TR EN

Dil Seçin

Ara

“İyi Olmak, Başarılı Olmaktan İyi” / Söyleşi

Yazarımız Nihat Dağlı ile hayata ve yazıya bakışı üzerine konuştuk.


 

Nihat Dağlı kendisini nasıl tanımlıyor?

Biz oluş sürecini bitirmiş şeyleri tanımlarız, olmaya devam şeyleri ise tanımlamayız, çünkü daha bir şeyolmamışlardır. Nihat Dağlı tamamlanmış bir şey değil, olmayadevam ediyor. Ne mi olmak istiyor? Öyle belirlenmiş bir şey/hedefi yok, öyle bir şeye yürümüyor. Hayatı ve kendisini bir insan olarak farkettiğinden bu yana çırıl çıplak bir kalple yaşıyor. Daha doğrusu hayatla kalbi arasına giren; kalbini hayattan koruyan tozlardan, kılıflardan soyunmaya çalışıyor. Devamlı kalbini parlatmakla meşgul... Hayat ve hayatın içine doluşan şeyler ne ise en iyi bir şekilde kalbine yansısın, istiyor. Ancak bu iyi görüntülerle sahici bir hayat yaşama imkanına kavuşacağını düşünüyor.

Sonuçta coşku ve acılarımız bir etkilenmeden doğuyorlar. Hayatın acıları/coşkuları kirli ve başka şeylerle örtülmüş bir kalbe ulaşmaz, ulaşmadığı için o kalp acı çekmez ve bir coşku da duymaz. ‘Şu olmak istiyorum.diyerek, hedeften başka bir şey düşünmeyen biri değil Nihat Dağlı. Mesela çok başarılı biri olmak yerine, iyi biriolmayı tercih ediyor; iyi olmak, başarılı olmaktan daha iyidirdiyor. Elbette ki başarılı iyi insanlar vardır, ama başarı’yı tek ölçü kabul ettiğimizde Şaron da başarılı bir devlet adamıdır.

Şunu diyor Nihat Dağlı.. Biz hayatı yaşadığımız an içinde karşılarız. O an varız... Gelecekolarak tarif ettiğimiz zaman dilimine varmadığımız sürece o zaman dilimi yoktur, şu an var... O halde, en iyisi, içinde bulunduğumuz an içinde kendimizi iyi kılmamızdır. Her an kendimizi iyi kılmak suretiyle iyi kılınmış bir ömrü gerçekleştirmek... İyi yaşanmış bir geçmiş kurmak...


 

Yazılarınızdan anladığım kadarıyla yazmaksizin için bir varoluş gerekçesi, öyle mi gerçekten?

Yazmak, varmak istediğim ve yüzümü çevirip yürüdüğüm bir yer değildi, sonuçta vardığım bir yerdir. Yazmanın, bir yazar olarak bilinmenin düşünü görmedim. Hiçbir üstada; Nasıl yazar olabilirim?sorusunu yöneltmedim. Ve şimdi, yayımlanmış yedi kitapta imzası olan biri olarak söylüyorum: kendimi yazarolarak hissetmiyor ve tanımlamıyorum. Yazar Nihat Dağlı yok, Nihat Dağlı sadece yazıyor. Hayır, asla mütevazilik yapmıyorum. Çünkü, yazar olmak üzere yola çıkmadım ve bir yazar olarak da yolculuk yapmıyorum.

Profesyonel olarak yazar’ın görevi vardır. Okuyucusuna aktarmak üzere, bilgi’ ve ‘doğrutoplamak zorunda hisseder kendini. Çoğunluk adına düşünür, düşündüklerini çoğunluğa elbise olarak keser biçer. Bu anlamda yazar bir misyonerdir, birilerini adam etmeye çalışır. Kendini anlamlı kılmak adına yolda olan Nihat Dağlı ise, doğru satmakgibi bir kaygı taşımıyor. Başkası için değil, kendisi için yolculuk yapıyor. Hayatın ve kitapların sayfalarına karıştığı günden bu yana, sadece kendi sorularının cevabını arıyor. Gelip zihnine oturan, sonra kalbine boşluklarını bırakan soruların ardına düşmeyi kaçınılmaz görüyor. Cevapsız soruların boşluklarıyla, anlam veremediği bir hayatın hiç’liğiyle yaşayamayacağına inanıyor. Okumak onun için bir mecburiyettir ve her okuduğu metin kendisine yeni bir yolculuk olur. Bu yolculukta sorularının cevabını buluyor, bulduğu cevaplar yeni sorular ateşliyor. Hayatı, soru ve cevaplarla genişleyip uzayan bir yolculuktur.


 

Peki yazmakeyleminden uzak bir Nihat Dağlı portresi nasıl olurdu, bunu merak ediyorum?

Haklısınız. Yazı’, varmak istediğim bir yer olmasa da, sonuçta vardığım ve kendisinden ayrılamayacağım bir şeydir. Kendimi, yazmak zorunda olan ve ancak yazarak yaşayabilenlerden sayıyorum. Daha çok okumayı öne alan, okuyarak anlamını bulan bir hayatın yazı’da kendini gerçekleştirmesi, ifade etmesi... Aç adam yer, susayan içer, yolcu ise konuşur. Artık içimde tutamadığım, ortalığa bırakmak zorunda kaldığım sırlardır, yazdığım şeyler. Yazmayan bir Nihat Dağlı... Hayır, düşünemiyorum.


 

Ama insan ne kadar kendisi için yazsa da sonuçta yazdıkları bir başkasının derinlerinde yankı bulacak uçlar taşıyorsa biraz da başkaları için yazmış olmuyor mu bir anlamda?

Kaderi yayımlanmak olmuş her metin, tabii ki, gidip başkasının kalbine dokunmuştur. Başkası o metni okuduğunda, metnin satır aralarında yaralarına merhem bulmuştur. Ve elbette imzamı taşıyan bir çok metin de, başkasının sorularına cevap olmak üzere yazılmıştır. Bunu inkâr etmiyorum. Ancak şunu diyorum: Yazımın omurgasını