TR EN

Dil Seçin

Ara

Beyin mi, Ruh mu?

Sherrington, elektrik akımı üreten ve stimülatör adı verilen uyarıcı aleti eline alarak beynin orasına, burasına dokundurdu. Bazı yerlerden birtakım hareket ve his cevapları elde etti. “Uyarılabilir beyin kabuğu” artık keşfedilmişti.

Sherrington, elektrik akımı üreten ve stimülatör adı verilen uyarıcı aleti eline alarak beynin orasına, burasına dokundurdu. Bazı yerlerden birtakım hareket ve his cevapları elde etti. “Uyarılabilir beyin kabuğu” artık keşfedilmişti. Senelerce uğraşıldı, araştırıldı, daha 1972 yılında ölen Kanadalı büyük âlim Wilder Penfield ve çalışma arkadaşları, Jasper ve diğerleri, bu uyarma tecrübelerini çok ileri götürdüler. Beynin şakak bölgelerinin belli bir kısmının uyarılmasıyla insanın birtakım geçmiş hatıraları tekrar yaşadığını göstererek, buranın bir “hafıza ve hatıra deposu” olarak vazife gördüğünü isbat ettiler. Nihayet beynin içinde, orta yerde, omuriliğin üst kısımlarına kadar uzanan ağ cismi (retiküler madde) ve bunun uyanıklık hali ile ilgisi gösterildi. Ama, biliyor musunuz, hiç kimseye, hiçbir yerini uyararak, meselâ ceketinin düğmesi ilikletilemedi. Beynin elimizle, kolumuzla, parmaklarımızla ilgili bölgeleri uyarılmak suretiyle parmaklarımıza, elimize, kolumuza maksatsız ve kaba birtakım hareketler yaptırılabilir, ama bir düğmeyi iliklemek veya bir sigarayı yakmak gibi gayeye yönelik bir hareketi hiçbir yeri uyararak temin edemeyiz.

Burada biz, piyanonun karşısına geçmiş ve piyano çalmasını bilmeyen bir acemiye benziyoruz. Tıpkı onun tuşlara rastgele vurması gibi beyin kabuğuna rastgele dokunuyor ve piyanonun tek tek sesleri, notaları gibi münferit bazı cevaplar alıyoruz. Piyanonun tuşlarına bir düzen içinde basıp bir melodiyi çalmak gibi, beyinde de gerekli hücre gruplarını gereken sıra ve şartlar içinde uyararak gayeli, düzenli ve insicamlı bir hareketi yaptırmak, bu metodla ve hiç değilse bugünkü imkân ve bilgilerimizle mümkün değildir.

İşte bu noktaya gelince, beynin ötesinde “başka bir kuvvetin”, tıpkı piyanoyu çalabilmek için bir piyanistin mevcudiyeti gibi, var olduğunu kabulden başka çare yoktur. Bu halde ve şartta ise beyin “her şeyin başlangıcı” olma sıfatını ve kendi kendine yeter bulunma vasfını kaybeder. O da bir âlet, bir vasıtadır, tıpkı kendi kendine çalamayan piyano gibi... Onu harekete geçiren, ona hükmeden, ister beynin içinde ve materyalistlerin iddia ettikleri gibi kimyevî veya fizik tabiatta bir enerji, isterse onun arkasında ve dışında bir “ruh” olsun, bugünkü araştırma metodlarımızla “erişilemeyen” bir kuvveti görmezlikten gelemeyiz. Gerçekler, inatçı şeylerdir. Bizim tasvibimize, kabulümüze bağlı değillerdir. Ve ne kadar biz onları görmezlikten gelsek ve onlara arkamızı dönsek, gene de kendilerini kabul ettirirler ve bizim inkârımız onlara tesir etmez.

Ruh’un “ne olduğunu bilmememiz” başka, onu “yok farzetmemiz” ise bambaşka şeylerdir. Madem ki beynimizi idare eden bir kuvvet vardır (tekrar edelim, ona inancınıza bağlı olarak, ister ruh deyin, ister enerji deyin) ve biz düşünebilmek için beyne muhtacız. O halde beyinle ondan üstün olan ve onu idare eden bir kuvveti idrak edemeyiz. Beyin hiçbir zaman kendi kendini aşamayacak ve ruh meselesini insanoğlu çözemeyecek, halledemeyecektir. Bir âletin kendisini aşarak onu idare eden güç’e erişmesi mümkün değildir.

Ayet-i kerime:

“Sana ruh’tan soracaklar. De ki, o Allah’ın bir emridir ve insanlar ondan çok az şey bileceklerdir.” (İsra sûresi, 85)