TR EN

Dil Seçin

Ara

Oyunlarımız, Sokaklarımız ve Güven Tazelemek

Oyunlarımız, Sokaklarımız ve Güven Tazelemek

Sokak artık hem yetişkinler hem de çocuklar için komşuluk, tanışıklık ilişkileriyle güven telkin eden bir yaşam alanı olma özelliğini yitirmiştir. Yaz kış demeden her mevsimin kendine has oyunlarının doyasıya oynandığı o sade ve harika oyun alanı, artık sadece iş, okul ve ev arasında hızlı adımlarla geçip gidilen bir güzergâh haline gelmiştir.

Evet polis bey, şu caddede yürürken çantama asılıverdiler. Kurtarmaya çalışmadım bile. Sürüklenmekten korktum!

Hımmm… Evet hanımefendi, kapkaç yapan şahsı görebildiniz mi peki?

Ne gezer efendim, ben canımın derdine düşmüştüm, yüzüne bakamadım bile.

Pekâlâ, olay kayda geçti. Bir gelişme olursa sizi haberdar ederiz.

Bir telefon görüşmesi:

Evet, efendim, geçen ay işten çıkarıldım. Firmanızda eleman ihtiyacı olduğunu öğrendim.

İngilizceniz nasıl?

Orta halli sayılır.

Peki ya Çinceniz var mı?

Maalesef efendim.

Üzgünüm en az iki dil bilenleri tercih ediyoruz.

...

Odanın bir köşesinde oturan anne, bir yandan elindeki işle meşgul olurken diğer yandan ev içinde oynayan çocuklarının bu gibi ilginç diyaloglarına tanık oluyordu. Güncel hayatta olup bitenlerin çocuk oyunlarına nasıl yansıdığını ve kullandıkları terminoloji üzerinde ne kadar da etkili olduğunu düşündü. Son yıllarda hızla gelişen iletişim teknolojisi sayesinde çocukların daha çok küçük yaşta yetişkinlerin dünyasına ait olan pek çok şeye aşinalık kazandıkları malumunuz. Ruhen ve zihnen hazır olmadıkları birçok bilgi ve görüntü bombardımanına maruz kalabiliyorlar. Oysa her çağın kendine özgü hallerini sindire sindire yaşamak gerek. Hayat karşısında daha sağlıklı ve dengeli bir duruşu sergileyebilmenin yolu, ruhların basitten karmaşığa, somuttan soyuta yolculuk yaparak olgunlaşmalarından geçiyor çünkü. Doğal seyrinde yaşanmış bir çocukluk deyince ilk akla gelenler saflık, sadelik, özgürlük, zengin hayal gücü, küçük şeylerle mutlu olabilme… Yeni nesilde sıkça gözlemlediğimiz hayat karşısındaki sabırsızlık, kırılganlık ve yılgınlık halleri, biraz da böyle bir çocukluktan mahrum olmaları değil mi?

 

Çocukların başlıca oyun mahallinin sokak olduğu günler geldi aklına. Dış kapının hemen önüne serilen küçük kilimlere ne dünyalar kurulurdu. Karşı kapıda bir arkadaşları komşu olurdu, biraz ötede mahalle bakkalı yerini alırdı.

Öyle büyük marketlerden veya oyuncak mağazalarından alınmış pahalı oyuncaklar olmadan saatlerce süren oyunlar kurmayı başaran çocuklardı onlar. Ellerinde en fazla basit plastik bebekler, kiremit parçalarından yapılmış masalar ve kap kacak, kumaş parçalarından şekil verilmiş divanlar, yastık minyatürleri vs. bulunurdu. Birinci katta oturan komşu teyzenin cam önü mutfak olarak döşenir, ziyarete gelen misafirlere hayalen neler ikram edilirdi neler… Bir de hatıra fotoğrafı çektirmek isterlerse, çamurdan yaptıkları ve ortasında bir cam parçasını objektif olarak yerleştirdikleri fotoğraf makinelerinin üst düğmesine “çilik” sesleri eşliğinde basmaları kâfiydi. O tatlı anları bugünkü gibi dijital ortamda saklama veya kağıt üzerine tab ettirme imkânı bulamayan çocuklar için, çekilen fotoğrafların her bir karesinin yüreklerinin derinliklerinde tab edilip hatıralar arşivinde saklanması söz konusuydu. Yağmurlu havalarda sokağın iki yanından akan suyun içinde paçaları sıyırıp çıplak ayakla rap rap yürümeler, karlı kış günlerinde ise el ve ayaklar buz kesinceye kadar devam eden kartopu savaşları ve sokak boyunca kaymalar… Çocukluğun bitmez tükenmez zannedilen enerjisi bu şekilde sarf edilince, hiç itiraz veya inada hacet kalmadan annenin bir kez seslenmesi eve dönmeye yeterdi. Yemek sonrasında ise gelsin mışıl mışıl uyku.

 

Günümüz şartları gereği daha çok ev içinde oluşturulan oyun alanları çocukların hareket ihtiyaçlarını karşılamada son derece yetersiz kalmakta.

Bu ihtiyaçların karşılanması adına da ücretli spor kulübü faaliyetleri gündeme gelmekte. İşte bu noktada mevcut hayat tarzının her yaştan insanı “müşterileştirmesi” gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. İhtiyaçlarınıza cevap vermek üzere piyasaya arz edilen mal ve hizmetleri bedellerini ödemek suretiyle satın alarak sistemin çarklarına dâhil olmanın yaşı yok. Hayatı çeşit çeşit suniliklere mahkûm eden modern tasavvur, doğal olan üzerinden de para kazanmayı bu şekilde başarıyor. Önce hareketsizliğe mahkûm et, sonra sana hareket imkânı sunuyorum diyerek para kazan!

 

Düşünceleri yine sokağa döndü. Bugünün insanının “güven” duygusunu kaybetmiş olmasının sokağı ne kadar farklılaştırdığını düşündü.

Aşkın Olan’la bağları koparan veya zayıflatan modern çağ, güven bunalımına sürüklemişti insanları. İmanın sunduğu varoluşsal güven duygusundan mahrum kalan modern insan hem kendi içinde hem toplumsal kurumlarda savruluşlara mahkûm olmuştu ister istemez. Ailede, toplumda, dünyada her geçen gün hızlanan ve şiddetlenen çözülmeler bu güvensizliğin eseri değil miydi?

Sokak artık hem yetişkinler hem de çocuklar için komşuluk, tanışıklık ilişkileriyle güven telkin eden bir yaşam alanı olma özelliğini yitirmiştir. Yaz kış demeden her mevsimin kendine has oyunlarının doyasıya oynandığı o sade ve harika oyun alanı, artık sadece iş, okul ve ev arasında hızlı adımlarla geçip gidilen bir güzergâh haline gelmiştir. Kimseye selam vermeden, hal hatır sormadan, bir tebessüm sunmadan kat edilen sokaklar… Bu, ruhu örseleyen hayatın bizi bir kez daha vurması demek aslında. Tanışmayı, bilişmeyi, anlaşmayı isteyen sonsuz yanımıza bir kez daha yabancılaşmak, kendi kendimizden uzak düşmek…

Evet, bu çağda bir güven tazelemesine ihtiyacımız var. Kendimizle ve küstürdüğümüz sokaklarımızla yeniden tanış ve biliş olmak bu açıdan önemli. Çocukların oyunlar oynadığı, insanlar arasında samimiyet ve güvene dayalı ilişkilerin yaşatıldığı sokaklar, mahalleler, şehirler… Bir su birikintisine atılan taş misali merkezden çevreye, insandan topluma yayılan huzur, güven, iyilik halkaları…