“Onlar: “Ey Musa, onlar orada bulundukça biz asla oraya girmeyiz! Haydi, sen Rabbinle git, ikiniz savaşın; biz işte burada oturacağız!” dediler... Allah şöyle buyurdu: “Artık orası, onlara kırk yıl yasak edildi. Oldukları yerde sersem sersem dönüp duracaklardır. Artık o yoldan çıkmış topluluğa acıma!”
(Maide; 24-26)
Nedir hayat?
Sadece nefes alıp vermek midir? Yemek, uyumak, konuşmak, koşmak, güzel uğraşlar edinmek mi!?..
Bay Roman Polanski! Gençken işlediğiniz bir yüz kızartıcı suç yüzünden sinemanın merkezi olan Hollywood’a uzak olduğunuzu ve hatta bu sebeple içinde yetiştiğiniz Yahudi toplumuna mesafeli durduğunuzu biliyorum.
Steven Spielberg’ı örnek aldığınızı da. O Spielberg ki, kendince muhteşem filmler yapmasına rağmen, film kartellerine bir türlü kendisini kabul ettirememiş olmayı içine sindirememişti de, Schindler’s List ile bunu denemiş ve başarmıştı. Aynı yoldan gitme zekasını gösterdiğinizin de farkındayız. Ama Spielberg bunu yaparken, film dilinin, dengelerinin, karakter tanımlamalarının gereğini yerine getirmiş, pek kimsenin itiraz edemeyeceği, kısmen objektif bir eser çıkarmıştı ortaya. Şimdi siz aynı rotada yürürken, artık 1960’ların çöp sepetinde yerini alan ‘Propaganda Sineması’nın en ilkel ve didaktik ucuzluğuna başvurmuşsunuz. Son filminiz Piyanist’ten bahsediyorum elbette. Hani şu Nazilerin Polonya işgali sırasında olmadık dramlar yaşayan genç bir sanatçıyı anlattığınız Oscar’ları alacağı çok önceden ABD medyasında yapılan sizi aklama çalışmalarıyla ortaya çıkan filminiz. Filminiz inanılmaz derece acındırıcı. Tarihçiler sizin anlattığınız olaya ‘Holocoust-Holokost’ diyorlar. Yani; tarihteki tek toplu kıyım Yahudilere yapılmış gibi gösterilen olay. Hatta bu kavram için enstitüler kurulduğunu, Nobeller, Pulitzerler, Oscarlar toplandığını da biliyoruz.
Ama bay Polanski, Bağdat’a bombalar yağdırılırken, üstelik Newsweek, ABD Kongresi gibi önemli mahfillerde bile ABD ve İngiltere’yi bu anlamsız savaşa Yahudiler’in kışkırttığı dile getirilirken, böyle bir filme imza atmanız ve ödüllere boğulmanız biraz garip değil mi?
Bakın Mister Polanski; Holokost Enstitüsü’nün olağanüstü kulisleriyle Nobel Ödülü’ne ulaşan Yahudi kökenli yazar işini gücünü bırakıp, her yerde Yahudi Soykırımı’nı anlatan konferanslar vermeye başlamasından (Konferans başına 25 bin dolar alıyordu ve Enstitü ona bir limuzin tahsis etmişti.) sonra, bir başka vicdan sahibi entelektüel Yahudi ne demişti: ‘Sizler, Holokost, Yahudi katliamı, Yahudi soykırımı diye diye, günümüzde inim inim inleyen diğer bütün insanların acı ve ızdıraplarını örtbas ediyorsunuz! Filistinlilerin gördükleri zulmü önemsiz gösteriyorsunuz! Ambargo yüzünden ölen 1 milyon Iraklı çocuğu görmezden geliyorsunuz! Nazilerin öldürdükleri Yahudi sayısı kadar, bugün Irak’ta da Iraklı çocuk, ambargo sebebiyle ölmüştür ve ölmeye de devam etmektedir! Siz bu apaçık hakikati bile gizliyorsunuz!’ Bunu Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein söylüyor sayın Polanski...
Size başka bir filmden ve kahramandan bahsedeceğim sayın Polanski. Scott Hicks’in Shine isimli filminden... Duymuşsunuzdur. Hatta o filmin oyuncusu da, sizin piyanistiniz gibi Oscar’a adaydı ve elbette lobicilik onu desteklemediği için ödül filan alamadı. O filmin kahramanı da yaşamış ve gerçek bir Yahudiymiş. Hatırlarsınız David Helfgott isimli bir sanatçı. Kendini müziğe adamış bir genç yetenek. Tıpkı sizin kahramanınız gibi. Ama çok önemli bir fark var onunkiyle sizinkinin arasında. Sizinki her ne şekilde olursa olsun yaşamayı tercih ediyor Bay Polanski. Halfgott ise, sonunda cinnet, felç, akıl sağlığını kaybetmek olduğunu bile bile dokunuyor piyanonun tuşlarına ve çalıyor Rachmaninov’un konçertosunu. Oysa sizin kahramanınız Bay Polanski, annesi, babası, kardeşi, dini, imanı, bitirilip tüketilirken sadece yaşamak, soluk almak için hayvanların bile tenezzül etmeyeceği şartları kabulleniyor. Soruyorum o halde; ne uğruna katlanıyor Bay Polanski? Hadi diyelim ki, piyano çalmak uğruna, müzik uğruna. Pekiyi, her tarafı nazilerle çevrili bir evde, tek başına piyanoylayken, neden parmaklarını uzattığı halde dokunamıyor tuşlara? Yaşam bu kadar anlamsız mıdır sayın yönetmen? ‘Uğruna kendini feda edecek hiçbir şeyi yoktur Yahudilerin.’ mesajını verdiğinizin farkında mısınız? İnsan, dini, ailesi, mesleği veya herhangi bir şeyi için yaşamazsa, ona yaşamak denir mi Mister Polanski?
Bir de filmin sonuna eklemişsiniz, şu trajik cümleyi; ‘Wladyslaw Szpilman (kahramanımız) 1980 yılına kadar yaşadı ve öldü.’ Ölüyor insan bir şekilde sayın Macar asıllı yönetmen, herkes ölüyor, önemli olan ne şekilde yaşadığı değil mi?
Hatırlayın lütfen İskoç savaşçı William Wallace’ı… Kendilerinden sayıca fazla İngiliz ordusunun karşısında askerlerine nasıl seslenmişti: “İskoçlar! Şimdi korkup buradan kaçabilirsiniz… Yaşayabilirsiniz. Ama unutmayın, yıllar sonra ölüm döşeğinde olduğunuz zaman, bu anı çok arayacaksınız. Unutmayın, herkes ölür, ancak bazıları yaşamaz bile!”
Savaşı, soykırımı, ölümü kimse istemez Bay Polanski, ama kaçınılmaz olunca da insanoğlu sahip olduğu değerler için bedel ödemeyi bilir... Şimdi Bağdat’taki Filistin’deki müzisyenlerin, piyanistlerin ödediği gibi. Ve onlar ölüm ne kadar yakınlarında olursa olsun, tuşlara dokunmanın bedelini öderler Roman Polanski. Sizin kahramanınız gibi, insanlık dışı yaşamayı tercih edip, hayalinde piyanonun tuşlarına dokunmazlar. Ben olsam çalardım o piyanoyu sayın Polanski, çalardım!