TR EN

Dil Seçin

Ara

Tarihimizde Çevrecilik Anlayışı Ve Ağaç Sevgisi

Tarihimizde Çevrecilik Anlayışı Ve Ağaç Sevgisi

Günümüz insanı çevre problemlerinden ciddi zararlar görüp acılar çektiği için çevreye önem veriyor, ormanı ve ağacı korumaya çalışıyor. Ecdadımız Osmanlılar döneminde ise çevre problemleri günümüze kıyasla yok denecek kadar azdı. Ancak ecdadımızın çevre duyarlılığı ve ağaç sevgisi günümüzdeki en medeni milletlerden ve en radikal çevreci aktivistlerden daha ileriydi.

Ecdadımızın tabiat ve ağaç sevgisi günümüz insanı gibi çevre problemlerinden zarar görüp aklı başına geldiğinden dolayı da değildi. Onların çevreci olması ve ağacı sevmesi hayata bakışının ve kültürünün neticesi idi. Çünkü doğayı sevmeyi, ormanı korumayı, ağaç yetiştirmeyi Yaratanı emrediyor, Peygamberi tavsiye ediyor, akıl ve mantığına uygun geliyordu. Bundan dolayı günümüzde bile anlamakta zorlandığımız çevrecilik uygulamaları, ağacı koruma tedbirleri vardı şanlı ecdadımızın.

Fatih Sultan Mehmet Han, “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.” diye ferman çıkarmış ve bunu kanunnamesine de yazdırmıştır. Ayrıca “Yaş kesen baş keser.” atasözü de bizim ecdadımıza aittir. Gereksiz yere ağaç kesmeyi, adam öldürmekle kıyaslayacak kadar ileri bir çevreci anlayıştır bu. Bu anlayış devam edebilseydi elbette ormanlar bu kadar tahrip edilmeyecek, çevre problemleri ciddi boyutlara ulaşmayacaktı. Şimdi ise atalarımızdan kalma alışkanlıkla ancak çocuklarımıza lale, sümbül, gül, çiğdem, defne gibi bitki ve ağaç isimleri koyabiliyoruz. Çevre ve ağaç sevgisi sadece isimlerimize değil ruhlarımıza da işleseydi herhalde Anadolu bu halde olmazdı.

Atalarımız ağaçların sulanmasını ve bakımını ibadet şuuruyla yapmışlardır. Ağaçların korunması için vakıflar bile kurmuşlardır. Ecdadın ağaç sevgisini ve ağaca verdiği önemi bir de yabancı yazarlardan dinleyelim. Comte de Bonneval şöyle der: “Meyvesiz ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar çılgın Türkler bile görülmektedir.”1-2

Aynı manayı Pere Jehannot ise şöyle ifade eder: “Sevdikleri ağaçların kurumasına meydan vermemek üzere sulanıp, bakımlarını temin için vakıf tesisini de sevap sayarlar.”2-3

İngiliz kadın seyyah Lady Craven ise ecdadın ağaç sevgisini şöyle anlatır: “Türklerin tabiat güzelliklerine o kadar hürmetleri vardır ki, bir ağaç bulunan yere bir ev yapacak olurlarsa, damlarının en güzel ziyneti saydıkları bu ağaca kâfi bir boşluk bırakırlar.”

Brayer de şunları anlatır: “Bir Hristiyan hastam bahçesine bir ev yapmak istediğini fakat bunun için beş altı ağaç kesmek gerektiğini söyleyerek dedi ki; Müslüman komşularım ağaçların yıkıldığını görürlerse buna nasıl cüret ettiğimi sorarlar, beni hakir görürler ve rezil ederler. Bununla beraber maksadımda muvaffak olmak için elimde bir çare var. Fakat bu uzun bir yol. Diplerine cıva koyarak ben bu ağaçları yavaş yavaş kurutabilirim. Komşularım yine benden şüphe ederler. Ancak yine de ucuz kurtulmuş olurum.”2-4-5 Ecdadımızın çevreye bakışını ve ne kadar çevreci olduğunu burada verilen birkaç misal bile fazlası ile anlatmaktadır.

Atalarımız hatıra ağacı dikerlerdi. Doğan, ölen, askere giden kişilerin hatırasına genelde uzun ömürlü ağaç fidanları dikilir, askerlik gibi uzun ayrılık zamanlarında bu ağaçlarla teselli bulunurdu. Ayrıca dikilen ağaçlardan istifade eden insanların ve hayvanların ağacı dikene sevap kazandıracağı bilinirdi. Bu güzel adet az da olsa günümüzde de devam etmektedir. Özellikle yol kenarlarına dikilen meyvesi bol dut gibi ağaçlar genelde hayır için dikilmektedir. Böylece bu vakıf ağaçlardan yolcuların faydalanması yanında, istifade eden kuş, kurt, arı gibi hayvanlar insana sevap da kazandırmaktadır.

Nereden nereye geldiğimizi göstermek için yaşadığım bir hatırayı anlatmak istiyorum. Güney Doğu Anadolu Bölgemizin suyu çok, toprakları verimli ancak ormanı ve meyve ağaçları az bir köyünde 1997 yılında öğretmen olarak göreve başlamıştım. Koca köyde birkaç tane dut ağacı vardı. Bu ağaçlardan biri de okul bahçesindeydi. Köyün çocukları okul bahçesine toplanır her gün dut ağacı altında kavga ederlerdi. Bir veli toplantısında çocukların dut yemek için yaptıkları kavgaları gündeme aldım. “Köyde çok güzel dut yetişmesine rağmen neden çok ağaç yok?” diye sordum. Köylülerden “Eskiden bu köy yemyeşildi. Dut ağacı da çoktu. Bahar sonu tüm yollar dut meyveleri ile kaplanırdı. Bırakın dut yemek için kavgayı, yollara dökülür, kuş kurt yerdi. Kerestesi için hepsini kestik, sattık. Yerine yenisini dikmedik. Şimdi ise böyle… Çocuklarımız dut yemek için kavga ediyorlar, ne haldeyiz!” cevabını almıştım. Kusurunu itiraf etmek de bir fazilettir.

Evet, biz ecdadımıza lâyık torunlar olamadık. Ecdadımızın dininden aldığı ve hayatına tatbik ettiği güzel seciyeleri yaşayamadık, yaşatamadık. Dedelerimize küstük, yüz çevirdik, yollarından gitmedik. Avrupa’dan medet umar, medeniyet dilenir hale geldik. Geri kalmışlığımızın sebebi de bu olsa gerek. Teşhis konunca, tedavi kolaylaşır. Hastalığımızı anladık, ilacını da iyi biliyoruz. Kısa zamanda şifa bulup, ayağa kalkacağız. Çorak Anadolu’muz yeşillenecek, ağaç, çiçek ve güllerle süslenecek inşaallah.

 

Kaynaklar

1. Comte de Bonneval, I, s. 214.

2. Bayraktar, M. İslam ve ekoloji, ISBN.975-190576-1.

3. Pere Jehannot, s. 317.

4. Brayer (A.), Neuf Annees a Constantinople. Paris, 1836, CII.

5. Özdemir İ., Çevre sorunları ve İslam, ISBN: 9789751911599.