TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünyada Turist Gibi Yaşamak 2

Aslında her insan bir yolcudur, bir seyyahtır, yani bir turisttir. Hani demiştik ya turist kelimesi “tur atmaktan” türetilmiştir. Tur atmanın temel şartı, kişinin sürekli yaşadığı yere, yani başlangıç noktasına, yani vatan-ı aslisine geri dönmesidir.

Peki insan hayat yolculuğunun neresindedir ve dönüp sürekli yaşadığı veya yaşayacağı yer, yani vatan-ı aslisi neresidir? Neden böyle bir yolculuğa çıkmıştır? Kimdir bu insan denilen mahlûk? Ne işi var bu dünyada? Madem gelmiş neden göçüp gidiyor? İnsanın bu gizemli seyahati ile ilgili ve daha birçok sorular…

Evet insan bir yolcudur… Ve yolculuğu, sabavetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar devam eder…

Dünya, ‘deni’ kelimesinden türetilmiştir. ‘Deni’ kelimesinin anlamı aşağı demektir. Yani semavata göre aşağı… Ya da insanın vatan-ı aslisi olan cennete göre aşağı demektir. İnsanın bu gizemli yolculuğunda Rehber-i Ekmeli olan Efendimiz Hz. Muhammed (asm) dünya menzilini “yolda giderken dinlenmek için gölgesinde mola verilen yerdir” şeklinde tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hazretleri ise dünyayı bir eğitim için kalınan askerî misafirhaneye benzetiyor ve şöyle diyor: “Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin.”

Madem dünya, insan için bir misafirhane ya da vatan-ı aslisinin bir tarlası veya ticaretgâhı hükmündedir. Öyleyse insanın buradaki asıl gayesi “ilim ve dua vasıtasıyla terakki etmek” olmalıdır. Yani merakla, yani tefekkürle kainata nazar gezdirerek öğrenmenin ve gelişmenin yollarını aramalıdır.

Bir turist, merakını gidermek için seyahate çıkar. Gittiği yerde geçici olduğunu bilir. Misafir olarak gittiği yerden bedelini ödemediği hiçbir şeye sahip olmadığını da bilir. Beraberinde götürmeyeceği bir şeyi akılsız çocuklar gibi sahiplenmenin maskaralık olduğunu da pekala bilir.

Turist, geçici bir süre için gittiği yerden tam istifade etmesi gerektiğinin farkındadır. Çünkü bu iş için maddî ve manevî bir bedel ödemiştir ve gittiği yerde süresi kısıtlıdır. Mümkün mertebe çok şeyi görmek, tatmak, hissetmek ve yaşamak ister. Boşa geçen her bir dakikasını ziyan kabul eder.

Yahu böyle bir bilinçli turist, ülfetten uzak ve gafil olmayan bir mümine ne kadar da çok benziyor değil mi? Öyleyse ne mutlu vatan-ı aslisini unutmayanlara… Ne mutlu dünyanın gölgelik mola yeri olduğunu bilenlere… Ne mutlu “ve ileyhi turceûn/dönüş yine O’nadır” hakikatine göre yaşayanlara…