TR EN

Dil Seçin

Ara

İlk Seanslarda Neden Ağlanır? / Terapi Yolculuğu

İlk Seanslarda Neden Ağlanır? / Terapi Yolculuğu

İnsanları dinliyorum... Ne çok hikâye var... Ne çok hikâyesi olan insan var... Ne kadar da farklı... Ve ne kadar da benzer aslında... Nerede bitiyor, nerede başlıyor mutluluk? Neden insanlar hep mutsuz? Neden sürekli acı çekiyorlar?

Yaşadığımız olaylar mı çok acı, yoksa, olaylara kendimiz mi katıyoruz derin derin acıları? Hayatın hamuruna konan acı, çektiğimiz acıdan daha mı çok?

Büyük imtihanlar hariç; ki onlar insanın yüreğinin kabuğunu soyar. Çok sevdiğin birini, bir yakınını kaybetmek... En azından bu dünyada bir daha onu göremeyeceğini bilmenin acısı... Hayatın bildiğinden, gördüğünden çok daha farklı olduğunu, inandığın ve en güvendiklerinin tam tersine olduğunu hissettiğin zamanlar...

Bunun gibi daha nicelerinin yeri zor iyileşir. Belki hiç geçmez, sadece onunla, o sızıyla yaşamayı öğrenirsin... Elin her değdiğinde yeri hâlâ acır, ama sana öğrettiği anlamın yanında acısı hiç kalır. Kendini, ruhunu ve duygularını korumayı öğrettikleri için minnettar olduğun dostlar gibi olurlar...

Ve insanlar neden ağlar ilk seanslarda... Yüreğinin zehrini akıtmak hiç de kolay değildir biliyorum... Bunları kelimelere dökmek, yıllarca biriktirdiklerini, bir saatin içinde, bir terapi seansında boşaltmaya çalışmak, ne kadar da zordur... Büyürken halının altına attığın ve ertelediğin onca yaşanmamış duygunun ve söylenmemiş sözün acısı bir saatte çıkar mı, boşaltılabilir mi onca dolmuşluk, tanımlanmadan, adı konmadan kaldırılan onca yaşanmışlık...

Yıllarca halının altına ittiklerin zamanla yükseklik yapmaya başlar, an olur ayağına takılır, düşürür seni. Niye aynı hataya düşüyorum, niye hep aynı yerde buluyorum kendimi diye yakındığında, biriktirdiklerinin ayağına takıldığını fark edemezsin bile... Halının altını görmeye cesaretin varsa eğer, çıkan her şey ilk önce seni korkutur, senin canını yakar.

Yüzleştiğin her şey sana gerçek seni tanıtmaya çalışır. Oysa ki, sen onu hep derinlere atmaya, sesini kısmaya çalışmıştın... O kaybolup gitmedi, hep bir şekilde varlığını sürdürdü... Hep kaçmana rağmen, onunla karşılaşman yıllarını aldı...

İşte bu yüzdendir ki, genellikle terapide, ilk seanslarda çok ağlanır. Nereden başlayacağını bilemezsin, ne söyleyeceğini de, niye geldiğini de... İşe yarayıp yaramayacağına dair bir sürü şüpheye rağmen, yaşadığın bu ağırlıktan kurtulmak için gelirsin...

Nasıl biri karşına çıkacak, ona güvenip içini açabilecek misin? Seni gerçekten anlayabilecek mi? Çözüm olabilecek mi yaşadıklarına? Güvenebilecek misin? Sırlarını senin kadar iyi koruyabilecek mi?

İçindeki tüm yüklerini boşaltabileceğin, cevabını aslında senin de bildiğin bir sürü soruyu tekrar tekrar sorabileceğin birinin yanında ağlayabilmek... Bu bile tek başına rahatlatıcıdır. Terapide kullanılan bir sürü tekniğin yanı sıra, aslında iyileştirici etki yapan şeyin, terapist ile danışan arasında kurulan ve temelinde güven olan o yakın ilişkide yattığını düşünürüm hep...

İnsan güven duyduğunda ve olduğu gibi kabul edildiğinde savunmalarını daha az kullanır. Gerçek benliğiyle daha çok muhatap olur. Ve onunla daha çok muhabbet eder. Küçük bir çocuğu sever gibi sever içindeki kendini... Yaramazlıkları, tüm saçmaladıklarıyla sevimli gelir ona... Hassas ve kırılgan olduğu kadar, onun ne kadar cesur olduğunu da bilir... Her düştüğünde tekrar tekrar ayağa kalkışlarını ve hayata yeniden tutunuşlarını da bilir...

İçindeki cesur ama bir o kadar da hassas olan o küçük çocukla tanışmak için iyi bir adımdır terapi yolculuğu... Kırılganlığını sırf zayıf görünmemek adına inkâr ettiğimiz o çocuğun büyüdüğünü de fark edemeyiz çoğu zaman... Sana yapılan, senin içine yapılan terapi yolculuğunda, bir yol ayrımında rastlarsın ona... En saf haliyle karşılar seni, huzurlu bir gülümsemeyle bakar gözlerinin içine… Ne kadar sıcak ve ne kadar da tanıdık gelir... Çok eskilerden gelen bir dost gibi...

Bir terapi yolculuğunda kendiyle ve kendi içindeki çocukla karşılaşmaya cesareti olan insan, yüreğinde ilk defa özgür olmanın serinliğini de hisseder, her şeye rağmen var olabilmenin ve yaşayabilmenin hazzını tadar... Yaratılan her şeyle beraber, sevilerek yaratılmış olmanın derin huzurunu da yaşar... Gözlerini kapatarak değil, açarak da mutlu olunabileceğini fark eder insan…