hissediyorum. Ve bana lütfettiği bu hayat denilen emaneti Ona en güzel ve en temiz şekilde teslim etmek istiyorum. Bütün gayretim ve emelim bu.

“Ve bir gün,” - Aklın kocaman bir çiçek gibi açılır açılmaz / Sana ölümden korkmayı öğreteceğim / Canını hiçbir pazarda satmamayı / Onu incitmeden, kırıp dökmeden / Bir zerresini ziyan etmeden / Yepyeni götürüp / Allah’ıma teslim etmeyi öğreteceğim. (Bedri Rahmi Eyüpoğlu)

Şair duyarlılığı ile ne güzel de söylemiş. 

 

Kur’an’da da Rabbimiz; “İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın emri ile onu izleyen ve koruyan melekler vardır. Bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah da onlara verdiğini değiştirmez…” (Rad, 11)

Değişmek ve hayatımızı değiştirmek işte bu kadar önemli. Bunun içindir ki, önümüze devamlı yeni yeni imkânlar ve fırsatlar sunuyor Yüce Rabbimiz. Epiktetos; “Yarın iyi bir insan olacağım diyorsun. Öyle ise, niye bugünden başlamıyorsun.” diye tembellik eden ve direnen yanımızı sorguluyor. Sorunun muhatabı biziz. Düşünelim; düşünmek farzdır. 

 

Geçtiğimiz hafta sonu İsmail Canan kardeşimin daveti üzerine İstanbul’daydım. Annem, benim için de bir bardak çay içmeyi unutma dedi, dualarıyla uğurladı. İçimde tarifsiz bir sevinç ve neşe vardı o gün. Çengelköy’ün sırtlarından boğazı seyrettim. Güneş batmak üzereydi. Ufuk renkten renge giriyordu. İstanbul göklerindeki bütün bulutları 180 derecelik bir açı içinden bir anda görüyordum buradan. Unutulmaz bir resmigeçitti bu. Bir yaz akşamının sihirli vaktinde, Cahit Sıtkı’nın tabiriyle, gökyüzü, İstanbul’un bir mahallesiydi şimdi. Elimi uzatsam bulutları tek tek yakalayacağımı sanıyordum. Bir yandan Boğazdaki gemilerin ağır ağır gözden kayboluşu, süzülüp geçişi. Bir yandan Boğaziçi Köprüsü’ndeki harika ışıklandırma… Bir yandan göklerin; o mavi, semavi ülkenin yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzü… Ve tam arkamızda ise gecenin o vazgeçilmez misafiri, gece lambamız, dolunayımız. İnsan bu tepeden İstanbul’a bakınca, ufku kana kana içiyor âdeta. İstanbul bizi, biz de İstanbul’u çektik bir nefeste içimize. Seyrettiğim bu muhteşem manzara karşısında şaşkındım. Bilmem kaç defa “Aman Allah’ım, aman Allah’ım…” diye diye bir hâl oldum. Söylenip durdum. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. Ufka kilitlenmiştim. 

Çocukluğumun o kızıl akşamüstleri de böyleydi. O günleri hatırladım. Aklım ve hayalim açılmış, uçuyordu âdeta. Enginde bir ruh olmuştum. Allah’ım, ne güzel bir göz, ne güzel bir akıl, ne de güzel seyredilecek şeyler yaratmışsın böyle. Sübhanallah… “Takdis ederiz o Yüce Zâtı ki, bütün akıllar Onun sanatının harikalığı karşısında hayrettedirler.” 

 

Düşünmek aklı, seyahat ise insanın ruhunu kanatlandırıyor. Bulutların kendi başına hiçbir hareketinin olmadığı, gidiş ve sevk edilişlerindeki hikmet bu merhaleden çok daha iyi anlaşılıyor. Kuzeydoğu rüzgârları, emri İlâhiyle önüne katmış katar katar götürüyor bu pamuk yığınlarını. Nereye mi? Yaradan nereye emretmişse oraya, Onun izni ile. Bu kâinat şehrinin dünya mahallesi de O’nun. Kâinatın Sultanı O. O’nun emri ile doğuyor, batıyor, yürüyor, gidiyor her şey. Yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri. Her şey kendine özgü bir dille Yüce Yaratanın birliğine ve varlığına şahitlik ediyor. Bu tepeden bu mana çok açık okunuyor. Bu işlere başka bir kudretin, bir başka elin, başka bir parmağın karışmasının imkânı ve ihtimali yok. Küçücük bir iğne ya da bir çivi bile suda batarken, dağlar büyüklüğündeki gemiler boğazın derin sularında batmadan yüzüyorlar. Bu kanun her yerde bir olduğuna göre kanunun uygulayıcısı ve koyucusu olan Allah da birdir. Her şeyde bir birlik var, birlik ise biri gösterir. Aziz Allah (cc) koyduğu kanunlara uygun hareket edenleri işte böylesine gezdiriyor, gözlere de hikmetle ve ibretle seyrettiriyor. 

 

Yaşadığım bunca günlerin içinde böyle bir ânın güzelliğini hiç hatırlayamadım. Ruhum, bunca yıl mahrum kalmıştı bu güzellikten, bunların şahidi olmaktan. Mümin bir gözle, imanlı bir kalple bakmak ne kadar da mutlu ediyor insanı. Vicdanım huzur içinde. 

Düşünmek farzdır. Bakıp seyretmenin, düşünmenin, akıl yormanın ne denli yüce bir ibadet olduğunu buradan daha iyi anlıyor ve kavrıyor insan. Böyle bir manzarayı seyretmek bir ömre değer. Böyle bir gün, bir ömre değer. Niyet çok önemli. Aynı manzarayı başka birileri de buradan seyredip, “ne güzel” deyip çirkinleştirirken siz “maşallah, ne güzel yaratılmışlar” deyip ebediyen güzelleştirebilirsiniz. Bunun için felsefeye kırgınım. Hiç ama hiç Allah’tan, Peygamberden, Rabbinin bu güzel eserlerinden bahsetmediği için felsefeye kırgınım. Çiziyorum üstünü bu siyah gözlüklü felsefenin. Allahsız ve dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır. Kâinatı Yaratanın ayetleri bir bir konuşurken susmalıdır felsefeci. Susmalıdır ve Allah’ın ayetlerini dinlemelidir. Nice akıl sahipleri için bu yapılan işlerde, bu harika faaliyetlerde nice hikmetlerin gizli olduğunu araştırmalıdır. Felsefe gerçek görevini üstlenmelidir, hikmet çizgisine gelmelidir. Evet, düşünmek farzdır. Nice zamandır bu kutlu görevden, bu yüce ibadetten mahrum kalmışızdır. Düşünmek de bir iş mi diyenler de çıkabiliyor karşımıza. Ya ne zannettiniz beyler? Ondan büyük ondan zor başka bir iş mi var?.. Düşünmeye düşünmeye ve bu ince ve harika işlere akıl yormaya yormaya, zihinler hayli zamandır yorgun ve karmakarışık. Muammer Erkul kardeşimin bir sözünü hatırlıyorum; “Düşün ki, düşünen adam heykelinden bir farkın olsun.” diyordu. Biz düşünmesek de mutlaka bir şekilde düşündürürler bizi. Ama ne dünyamıza ne de ahiretimize faydası olmayan, beş para etmez şeylerin peşinde koşturup düşündürürler. 

 

Evet, durduğum yer, seyrettiğim manzara tekrar doğuşun işaretleriydi benim için. İnsan niçin ve nasıl yaratıldığına bir bakmalı. Bu değerli varlığını boş şeylerin peşinde boş yere harcamamalı. Boğaz Köprüsü’ndeki o harika ışıklandırmaya bir sözüm yok ama, ondan da çok daha önemlisi kâinat yaratılalı beri her gece sergilenmiyor mu? Ama başını kaldırıp da gökyüzüne bakan kaç kişi? Bu simsiyah gece perdesinin arkasından kâinat çapında bir gösteri başlıyor her gece. Farkında mıyız? Gökyüzünün gözleri olan yıldızlar, bir denizaltı gibi beliriveriyor âniden. Hele ay… Onu anlatmaya kelimeler yetmez. Biz kâinatın misafiriyiz, ay ve yıldızlar da gecemizin misafiri. Ayın nazlı nazlı yükselişini seyretmek de ayrı bir heyecan veriyor. Japonların yaz geceleri ayın doğuşunu seyretmek için bir araya geldiklerini hatırladım. Bize ait ulvî bir görev bakın nerelere gitmiş, kimlerin elinde ne şekle girmiş. Gökler bildiğiniz gibi, her daim âyet âyet çağırıyor insanı: “Sema bize seslenir kalma gel işkencede / Şebnem gibi doğ ve öl yıldızlı bir gecede” 

Daha sonra önümüzden grup grup kuşlar geçti. Yıldızları izliyorlardı. Yıldızlar ise boşlukta değillerdi. Allah’ın tayin ettiği yerde duruyorlardı. Ve sonra söylendim kendi kendime; kuşlar, yıldızlara bakıp yönlerini bulsunlar da yıldızların, ayların, güneşlerin aydınlattığı şu kâinatta insan, Rabbine giden yolu bulamasın hayret dedim. Bir sır var bu şehirde. Dünya cenneti gibi güzel bu şehirde, gökyüzünün yollarında sıkışma, yıldızlar arasında bir çarpışma yok, her şey kendi yörüngesinde akıp gidiyor. Sanatkârı bir, idare edeni, yaratıcısı tek bir Allah olduğu için. Oysa gözümün hemen önündeki İstanbul’un caddelerinde uzaktan uzağa seçebiliyorum araçların sıkıştığını ve trafiğin kilitlendiğini. İşte bizim dünyamız, zemin mahallesi ve işte göklerin ülkesi, Allah’ın dünyası. 

Ertesi sabah Yuşa tepesinden seyrettiğim manzarayı, o güzelliği anlatamayacağım. Hele tam Boğaza açılan eski bir kalenin burçlarından gemilerin Karadeniz’e doğru süzüle süzüle gidişini ise hiç ama hiç anlatamayacağım. İyisi mi siz de günübirlik bir seyahat için valizinizi şimdiden hazırlayın. Bırakın öyle az yıldızlı otellerde sıkılıp terlemeyi. İstanbul’un o serin ve şirin Boğazında yüz binler yıldızın resmigeçidini seyredin. Üstelik de bedava. Böyle bir gün bir ömre bedeldir inanın. Değiştirecek ne varsa hayatınızda, buraları tam yeri ve zamanıdır. Unutmayın düşünmek farzdır. Kucaklaşın kâinatla.  Sevgili aziz İstanbul’la kucaklaşın. Bir semtini bile sevmeye bir ömür yetmezmiş buradan daha iyi anlayacaksınız.  

 

Allah’ım, bu güzel şehri ve bu şehirdeki güzellikleri yarattığın ve gözlerime de serip gösterdiğin için hamd ediyorum. Hayatımın en anlamlı bir sabahını, bir gününü yaşattığın için ebediyen şükrediyorum. Çiçekler sadece saksıda açmaz ya. Ruhumdaki gül saksısından açtırdığın bu güzellikler için Sana tekrar tekrar şükrediyorum. 

Ey aziz okuyucu, siz de buyurun. Bu tepeden bir gün manzarası için yanınıza gözlerinizi de alıp gelmeyi unutmayın. Masrafı, külfeti çok az ama, manevî faydası çok büyük bir tatil armağanı işte size. Burada yaşadığınız bir gün ömrünüze bedel bir gün olacaktır inşallah. Ben doya doya yaşadım, size de tavsiye ediyorum. Ruhunuza bu ulvî zevki tattırın ne olur. Burada salâvatlar da bir başka. Ruhum Hz. Peygamber (sav) ile her kucaklaşmasında yenilenmenin en güzelini buldu. İnsana gerçek dirilişi ve yeniden doğuşu müjdeleyen budur çünkü. Yeni doğmuş bir çocuk gibi, bir güzel günü seyretmek için, buyurun bu tepeyi arayıp bulun. 

 

Not: Kalbimde unutulmaz hatıralarıyla yaşayan ve Irak’ta şehit düşen sevgili Ahmet ağabeyi rahmetle ve dua ile anıyorum. Mustafa Türkmenoğlu ağabeyimizin de ruhuna binler fatihalar ile…