OYUN OYNAMAK MEŞRU MU, GAYRİMEŞRU MU?
Hz. Peygamber'in şu hadisi şerifi meşru oyunun temel kurallarını ortaya koyar gibidir:
''Atıcılık yapın, biniciliği öğrenin. Atıcılık yapmanız bana, binicilik öğrenmenizden daha sevimli geliyor. Müslüman bir adamın şu üçü dışındaki her eğlencesi anlamsızdır/bâtıldır: Ok atması, atını eğitmesi, hanımıyla ve çocuklarıyla oynaması.'' (Tirmizî)
Buradaki 'bâtıl' kelimesi 'haram' demek değildir, sevabı yoktur demektir. Ama zahirî yorumu benimseyenler bu 'bâtıl'ı haram diye anlamışlar, böyle anlayınca da burada sayılanlar dışında hiçbir oyunun caiz olmadığını söylemişler. Oysa Hz. Peygamber kendi zamanında oynanan oyunların dışındakilerin anlamsız olduğunu söylemiş oluyor. Çünkü bu oyunlara bakıldığında bunları düşmana karşı savunma gücü, beden eğitimi ve sağlığı, ailede huzur ve sevgi kazandırdıkları anlaşılır. Bunlar da hayatın ve insanca var olmanın olmazsa olmazlarıdır.
İşte bu yorum Müslümanlar arasında Hz. Ali'nin hilafeti döneminde ortaya çıkacak olan satrancın mubah olduğu sonucunu doğuracaktır. Çünkü satrançta zihnî egzersiz ve savunma becerisi gibi faydalı sonuçlar vardır. Ama lafız ne diyorsa o, anlamına gelen zahirî yorum bu üç oyun dışında olduğu için satrancı da haram saymıştır.
O halde bu hadisi şerifin bize anlattığı gerçek şudur: Hayatın zorluklarına ve katılıklarına karşı koyabilmek için oyun kaçınılmazdır. Ancak bu oyun zaman ve değer öldüren bir meşgale değil, kişiyi hayata hazırlamalıdır. Haram eylemler içermeden zamanın gereklerine hitap eden oyunlar meşrudur. Hadiste sayılan o üç temel gaye oyun felsefesinin esasını oluşturur.
Burada iki Raşit Halifenin konumuza ışık tutacak şu güzel ifadelerine de yer vermeliyiz:
''Bir vadiye girse şeytanlar kaçıp başka vadiye girer.'' diye taltif edilen Koca Ömer yorucu bir yolculukta bir göletin yanında konakladıklarında İbn Abbas'a der ki, ''Hadi gel yarış yapalım, bakalım su altında hangimiz en uzun süre nefessiz kalabilecek.''
İşte bu da bir oyundur, oysa yukarıda sayılan üç oyundan biri değildir. Ama onlardaki amaç bunda da vardır.
Ve Hz. Ali: ''Zaman zaman kalplerinizi de dinlendirin, çünkü onlar zorlanırlarsa körelirler. Bedenlerin usandığı gibi kalpler de usanır.''
— Faruk Beşer
***
Allah'ın en sevdiği amel, az da olsa sürekli olandır.
***
ÇOCUĞUNUZU FİŞTE UNUTMAYIN!
Marie Winn, Çocuğumu Fişte Unuttum isimli kitabında ''Anne babalar, çocukların televizon deneyiminin kendilerininkiyle aynı olduğunu varsaydıkları için içeriğin önemini abartıyorlar." diyor.
Oysa ikisi arasında temel bir farklılık var diyerek şöyle izah ediyor: ''Yetişkinler gördüklerini anlamlandırmada kullanabilecekleri geniş bir yaşam birikimine sahiptir, çocukların ise böyle bir birikimi yoktur. Televizyon izleyerek büyümeleri halinde yetişkinlerin tersine daha sonraki gerçek yaşam faaliyetleri onlarda televizyon deneyimi anılarını canlandıracaktır. Çocuğun erken dönem televizyon deneyimi onların yaşamda karşılaşacağı realiteleri ve ilişkileri insanî boyutta algılayamamalarına, bu ilişkileri makineleştirmelerine ve sanallaştırmalarına sebep olur. Onlar için gerçek olaylar daima televizyon dünyasının yankılarını taşıyacaktır. Televizyon hayali yakalar ama onu özgürleştirmez. İyi bir kitap ise zihni hem harekete geçirir hem de özgürleştirir.''
Üzerinde durulması gereken en ilginç tespit ise çok televizyon izleyen çocukların içi boş kitaplar okumaya gösterdikleri ilgi. İçi boş kitapların en çarpıcı örneği ise Guinness Rekorlar Kitabı.
''İçi boş kitaplar başından sonuna kadar okunması gereken bir öykü içermez, rastgele okuması mümkün olan, özetlenmiş, çok fazla dikkat gerektirmeyen kitaplardır. İçi boş bir kitap tıpkı televizyon izlemek gibi emek gerektirmez, normal kitabın aksine içi boş kitabın içine dalınmaz.
— Sema Karabıyık
***
''Haykıran sükûtlar vardır ki, ancak Allah işitir.''
Cenap Şahabettin, bu sözüyle, dünyanın dört bir yanında zulme uğrayan ve acılar içinde kıvranan sayısız masum ve mazlum kardeşimizin haline tercüman oluyor. Yoksa onca acıya nasıl dayanırdı insanlar...
***
KİME BENZİYORMUŞ?
Yıllar önce sinemayı çok seven ama filmler ve artistler konusunda hiç bilgisi olmayan bir tanıdığım yanıma geldi. Çok mutlu görünüyordu. Bir süre önce birisiyle tanışmış. Son görüşmelerinde ona, ''Bir film yıldızına çok benziyorsunuz.'' dedikten sonra, bu film yıldızının adının ''Boris Karloff'' olduğunu söylemiş. Ona ''Boris Karloff''un ''Frankenstein'' tiplemesi yanında başka kötü karakterleri de beyaz perdede canlandıran İngiliz aktör William Henry Pratt'ın sahne adı olduğunu söyleyince, bu tanıdığımın keyfi kaçmıştı.
— Mehmet Barlas, bilgisizce sevmenin insanı ne kadar trajikomik durumlara sokabileceğini bu örneğiyle özetlemiş.