TR EN

Dil Seçin

Ara

Fettâhiyet Gerçeği

Dünyaya henüz gözlerini açmış bir bebek.

Sıkı sıkıya kapalı ve içi sırlarla, gizli hazinelerle dolu bir varlık.

Kapalı, çünkü kendisinden bihaber; ne olduğunun farkında bile değil. Ya onun dışındakiler?

Bu el kadar” yavrunun ne olduğunu, başta annesi olmak üzere, kim, nereden, nasıl bilebilir ki?

Bilinmezlikler, belki 70 bin kere 70 bin katlı perdeyi andırır.

Dünya misafirhanesine adımını atan bebek, farkında olmadan, iradesi dışında ve şuur edemeyeceği bir fethi” yaşar.

Hem de çığlık çığlığa.

Dünya misafirinin, bu âlemdeki her bir saniyesi büyük fetihlerle doludur. Hareket etmesi, ağlaması, ağlama sesiyle birlikte ağzına uzatılan süt hazinesinden kana kana içmesi. Her birisi aralanan birer, belki biner perdeyi andırır.

Aslında, minik bebekle birlikte, anne-baba, kardeş, eş-dost için de aynı durum söz konusudur. Tüm meraklarıyla yeni misafiri, an be an takip ederler. En küçük bir gelişme büyük mutluluk kaynağı, sevinç ve sürûr vesilesi olur.

Zamanla anlık gelişmeler, değişimler, kısaca fetihler ülfet perdesi arasına sarmalanmaya başlar. Özellikle de anne-baba ve diğer yakınlarının nazarında.

Minik yavru bir gül goncası misali açılıp, neşvü nemâ bulur.

Önce gelişi güzel sesler çıkarır; sebebini bilmediğimiz gülücükler belirir o gül yüzünde. Ardından anlamını bilmediği ve büyüklerin de anlamadığı kelimeler dökülmeye başlar.

Emeklemeye başlaması, âdeta dünya gündemine oturmuştur. Düşe kalka adım talimleri ardından gelir. Sonra yürüme, sonra koşma derken, hayat koşusu sürer gider.

Önce saniyelik açılımlar yerini dakikalık, günlük, haftalık, aylık ve yıllık periyotlara bırakır. Oysa, henüz bir bebekken her ânı, her saniyesi gelişmelere sahne olmuştur. Veya öyle görülmüştür. Sıradan bir bakış, sıradan bir hareket, sıradan bir ses çıkarma ne kadar da büyük bir gelişme olarak addedilir.

Zaman içinde insan, ne kendisinde, ne de çevresinde cereyan eden fetihlerin, açılımların farkına varamaz olur. Artık, bu anlamdaki değer ölçüleri okula başlama, sınıfını geçme, lise diploması alma, hazırlık imtihanlarına gitme, üniversiteyi kazanma, paralı veya az paralı bir iş sahibi olma, evlenme, ev, araba, yazlık, giyim-kuşam vs. olarak değişir.

Bu koşuşturma sırasında, fark edilmeyen ve açılmayı bekleyen nice kabiliyetler bir süprüntü misali kıyıda-köşede beklemiş; nice paha biçilmez özellikler, yetenekler çürümeye ve yok olmaya terk edilmiştir. Açılmayı bekleyen perdeler bir daha açılmamacasına kapanmış; bunun da ötesinde üzerine bir o kadar daha perde çekilmiştir.

Oysa insan, bu dünyaya fetihler gerçekleştirmek; kendini fethetmek; çevresini fethetmek; insanları, canlı-cansız tüm varlıkları, güneşi, ayı, yıldızları, yağmuru, bulutları, dağları, ağaçları ve daha nice varlıkları, hadiseleri, gelişmeleri keşfetmek için gelmiştir. Kendi perdelerini aşmak, gözünün önünde cereyan eden hadiselerin ardına geçmek, hakikatlere ulaşmak için gelmiştir. Kısaca, dünyayı ve ardını fethetmek için gelmiştir.

Her birisi elmastan birer kılıç hükmünde olan iman hakikatlerini eline alıp, gerçekte bir örümcek ağından farksız olan zahirî perdeleri paramparça etmek için gelmiştir.

Üstelik bu görevi kendisine hatırlatmak, öğretmek ve göstermek için elçiler ve rehberler; alâ-yı illiyyîne yükselen, insanlığın medar-ı iftiharı olan mümtaz şahsiyetler de gelmiştir.

Aslında, gizli olan; ama açığa çıkmak üzere yaratılan hemen her şey bir hakikatin, Fettâhiyet Hakikati”nin bir tecellî ve yansıma alanıdır.

Bütün kâinatın yokluk karanlıklarından varlık aydınlığına çıkarılması; âdeta bir gül misâli açılması; yokluk dehşeti ve vahşetinde ne yapacağını bilmeyen insanoğlunun, aralanan varlık kapısından geçirilerek içeri alınması “Fettâhiyet”in bir yansımasıdır.

Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir yaratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor...” (Zümer Sûresi, 6) ayet-i kerimesinde ferman buyurulduğu üzere, üç karanlık içinde bütün validelerin rahimlerinde insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak bir Fettâhiyet” yansımasıdır.

Muazzam bir bahçeyi andıran dünya üzerinde, her birisi birer sanat şaheseri olan; hikmetle ve yerli yerinde yaratılması; birbirinden eşsiz, birbirinden güzel, birbirinden harika suretler verilmesi Fettâhiyet” yansımasıdır.

İnsan aklının gözü önünde cereyan eden sayısız icraatlar, fiiller ve eserler birer Fettâhiyet” yansımasıdır.

Basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılması “Fettâhiyet” yansımasıdır.

Tevhid hakikatinin en kuvvetli delili, İlahî Kudretin en çok hayranlık ve şaşkınlık uyandıran mucizesi olan feth-i suver”, yani her bir canlı varlığa kendi şahsına münhasır görünümlerin ve suretlerin verilmesi; her şeye lâyık bir şeklin ve görünümün verilmesi, bir Fettâhiyet” yansımasıdır.

İnsanoğlunun ortak malı olan ve sürekli olarak gelişen, terakki eden bütün ilimler, hem başlı başına birer Fettâhiyet” yansıması, hem de Fettâhiyet” yansımalarını daha rahat gösterecek birer vasıtadırlar.

Bütün insanlığın aklını meşgul eden Ben kimim? Buradaki görevim nedir? Sonra ne olacağım?” gibi dehşetli soruların hakiki cevabınının sunulması; bunun için elçiler ve mukaddes kitaplar gönderilmesi birer Fettâhiyet” yansımasıdır.

Ama asıl yansıma, hepsinden daha üstün, güllerin gülü, gönüllerin fatihidir. Bütün varlıklar âleminin açılması, fethedilmesi onun içindir.

Bütün âlemler, onun var olması için var edilmiştir.

Ve Fettâhiyet Hakikati,” o zâtın hemen her yönünde tecellî etmiştir.

O zâtın, bütün insanlara, hatta cinlere ve meleklere bir rehber olarak gönderilmesi, bütün varlıklara yönelik bir çağrıda bulunması “Fettâhiyet Hakikati”nin yansımasıdır.

O zâtın kâinatın yaratılış sebebini tüm netliğiyle şuur sahiplerine tebliğ etmesi, Allah’ın rızasını bütün yönleriyle bize bildirmesi Fettâhiyet Hakikati”nin yansımasıdır.

O zâtın elinde tuttuğu, Asr-ı Saadetten kıyamete kadar uzayan süreç içinde tevhid hakikatini elden ele, dilden dile ulaştıran Kur’an-ı Kerim, Fettâhiyet Hakikati”nin yansımasıdır.

Habibullah’ın (asm) risaletini ve davasının hakkaniyetini ispatlayan bütün mucizeleri; hattâ istikbale yönelik verdiği gaybî haberler Fettâhiyet Hakikati”nin birer yansımasıdır. Meselâ, Resul-ü Ekrem Efendimizin (asm) şu hadis-i şeriflerini bu açıdan ele alabiliriz:

“İstanbul mutlaka feth olunacaktır; Onu fetheden komutan ne güzel bir komutandır ve o fetih ordusu da ne güzel bir ordudur.” (el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihus-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeuz-Zevâid, 6:218.)

Bu hadis-i şerifi, iki cihetle değerlendirebiliriz. Birincisi, geleceğe yönelik bir hedef gösterilmesidir. Alabildiğine bilinmezlikler, belirsizlikler ve karanlıklarla dolu gelecek zaman dilimi, bu müjdeyle aydınlanmış, nurlanmıştır. İkincisi ise, bu gaybî haberle, en dar daireden en geniş daireye kadar bu fetih şuurunun bütün Müslümanların zihnine nakşedilmesidir.

Bu yöndeki kastettiğimiz mânâyı rahatlıkla anlayabilmek için, hadis-i şerifte zikredilen “İstanbul” kelimesinin yerine, yine fethedilmesi, keşfedilmesi ve hâkimiyet altına alınması gerekli farklı unsurları koyabiliriz. Meselâ, sırasıyla kendi nefsimizi, istek ve arzularımızı, menfî his ve duygularımızı yerleştirelim. Karşımıza çıkan tablo gayet açık ve nettir. Her insan kendi nefsini mutlaka fethetmeli; nefsinin mahiyetini tam idrak edip onun üzerinde hâkimiyet kurmalıdır. Bunu gerçekleştiren kişi ne kadar güzel bir kul, bu fiil ne kadar değerli bir muameledir.”

Bu hadis-i şerife bu açıdan bakınca, farklı bir manzara ortaya çıkıyor. Özellikle de küçük cihaddan büyük cihada yönelme”nin taşıdığı mânâlardan birisine daha ulaşma imkânı bulabiliyoruz.

Sizce de öyle değil mi?