TR EN

Dil Seçin

Ara

Hz. İbrahim Ve Biz

En başta ifade edelim ki, Kur’an’da Hz. İbrahim kavminin helâkinden belirgin bir dille söz edilmemiştir. Yalnızca “Kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin başlarına gelen olaylara dair haber onlara ulaşmadı mı? Nuh kavminden, Âd, Semud ve İbrahim kavminden, Medyen halkından ve şehirleri yerle bir edilen toplumdan (Lut kavminden) haberdar olmadılar mı? Onlara Peygamberleri açık deliller getirdi ama inanmadılar (bundan dolayı Allah’ın gazabına uğradılar). Ama onlara Allah zulmetmedi, lâkin onlar kendi kendilerine zulmettiler.” (Tevbe, 9/70) mealindeki ayette bir tek işaretle onların da hak ettikleri cezaya çarptırıldıklarına temas edilmiştir.

Diğer kavimlerden olduğu gibi Hz. İbrahim kavminin kötü akıbetinden söz edilmemesinin birkaç hikmeti üzerinde durulabilir:

1. Allah’ın dostu unvanına sahip olan Halilurrahman gibi bir peygamberin kavminin helâkinden söz etmek, onun “ebrahim=şefkatli baba” anlamına gelen isminin şanına yakışmayabilir.

2. Kur’an’da Hz. İbrahim’in söz konusu edildiği yerlerde, kavminin durumundan çok, bizzat kendisinin nasıl bir tevhid bayraktarı olduğuna dikkat çekilmiştir.

3. Allah’ın dostu olmanın kolay bir şey olmadığını göstermek için, özellikle onun geçirdiği o çok zorlu imtihanlarına işaret edilmiş, dostluk yolunun yolcusu olanlara samimiyetin ne anlama geldiği mesajı verilmiştir. Ayrıca “İbrahim ve Onunla beraber olanlarda sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır.” (Mümtahine, 60/4) mealindeki ayette Müslümanlardan, Hz. İbrahim’i hayatlarına örnek almaları istenmiştir.

O halde, bu yazımızda Hz. İbrahim’in karşılaştığı imtihanlar, başına gelen musibetler karşısındaki tavrını gözden geçirecek ve Hz. İbrahim’in milletinden olan bizlerin durumu hakkında bir karşılaştırma yapacağız:

Evvela Hz. İbrahim’in şirke karşı tutumuna bir bakalım. Hz. İbrahim, aya, güneşe, yıldızlara ve heykellere tapan kavmi karşısında tek başına dik bir duruş sergilemiş, Rabbinin hatırını her şeyin üstünde tutmuştur.

Ya biz?

Biz de gurur, kibir ve nefsimizin putunu kırmış mıyız? Allah’ın hatırını, dünyanın -şirk âlud- makam ve mevkiinden, mal ve mülkünden, servet ve aşiretinden daha üstün tutmuş muyuz? Nerede!.. Beş kuruşluk dünya menfaatı için neler feda etmedik ki!..

Hz. İbrahim, ateşe atılmasına rağmen davasından vazgeçmeyi bir an bile aklından geçirmedi. Allah’a olan bağlılığından ötürü, Hz. Cebrail’in yardım teklifini reddettiği gibi, “Rabbim beni görüyor, halimi biliyor, artık benim bir şey dememe ihtiyaç yoktur” diyerek içinde bulunduğu sıkıntısını Allah’a arz etmeyi bile kulluğuna yakıştıramamış, onu nezaketsizlik saymıştır.

Hz. İbrahim, sadece uyanıkken değil, bir peygamber olarak rüyada bile muhatap olduğu ciğer paresi yavrusunu kurban etmesiyle ilgili Rabbinin emrini yerine getirmekte geri adım atmamıştır.

Ya biz?

Biz de can ve cananımızı Rahman ve Rahim olan Rabbimize feda etmeye hazır mıyız? “Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez” diyor muyuz? Yoksa, beş kuruşluk dünyevî bir zarar görmemek için, ebedî hayatımızı mı zarara sokmakta, Rabbimizi mi hep gücendirmeyi tercih etmekteyiz?

Şunu inkâr etmemek gerekir ki, Hz. İbrahim milletinden olan bu ümmette, Hz. İbrahim gibi bir çok fedakâr, samimi dostlar boy göstermiştir. Misal olarak iki örneği vermek istiyorum.

Birinci misal, Asr-ı Saadet’ten:

Uhud savaşında babasını, kocasını, oğlunu şehit veren bir kadının Rabbinin elçisine karşı gösterdiği fedakârlık. Kendisine ait cenazelerini görmesine rağmen o, bunları görmezlikten gelerek “Allah’ın Resulü ne durumdadır?” diyerek hep onu merak etmekte ve onun hayatı hakkında bilgi almak için yanıp tutuşmaktadır. Nihayet, Hz. Peygamber’in (asm) hayatta olduğunu öğrenince, dünyalar onun olur ve yanına vararak şu tarihî fedakârlık ifadesini kullanır: “Ey Allah’ın Resulü! Sen hayatta olduktan sonra, bütün musibetler artık önemsizdir.”

İkinci misal: Şu helaket-felaket asrımızda yaşamış bir kahramanın, Kur’an’a ve Müslümanlara karşı gösterdiği fedakârlık örneği. “Seksen senelik ömrümde dünya zevki namına bir şey bilmiyorum..” diyen Bediüzzaman Said Nursi’nin fedakârlığı:

“Gönlümde ne cennet sevdası var ne cehennem korkusu. Kur’an-ı Kerim cemaatte/cemiyette/toplumda yersiz kalırsa, cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri arasında yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

 

Hz. İbrahim Bir İman Sembolüdür

Müslümanlar gibi Yahudiler de, Hristiyanlar da Hz. İbrahim’i “İmanın büyük sembolü” bilirler.

Kur’an-ı Kerim, bu yüce iman modeli üzerinde Yahudi ve Hristiyanların münakaşa ederek her birinin: “İbrahim bizdendir” şeklindeki iddialarına cevap getirerek Onun, ne Yahudi ne de Hristiyan olmadığını, bilakis Onun Müslüman olduğunu söyler: “Ey Ehl-i Kitap! Tevrat da İncil de kendisinden çok sonra gönderildikleri halde, İbrahim hakkında ne diye iddialaşıp duruyorsunuz? Buna da mı akıl erdiremiyorsunuz? Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışırsınız. Ama bilmediğiniz hususlarda niye tartışıyorsunuz? Halbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz. Doğrusu İbrahim, Yahudi de değildi, Hristiyan da değildi. Ama O, batıl dinlerden uzaklaşmış, tertemiz halis bir Müslüman idi, ve asla puta tapanlardan olmamıştı.” (Âli İmran, 3/65-67)

 

Hz. İbrahim’den Alınması Gereken Dersler

Bu dersleri Kur’an’ın ayetleri ışığında kısa başlıklar halinde sunacağız:

• Hz. İbrahim’e en yakın, Tevhid inancına bağlı, Allah’a teslim olmuş, Onu dost edinmiş, Müslüman bir ümmetin özellikleri:

“Şüphesiz, insanlar içinde İbrahim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu peygamber ve bu peygambere iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.” (Âli İmran, 3/68)

“İyiliği şiar edinmiş olarak, yüzünü ve özünü Allah’a teslim edip, bir de İbrahim’in tevhit dinine tâbi olan kimsenin dininden daha güzel din olabilir mi? Bundandır ki Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa, 4/125)

Hz. İbrahim’in duasının yansıması olan bir ümmet olarak, Hz. Muhammed’e uyarak ona da uymuş olacağız. Okuyacağız, hikmeti/asrın müspet ilimlerini öğreneceğiz, şefkat, merhamet meyvelerini veren bir İslâm ağacı olacağız, husumete yer vermeyen muhabbet fedaileri olacağız, ahlâkî değerlere bağlı kalmak suretiyle temizlenip arınacağız:

“Rabbimiz! İçlerinden, Müslümanlara senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek, onları (her türlü kötülükten) temizleyecek bir peygamber gönder. Şüphesiz üstün kudret sahibi, hüküm ve hikmet sahibi yalnız sensin.”

Kendini bilmez beyinsizden başka kim İbrahim’in dininden yüz çevirir? Yemin olsun ki, biz onu dünyada (peygamber olarak) seçtik. Ahirette ise o elbette iyilerdendir.

Rabbi ona: “Kendini canıgönülden Hakka teslim et!” deyince, o da derhal; “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti. (Bakara, 2/129-131)

“Şüphesiz, İbrahim çok yumuşak huylu, yufka yürekli ve kendisini Allah’a teslim eden bir kuldu.” (Hud, 11/75)

 

Teslimiyet Tevhid İnancının Bir Gereğidir

Teslimiyeti kırılmış bir asırda, Hz. İbrahim’deki teslimiyeti yeniden inşa etmek, kulluk yarışmasında en önemli parametrelerden biridir. İlahî imtihanda teslimiyetin yeri büyüktür.

Hz. İbrahim’in Kur’an’da ve sahih hadislerde söz konusu edilen maceralarından ve mucizelerinden çıkan en mühim mesajlardan biri budur: Dinî imtihanlarda -itiraz kokusunu veren- mantık yürütme cihetine gidilmemelidir. Cenab-ı Hak insanı en ağır imtihanlarla imtihan edebilir. Hz. İbrahim’in maruz kaldığı imtihanlar bunun en güzel örneğidir. Oğlu İsmail’in daha bebekken, annesi Hâcer ile ıssız, susuz bir çöle bırakılması, 13 yaşlarına gelince kurban edilmesinin emri, Şeytan taşlaması vs. hangi mantıkla izah edilebilir? Keza bunlara Tâlut’un askerlerinin örneği de ilave edilebilir: Câlut’la savaşmaya giderken, askerleri önlerine çıkan bir nehirden su içmemekle imtihan olunurlar. İçenler imtihanı kaybederler.

Hz. İbrahim, bu imtihanlarda “Niçin? Neden?” aramadan, tam bir teslimiyetle metanet göstermiş, itaat göstermiş ve imtihanları kazanarak Halilullah mertebesine ulaşmış, Allah dostu unvanını kazanmıştır. Bütün hayatı boyunca geçirdiği en ağır imtihanlarda, gösterdiği davranışlar diliyle “Dost istersen Allah yeter.. Allah bes gayrı heves” düsturunu altın harflerle tarih sayfalarına kazımıştır.

Ya Biz?!