TR EN

Dil Seçin

Ara

İman Kime Nasip Oluyor?

İman Kime Nasip Oluyor?

Kim imana layık, kim değil, dışarıdan bakarak anlamamıza imkân yok. Bir kimsenin mazisinde neler yaşadığını bilmiyoruz. Kalbindeki sırları, niyetleri, meyilleri göremiyoruz. Elimizdeki tek veri, davranışları. Davranışlar ise samimi de olabilir, sahte de.   

Bazen bir kimse hakkında ‘Mümin olmaya ne kadar da layık!’ diye düşünüyoruz, fakat o bir türlü iman etmiyor. Bazen de ‘İman nimetini tatmak bunun ne haddine!’ diyoruz, bir de bakıyoruz ki mümin olmuş!

Biz perdenin ön yüzüne bakarak fikir yürütüyoruz, kader ise perdenin arka yüzüne bakıyor. İnsan aldanıyor, kader aldanmıyor. Kalplerde olanı bilen Allah, layık olana hidayet lütfediyor, müstahak olanı dalalette bırakıyor.

İnsaniyetle İslâmiyet arasında bir paralellik var. İnsani vasıflar belli bir seviyeye erişti mi kişide iman nuruna bir meyil uyanıyor. Ruhsal gelişimi gereği zaten imana eğilimli olan kimse, zihnini kurcalayan sorularına cevap bulunca hakka teslim oluyor.

Yani, önce insani nitelikler uygun bir zemin oluşturuyor, sonra hidayet nuru geliyor. Böyle düşünülmezse, aynı hakikate muhatap olan iki insandan birinin kalbi imana meylederken öbürünün küfürde direnmesi ne ile izah edilecek?

İki insanın her bakımdan eşit oldukları varsayılırsa, biri dalalette bırakılırken öbürüne hidayet verilmesi haklı bir tercih sayılabilir mi? Hayır! Allah adildir, kim neyi hak ediyorsa ona onu verir.

Zulmet denizinden kurtularak imanın aydınlık sahillerine ulaşan insanların daha önceki hayatlarında her cihetle ahlaklı olduklarını söylemiyorum. Fakat hakikate muhatap olup da ona iman etmeyenlere oranla bunların daha erdemli olduklarını düşünüyorum.

Samimiyet, insaf, adalet gibi sıfatlar imana zemin hazırlayan temel niteliklerdir. Ömer İbni Hattab ile Ebu Cehil arasında yapılacak bir kıyaslama meselemize ışık tutabilir.

Peygamber Efendimiz ikisinden birinin müslim olması için dua etmişti. Netice malum. Ömer İbni Hattab imana gelip Hazreti Ömer oldu.

Peki, farkı neydi bunların?

İslâm tarihini dikkatle inceleyince anladım. Bu iki insan aynı şeye inanıyorlardı ama ahlakları farklıydı. Mesela, Hazreti Ömer puta taparken de samimi idi. Ebu Cehil ise, kibri, gururu ve çıkarı sebebiyle karşı cephede yer alıyordu. Kendi dininin bile samimi dindarı değildi.

Bu farkı ‘Peygamberi öldürme’ meselesinde de görüyoruz. Plan yapılırken Ebucehil en öndedir. Fakat sıra uygulamaya gelince gözden kaybolur. Çünkü oradan sağ çıkma ihtimali yok gibidir. ‘Kim yapacak?’ diye sorulunca, batıl tanrılarını koruma adına ileri atılan Ömer olur. Bu samimi tavrıdır ki onu imanla buluşturur.

İnsaf, adalet, samimiyet, fedakarlık, özveri, dürüstlük, mertlik gibi insani nitelikler kalbi imana hazır hâle getiriyor. Çıkarcılık, kibir, gurur, riya, nemelazımcılık, zulüm ve benzerleri ise imana mani olan olumsuz özellikler.

Bilhassa kibir! Bu illet kapkara bir perde gibi kalbin önünü kapatıyor, iman nurunun girmesine mani oluyor.

Nefsin sınırsız özgürlük sevdası da ayrı bir perde ki, kişiyi kulluktan uzak tutuyor, heveslerine köle ediyor.

Hak kendisine iletilince müslim olan insanların önceki hayatlarını inceledikten sonra şu kanaate vardım:

İman, insani topraklarda yeşeren ve ahlaki iklimlerde açan nazlı bir çiçektir!