TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Hayat Köprüsü Plasenta

Döllenmiş yumurta hücresi, anne rahminde hızla bölünüp çoğalmaya ve büyümeye başlar. İlerleyen haftalarda ve aylarda, şekilden şekile giren bu hücre yığını sonunda bir bebek olarak dünyaya merhaba der. Bütün bu işler nasıl olur, bölünen aynı hücreler nasıl farklı farklı organları oluşturur. Mesela bazıları akciğer olurken, bazıları, böbrekleri, bazıları kemikleri bazıları ise gözleri, elleri, ayakları, ve bir insan vücudunda bulunan her biri başka başka yapıda ve görevde organı meydana getirir, işte bunu kimse bilemez. Rahimlerde olanı’ ancak Allah bilir. Biz insanların kesin olarak bilebileceği yegâne şey ise, bütün bu işlerin kendi kendine asla olamayacağıdır.

Bir insanın yaratılışı başlangıcından sonuna kadar sayısız mucizelerle işlenmiştir. Ve insan adayı olan cenin, anne rahminde yine bir çok mucizevi yollarla korunur ve beslenir. Cenini anne bedeni ile bağlayan ve adına plasenta dediğimiz yapı, bütün bu mucizeler silsilesi içinde ayrı bir öneme sahiptir. Doğumdan sonra vazifesi bittiği için anne bedeninden atılan bu organ, pek çok bilim adamının gözünde doğum hadisesinin gizli kahramanıdır.

Embriyo, gelişimi için gerekli besin maddelerini ve oksijeni, belirli bir dönemden sonra anne karnından almaya başlar. İşte bu aşamadan doğuma kadar anne ile bebeği arasındaki bağ plasenta aracılığı ile kuruludur.

Plasentanın tek görevi bebeğe besin maddelerini sağlamak değildir. Bu açıklama çok basit kalır. İşin asıl ilginç olan yanı plasenta, gelişme aşamasındaki embriyonun yeni oluşacak organları için gerekli besinleri gerektiği zamanda cenine aktarmasıdır. Annenin dolaşım sisteminden seçilip alınan maddeler, plasentanın bünyesinde depolanır, bunların bir kısmı plasenta tarafından kullanılır, bir kısmı da ceninin dolaşım sistemine aktarılır.

Özellikle demir ve kalsiyum ceninin gelişimi açısından çok önemlidir. Demir kan hacminin artması için, kalsiyum ise kemik oluşumu için önemlidir.

Bunların cenine aktarımı oldukça ilginç ve olağanüstü bir iştir. Eğer annenin aldığı demir miktarı yetersiz ise, plasenta ne olursa olsun annenin bedeninden bebek için gerekli demiri çeker alır ve ona iletir. Bu hadisenin kendi kendine olup bittiğini iddia etmek, hücrelerden oluşan bir et yığınının, molekülleri tanıdığını, birbirlerinden ayırt edebildiğini ve embriyoyu çok sevdiğini iddia etmek demektir. 

Plasentayı cenine bağlayan göbek kordunu, esnek yapısından dolayı kolay kolay dolanıp sıkışmaz. Uzun bir ip gibi olan kordonda, üç ana damar bulunur. Bunlardan biri toplar damardır ve plasentadan bebeğe besin nakli yapar diğer ikisi ise, bebekteki atık maddeleri plasentaya götürür.

Bütün fonksiyonları göz önüne alındığında plasentanın, cenin için, hem akciğer, hem böbrek, hem de karaciğer gibi görevler yaptığı ortaya çıkar. Ancak bu görevler belli bir sıra ile değil, ceninin ihtiyaçlarına göredir. Ceninin aylara göre değişen ihtiyaçları doğrultusunda plasenta da, işlevini değiştirir. Yine bu işleyiş şeklinin de kendi kendine olup bittiğini iddia etmek, plasentanın, ceninin ne zaman neye ihtiyacı olduğunu bildiğini iddia etmek demektir.

Burada bir soru akla gelebilir. Cenin neden annenin kan damarlarıyla doğrudan doğruya temas hâlinde değildir de, araya vasıta olarak, plasenta yerleştirilmiştir.

Ceninle anne arasında doğrudan bir irtibat kurulmuş olsaydı, annede meydana gelebilecek kalp çarpıntısı, tansiyon artması gibi hastalık hallerinde, cenin doğrudan etkisinde kalacaktı. Ayrıca annenin kanında bulunanların tamamı ceninin vücuduna da geçecekti. Dolayısıyla annede bulunan bir hastalık bebeğe de geçebilecekti.

Halbuki arada plasentanın vasıta kılınması, bunu önlemekte, dolayısıyla annenin bedenindeki hastalık ve mikroplar cenine geçmemektedir. Böylece çoğunlukla, bebek ruhen olduğu kadar bedenen de sağlam ve tertemiz bir şekilde dünyaya gelmektedir.