TR EN

Dil Seçin

Ara

Peygambere İman Etmenin Gereği

Peygambere İman Etmenin Gereği

“O keyfine göre konuşmaz.”

— Necm Sûresi, 53:3

 

Peygamberin ağzından çıkan sözün bağlayıcılığı konusuna hiç kimsenin itirazı olmamalıdır, görünürde de yok gibidir. Fakat zamanımızın hararetli tartışmaları, Müslümanları, problemlerinin çözümünde Peygamberlerine yönelmek ve ondan gelen her şeyi tereddütsüzce kabul etmek konusunda bir çekingenlik içine itmiştir. Bunun görünürdeki başlıca nedeni, hadislerin sıhhati hakkında vücuda getirilen tereddütlerdir.

 

Hadisten söz edilince bazı zihinlerde hemen “Acaba sahih mi?” sorusunun beliriverdiğine şahit oluyoruz. Oysa bu konu, ehline bırakıldığı takdirde, çözülmesi hiç de güç bir sorun değildir. Bugünün şartlarında, isteyen herkes bir telefon, bir kitap karıştırma, yahut bir elektronik posta yoluyla, konunun uzmanlarına ulaşarak bu meselelerdeki tereddütlerini giderme imkânına sahiptir. Zira, Hadis ilminin yöntemleri, hadislerin güvenilirliği ile ilgili soruları cevaplandırmaya rahatlıkla yetecek bir kapasitededir.

Burada, uzman olsun olmasın herkesin elinde bir ölçüt teşkil edecek ve pek çok aldatmayı başından kesecek önemli bir bilgiyi aktarmakta yarar görüyoruz. Bu, hadisin “tevatür” mertebesi ile ilgilidir.

Eğer Peygamberimizden rivayet edilen bir hadis, “yalan üzerinde birleştikleri görülmemiş ve haklarında böyle bir şey asla düşünülemeyecek olan bir topluluk” tarafından rivayet edilmişse, artık onun doğruluğundan hiçbir şekilde şüphe edilmez. Bu rivayet şekline ‘tevatür,’ bu şekilde rivayet edilen hadise de ‘mütevatir’ denir. Böyle hadislerin doğruluğunda hiçbir kuşku olmaz; onun için, bir mütevatir hadisi inkâr etmek, Peygamberi inkâr etmekle aynı anlama gelir ve sahibini İslâm inancının dışına atar. (Ne gariptir ki, günümüzün kavram kargaşası içinde, tevatür dahi halk arasındaki kullanımıyla “söylenti” anlamına çekilmekte ve tamamen tersi yönde kullanılarak, imana kuvvet verecek yerde inkâra sebebiyet verebilmektedir!)

Mütevatir hadisin bir sınıfı da “manevî tevatür” derecesidir. Eğer birbirinden farklı pek çok hadis, bu farklı şeyleri anlatırken, aralarında ortak olan bir şeyden de söz ediyorsa, o ortak mânâ, tevatür derecesindedir ve hiçbir şekilde inkârı mümkün olmayan bir kuvvete sahip demektir.

İşte, hadisin “manen mütevatir” denen kısmı pek çoktur. Ve, son derece ilginçtir ki, zamanımızın kafa karıştıran tartışmalarından pek çoğu, bu mertebedeki hadislerin ihmali ve hattâ inkârı ile ortaya çıkmakta, yahut bu sonucu vermektedir.

Şefaat ile ilgili hadisler bu arada sayılabilir. Kur’ân’da şefaatten söz eden birçok âyetin yanı sıra, Peygamberimizin de bu konuda pek çok hadisi bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı Peygamberimizin kendi şefaatinden, bir kısmı Allah’ın makbul kullarının şefaatinden, bir kısmı mü’minlerin kendi aralarındaki şefaatlerden, daha başka bir kısmı daha başka şefaatlerden söz eder. Bu hadisler tek tek incelendiğinde, herbirinin sıhhat mertebeleri farklı noktalarda görünebilir. Ancak bütün bunların birleştiği ortak bir nokta vardır ki, o da ‘şefaat’ hakikatidir. Bu hakikatin hiçbir şekilde göz ardı edilmesi mümkün değildir.

Bir başka örnek, kabir hayatı ile ilgili olan hadislerdir. Bu konudaki hadislerin herbiri kabir hayatının farklı yönleriyle ilgili haberler taşır. Ancak hepsinin de birleştiği bir ortak nokta, kabir hayatının varlığıdır. Bu hadislere toplu bir şekilde bakan kimse, sorgusuyla, ödülüyle, cezasıyla bir kabir hayatının var olduğunu kesin bir şekilde görür. Çünkü bu konu, manen mütevatir bir haber olarak Peygamberinden ona intikal etmiştir. Zaten Kur’ân’da da bu konuya işaret eden âyetler vardır. Ancak kişi, hak söyleyen Peygamberinden geldiğinde kuşku olmayan bu haberi ihmal ederek bu konuda bilgi sahibi olmaya kalkarsa, inancını, keyfine göre konuşan birtakım adamların elinde oyuncak etmekten kolay kolay kurtulamaz.

Daha bunlar gibi nice konular vardır ki, Peygamberimizin söz ve davranışlarıyla, tereddüde mahal bırakmayacak bir şekilde açıklığa kavuşturulmuştur. İmanını ciddîye alan kimse için bu yeterli bir kaynak olduğu gibi, Kur’ân’ın “O keyfine göre konuşmaz” beyanı da yeterli bir teminattır.

Tabii, bu teminatın içerdiği daha başka anlamlar da vardır:

Peygamberiniz keyfine göre konuşmaz; onu örnek almakla yükümlü olan siz de keyfinize göre konuşmayın.

Kendi keyfine göre konuşanlara da uymayın; dininizi öyle adamların keyfine tâbi kılmayın.

Bu mânâlar da âyetten çıkarabileceğimiz ibret dersleri arasında yer alıyor.