TR EN

Dil Seçin

Ara

Hz. İbrahim Ve Dostluk Nişanı

Hz. İbrahim Ve Dostluk Nişanı

İmtihan, mihnet kökünden gelen bir kavramdır ve—deyiş yerindeyse—ateşten gömlek giymek anlamına gelir. Ancak mesele ahde vefayı esas alan bir “rabbani dostluk” ise, burada artık normal bir imtihanın ötesinde kulluğun zirvesini gösteren bir nişan söz konusudur.

Böyle bir zirveye tırmanan Hz. İbrahim’in bu konumunu canlı bir örnek olarak insanlara göstermek için, onun yalnız manevi açıdan “ateşten gömlek” giymesi yetmez, aynı zamanda gerçek olarak da “ateşten gömlek” giymesi icap ederdi. İşte Hz. İbrahim’in bu ‘vefalı dostluk liyakat nişanı’ böyle bir sınavla insanlık camiasına canlı bir misal olarak sunulmuştur.

 

“Halilurrahman” Ünvanı Ve Ateş İmtihanı

Allah’ın hakiki dostu olmak, insanlık mertebeleri açısından çok önemli bir zirvedir. “Hıllet/dostluk” sertifikasını almak için çetin imtihanlardan geçmek gerekir. Peygamberler arasında da derecelerin olduğu bilinmektedir. “Halilullah, kelimullah, ruhullah, habibullah” unvanları her peygambere verilmemiştir. Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’e bu unvanların verilmesi onların ayrı meziyetlerini göstermektedir.

 

Peygamber Olmakla İmtihan Bitmez

Her peygamber hayatı boyunca en çetin imtihanlardan geçmiştir. Büyüklerin imtihanı da büyüktür. “En büyük belayı çekenler/imtihana tabi tutulanlar peygamberlerdir; sonra evliyalardır, sonra da onlara yakın olanlardır.” (Buhârî, Merdâ, 3; Tirmizî, Zühde, 57) manasındaki hadis-i şerifte bu gereceğe işaret edilmiştir. Yine, Hz. Peygamber: “Muhakkak ki ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler,  tövbe-istiğfar ederim.” (Buhârî, Daavât, 3) diye buyurmuştur. Diğer bir rivayette ise Peygamberimiz: “Benim de kalbime gaflet çöküyor, ben bu yüzden Allah’tan günde yüz defa tevbe, istiğfar ederim/bağışlanmamı isterim.” (Müslim; Zikr, 41) diye ifade etmiştir. Sahih hadislerdeki peygamberimizin bu beyanları, imtihanların peygamberler için de her zaman sözkonusu olduğunu göstermektedir.

     

İbrahim Peygamberin Sınavı

Hz. İbrahim alevleri göklere yükselen bir ateş çukuruna atılmış, ancak hakiki dostun vefalı elinin uzanması gecikmemiştir. Bununla beraber, bu çok çetin imtihanla karşı karşıya gelen Hz. İbrahim, tevhid bayrağının en büyük sembolü olarak, tevhide dair o zirvedeki iman şuurunu seslendirmiştir.

Hz. İbrahim, en zor durumda olduğu ve ateş çukuruna atılmak üzere iken, Hz. Cebrail kendisine yardım etmeyi teklif etmiş, ancak Hz. İbrahim, bu teklifi, içinde bulunduğu en yüksek tevhid mertebesindeki iman şuuru ve kullukla bağdaşmadığını düşünmüş olmalı ki, tereddüt etmeden “Sana ihtiyacım yok.” diyerek reddetmiştir. Bunun üzerine Hz. Cebrail ikinci bir telifte bulunmuş, kendisini bu cehennemden kurtarması için “Allah’a yalvarıp yakarmasını, durumunu ona arz etmesini” istemiştir. Fakat Hz. İbrahim, bu teklifi de uygun görmemiştir. İnsanların Allah’a yalvarıp yakarmaları aslında çok güzel bir kulluk nişanesi, bir âcizin, kudreti sonsuza arz ettiği makbul bir şekvanâmesidir. Ne var ki, Hz. İbrahim’in durumu çok farklıdır. O  “halilurrahman” ünvanıyla “hakiki kulluk” sertifikasını almaya taliptir. Bunun en önemli şartı da ‘dost’ dediği rabbine olan itimadını, tevekkül ve güvenini—en harika bir şekilde—fiilen tescil ettirmektir. Nitekim o da her şeyi hakkıyla gören ve bilen rabbine ayrıca sözlü olarak müracaat etmeyi bir su-i edep telakki etmiş ve bu öneriyi de tereddüt etmeden geri çevirmiştir. “İyi kimseler manasına gelen ‘ebrar’ için güzel telakki edilen çok işler var ki, daha üst mertebedeki ‘mukarreb’ kimseler için kusur sayılır.” düsturu burada da geçerlidir. Nitekim Hz. İbrahim bu teklifi reddederken gerekçesini şöyle açıklamıştır: “Rabbimin beni görmesi, halimi bilmesi, ayrıca sözlü olarak ona müracaat etmeme ihtiyaç bırakmamıştır.”

Gerçekten onun sözlü olarak bir dilekçe vermesine gerek kalmadan sonsuz rahmet, şefkat ve kudret sahibi olan rabbi, cehennem gibi tutuşmuş olan ateşe emretmiş ve “Sakın İbrahim’i yakma! Ona karşı serin ve selamet ol!” (Enbiya; 69) diye kesin talimat vermiştir. Ve ateş de bu emre harfiyen uymuştur.

Şüphesiz ateşin, tabiatının ayrılmaz özelliği olan bu yakma işini bırakması, her şeyin Allah’ın emrine boyun eğdiğini gösteren açık bir mucizedir.

 

Ateşte Yanmayan Bir Madde

Bu mucize, ileride insanların ateşe karşı dayanıklı bazı maddeleri, elbiseleri yapacaklarına da işaret etmektedir. Konuyu asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî’den dinleyelim:

“Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i maneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü; dünyevî ateşinin dahi tesirini men edecek bir madde-i maddiye vardır.” (Sözler; 261)

Bediüzzaman’a göre, Hz. İbrahim’i ateşin yakmaması mucizesi, Allah tarafından ateşin yakmasına engel olan bir maddenin yaratıldığını, insanların ileride bunu keşfedeceklerine işaret etmektedir. Çünkü bu dünya, hikmet yurdu olması hasebiyle, Allah’ın Hakîm isminin gereği olan sebepler perdesi altında icraat yapılıyor. Hazret-i İbrahim’in bedeni gibi gömleğini de ateş yakmadı. Çünkü bu gömleğin maddesine ateşte yanmama özelliği verildi ve ateş, gömleğini de yakamadı. İşte bu işaretle şu ayet manen diyor ki:

“Ey Millet-i İbrahim! İbrahimvari olunuz. Tâ maddî ve manevî gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Ruhunuza giydirdiğiniz iman gömleği cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi; Cenab-ı Hakk’ın zeminde sizin için sakladığı ve ihzar ettiği bazı maddeler var ki, onlar da sizi ateşin şerrinden muhafaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.” (Sözler; 261-262)

“Bu ayet-i celile, ateşe dayanıklı maddi bir gömleğin malzemesi olan bazı ürünlerin yaratıldığına işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanları cehennem ateşinden koruyacak bir gömleğin de çok ulvî, latif ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak olan “Hanifen Müslimen” tezgâhında dokunacak olan iman ve İslam gibi bir hülleyi giymeyi de kuvvetle ders veriyor.” (Sözler; a.g.y)

 

Şefkatli Baba

Hz. İbrahim, “Allah’ın dostu” payesini kazanmak için ateşle imtihan edildiği gibi, isminde kodlanmış “Eb-Rahim=İbrahim=Şefkatli baba” olmanın gereği olarak da ciğerparesi evladıyla imtihan edilmiştir. Biricik oğlu İsmail’i boğazlamak gibi dehşet verici bir imtihana tabi tutulmuştur. Allah’ın kendisine verdiği büyük bir şefkat ve muhabbet potansiyelini suiistimal edip etmeyeceği, bir tarafı tercih etmek zorunda kaldığında rabbini mi çocuklarını mı tercih edeceği konusunda da test edilmiştir. Ve bu imtihandan da başarıyla çıkmış ve rabbinden şu takdir dolu başarı belgesini almıştır:

Çocuk, babasıyla beraber yürüyüp koşabilecek çağa erişince, İbrahim ona; ‘Yavrucuğum! Ben rüyamda seni boğazlıyor olduğunu görüyorum. Bir düşün ne dersin?’ dedi (…) Her ikisi de Allah’ın emrine boyun eğip İbrahim çocuğu alnı üzerine yatırınca, Biz ona: ‘Ey İbrahim’ diye seslendik. Gerçekten sen rüyanı doğruladın (…) Şüphesiz bu, apaçık bir imtihandı (…) İbrahim’e (bizden) selâm olsun.” (Saffat; 102-108)

Hülasa: “halilurrahman” unvanını alan Hz. İbrahim’in samimi dostluğu ve  “sadîk-i vefi” olduğu, rabbi tarafından “O pek vefakâr İbrahim” (Necm; 37) ifadesiyle ilan edilmiştir.

Unutmayalım ki, “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Ben de size karşı ahdimi yerine getireyim” (Bakara; 2/40) mealindeki ayette ilan edilen ilahî taahhüt her zaman ve herkes için geçerlidir.