TR EN

Dil Seçin

Ara

Malûm İnsan

Kâinat ve insan...

Kâinat büyük bir insan, insan ise küçük bir kâinat. Hangisine bakılırsa diğeri görülüyor. Birisi diğerini tanıtıyor, öğretiyor. Her ne açıdan bakılırsa bakılsın, aslında görülen aynı. Kâinat da insan, insan da kâinat.

Kâinat insanı, insan kâinatı tanıtıyor. İnsan, kâinatı tanıdıkça kendisini tanıyor. İnsan, kâinatı tanıdıkça meçhul” olmaktan malûm” olmaya doğru ilerliyor.

Malûm” olduğu oranda insan, insan olmanın özelliklerini sergiliyor.

İnsandan kâinata uzanan, yahut kâinattan başlayıp insanla noktalanan ve insanı meçhullükten çıkarıp, malûmluk kapılarını aralayan ince-uzun yolu hayalen takip edelim.

Kâinat ve insan. Omuz omuza veren iki kardeş. İkisi de aynı yöne bakıyor, ikisi de aynı hedefe gidiyor. İkisi de eser, benzersiz bir Sanatkârın eseri. Ve o ikisi bir Yaratıcıyı gösteriyor. O Bir”in bütün yönlerine, özelliklerine aynalık yapıyor.

Kâinat bir ağaç. İnsan bir meyve. Bütün kâinattan süzülüp gelmiş özler insanda toplanmış. Kâinat ağacının en mümtaz meyvesi. Kâinat ağacının varlık sebebi. Kâinat ağacından beklenen en önemli netice. En kıymetli dalında, dünya üzerinde; kendisi için çizilmiş Cennete layık bir olgunluğa erişme hedefine doğru ilerliyor..

Kâinat bir meyve; insan bir çekirdek. İçinde bütün varlık âlemlerinin ince plânları, projeleri gizli. Maddî ve manevî sayısız âlemleri içinde barındırıyor. İnsan, âlemleri barındıracak kadar büyük. Âlem, insan çekirdeğini verecek kadar zengin.

Kâinat bir umman; insan o ummandan süzülmüş bir damla. O damla ayrı bir umman. O umman, ebedîlik istiyor, sonsuz bir deniz olma isteğini taşıyor. O ummanın Sultanı, gün gelecek, şu bir damlacık insanı lâyık olduğu ebediyet denizine damlatacak ve onu ebedî bir deniz hâline getirecek.

Kâinat bir sergi; insan o serginin en değerli, en sanatlı ve en antika eseri. Taklit edilmez nakışları, benzersiz sanatları ve ince ölçüleri üzerinde taşıyor. Çünkü insan, bütün kâinatı kendi eşsiz güzelliklerine, özelliklerine ve mükemmelliklerine bir ayna olarak yaratan bir Güzeller Güzelinin, en güzel, en özel ve en mükemmel sanat eseri.

Kâinat cennet misal bir bahçe; insan o bahçenin gonca gülü. Bütün güzellikler, onun güzelliğiyle tamamlanıyor. Bütün güzellikler o gülün güzelliğine bakıyor. Bütün güzellikler gülün güzelliğine güzellik katıyor.

Kâinat bir ömür; insan o ömrün amel defteri. Kâinattaki bütün hayır ve şer unsurlar insanda düğümlü. Bir gün gelecek, o amel defteri açılacak. Ve kâinat o amel defteri doğrultusunda, Cennet ve Cehenneme ayrılacak. Bütün şer unsurlar Cehenneme, bütün hayır unsurlar Cennete dönüşecek. Ve insan çekirdeği ya Tuba Ağacını ya da Zakkum Ağacını netice verecek.

Kâinat bir göz; insan o gözdeki gözbebeği. Gözbebeğinden mahrum bir göz, göz olmaz. Öyle bir göz kördür, görmez. O göz o eşsiz Güzeli görmek için yaratılmış. O göz, o Güzeli görerek güzelleşir. O Güzeli görmeyen göz, kördür.

Kâinat, bir misafirhane; insan o misafirhanenin en değerli misafiri. O misafirhanenin bütün unsurları, o kıymetli misafirin hizmetinde. Bütün kâinat âdeta sayısız nimetlerin sunulduğu bir sofra. O hatırı yüce misafir ise baş köşede.

Mülk Sahibi, o misafirhanenin Sultanı, aziz misafirine ikramda cimrilik yapmaz. İkramını anlayan, ikramlarına şükreden misafirlerini ayrıca ödüllendirmekten geri kalmaz.

Kâinat, muazzam bir ülke: İnsan o ülkeyi bütün ayrıntılarıyla gösteren bir harita. O haritada çok küçük çizgilerle, işaretlerle gösterilen çok büyük çaplı varlıklar, çok geniş çaplı hadiseler var. Her bir hücresi bir yıldız, kılcal damarları bitmek-tükenmek bilmeyen mesafelerdeki yörüngeler gibi. Bütün kâinatı insan haritasına bakarak tanımak mümkün. Çünkü insanda ne varsa, kâinatta da o var.

Kâinatla iç içe, taşıdığı özelliklerle kâinatla âdeta boy ölçüşen insanın bir de menfî özellikleri var. Üstelik kusurlarının sınırı, sonu yok. Bu cihetten bakıldığında insan, varlıkların en alt seviyesinde bulunuyor.

Ne gariptir ki, bu sınırsız kusurları, sonsuz noksanları tam tersine çevirmenin; sınırsız bir değere, sonsuz bir mükemmelliğe dönüştürmenin yolu da var. Hem de çok kolay.

İşte insanın değerini daha da artıran noksan yönleri:

İnsan, sonsuz âciz bir varlık. Gözüyle göremediği bir mikroba mağlup düşüyor. Sonsuz acziyetini görüp, sonsuz  kudret ve merhamet sahibi olan Allah’ı bulup, Ona dayandığı takdirde, o acziyeti sonsuz bir güce dönüşüyor.

İnsan, sonsuz fakir bir varlık. İhtiyaçları hayalinin ulaştığı yere kadar uzanıyor. Hayaline sığan her şeye muhtaç. Ama en küçük ihtiyacını karşılamaktan alabildiğine aciz. Çünkü kendine ait hiçbir şeyi yok. Benim” dediği şeyler bile kendisinin değil.

Sonsuz fakirliği, sonsuz bir cömertliğin, zenginliğin ve ikramın varlığına işaret ediyor. Fakirliğiyle, Ganî ve Kerîm olan, bütün kâinatı emrine veren Allah’ı buluyor. Onu bulup, Ona dayandığı takdirde, o fakirliği sonsuz bir zenginliğe dönüşüyor.

İnsanda sınırsız bir merak var. Kendini merak ediyor, çevresini merak ediyor, dünyayı merak ediyor, yıldızları merak ediyor. Dünü merak ediyor, yarını merak ediyor.

İnsan en çok sonsuzluğu merak ediyor. O merakla sonsuzluğu aramadığı yer bırakmıyor. Heyhat, yanlış yerde arıyor. Merak duygusunu yanlış yerde kullanıyor.

İnsanın bu merakını giderecek haberciler geliyor. Sonsuzluğun asıl kaynağını gösteriyor bu elçiler.

Haberin geldiği yer, zerre miktar şüphe kaldırmaz nitelikte. Çünkü haberi gönderen Allah. İnsanı yaratan, bütün kâinatı yaratan Allah. Görünen- görünmeyen bütün âlemleri yaratan, sonsuzluğun yaşanacağı ahiret âlemini yaratan Allah.

İnsan, eninde sonunda gideceği bir âlemi çok az merak ediyor. Başına gelecekleri pek düşünmüyor. Düşünüp hazırlık yapmıyor.

Ahireti merakla araştıran, orası hakkında ulaştığı bilgileri değerlendirip oraya var gücüyle hazırlananlar ise, daha dünyadayken sonsuzluğu yaşamaya başlıyorlar.

İnsan, sınırsız bir sevgiyi kuşatabilecek kalbe sahip. Bu sevgiyle, sevmeye değer gördüğü her şeyi seviyor. Kendini seviyor. Annesini-babasını seviyor. Eşini-dostunu seviyor. Bütün güzellikleri, mükemmellikleri seviyor. Daha nice yerlere bu sevgi yeteneğini kullanıyor.

Sevgisini ne kadar harcasa bile bitecek gibi değil. O öyle bir sevgi ki, kâinat dahi o sevgiye denk gelecek seviyede, büyüklükte değil.

Sevmekle iş bitmiyor. Sevilenler fâni, geçici, yok olup gidici olmasa mesele değil. Ama, sevginin harcandığı yerler arttıkça kalbe inen darbeler artıyor. Bir şeye bağlanan sevginin seviyesi yükseldiği oranda, insanı mutsuzlukla yüz yüze bırakıyor.

Öyle bir sevgi gerek ki, karşılıksız kalmasın. Öylesini sevmeli ki, yok olup gitmesin. Öyle birini sevmeli ki, kâinatın bile az geldiği sınırsız sevgimize sınırsız bir seviyede cevap versin.

İşte o sevgi, sevme duygusunu küçücük kalbe yerleştiren Sonsuz Sevgiliye, Allaha layık bir sevgidir. O kalple, Onun dışında her kim ve her ne sevilirse karşılıksız kalır. O’nun dışındakiler de ancak Onun hesabına sevilirse bir mânâ ifade edebilir. Onu sevmeyen, sevemeyen bir kalp, çöl misalidir. Diğer şeylere duyulan sevgi ise, o çöle düşen birkaç damla yaştır.

Netice: insan denen Malûm”, en değerli varlık. İşte insan, bütün özellikleriyle kâinat büyüklüğünde, hatta ondan daha fazla bir öneme ve değere sahiptir. Bu önem ve değer, sahip olduğu özelliklerden, içine yerleştirilmiş sayısız yeteneklerinden ve kendisinden beklenen kâinat büyüklüğündeki neticelerden kaynaklanır.

İnsan, kâinat aynasında tecellileri görünen bütün Esmâ-yı Hüsnâ’yı yansıtma kabiliyetinde yaratılmıştır. Ahsen-i takvimde yaratılmıştır. İlâhî Kudretin yarattığı en güzel bir mucizedir. Kâinatta serpilmiş rahmet hazinelerini keşfetme, bilme, öğrenme, tatma için gereken tüm alet-edevata sahiptir.

İnsan işte bu özelliklerinden dolayı, her şeyin gerçek Mâliki olan Cenab-ı Hakka karşı kulluk görevini üstlenmiştir.