TR EN

Dil Seçin

Ara

Eğitime Kimlik Kazandırma Ve Bilimlerin Dünyevileşme Problemi

Eğitime Kimlik Kazandırma Ve Bilimlerin Dünyevileşme Problemi

Bilimin sekülerleşmesinin/dünyevileşmesinin temeli olan ve Batı fennine hükmeden nihilizm, ateizm ve felsefi natüralizmden kurtuluş için Bediüzzaman’ın sunduğu metotlar nelerdir? Din ile fen bilimleri, din ile sanat, din ile edebiyat arasında bağlantı nasıl kurulabilir? Bu bağlamda, Medresetüz Zehra bir mekan olmaktan çok bir uygulama, bir ders programı ve yeni bir müfredat ve özellikle din eğitiminde bir perspektif olarak anlaşılabilir mi?

 

Gerçeğin engelleri

Hak din ile doğru bilimin kaynağı ayrı olabilir mi? Soruyu bilimle dinin laikliği olabilir mi diye de sorabiliriz? Bediüzzaman ‘Bu hakikat, dine münafîdir’ ibaresini ‘kelime-i hamka’ yani ‘ahmakça bir söz’ olarak niteler. Gerçek din ile doğru bilimlerin birbirine karşı çalışan muhalifler değil birlikte çalışan müttefikler olması gerektiğini söyler ve “İslamiyet bilimlerin pederi ve seyyididir. İslamiyet’in bilime karşı olduğunu söylemek feleğin tersine dönmesidir” sözleri ile şaşkınlığını ifade eder.

Bediüzzaman, günümüz insanının gerçeğe ulaşmasında, bilimin dünyevileşmesinde ve metafizikle bağlantısının kesilmesinde şu üç felsefe akımını sorumlu tutar. Bunları şu cümlelerle özetler: (a) Sebepler meydana getirdi. (b) Kendi kendine oldu. (c) Tabiat yaptı.

Bilimin dünyevileşmeye ve ateizme alet edilmemesi için Bediüzzaman sürekli, “Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc” etmekten söz etti. Bunu yapabilmek için öncelikle kâinatı doğru bir şekilde anlamak gerekiyordu. Evren denilen Kâinat Kuran’ını doğru okumak ve yorumlamayı bilmek lazımdı.

Bilim çağı olan günümüzde, insanların ahlaki yozlaşması ve dünyevileşmesinde, bilimde materyalist yorumların rolü büyük olmaktadır. Okul kitaplarından başlamak üzere her türlü yazılı, sesli ve görüntülü yayın, yaratılışı ve hadiseleri tabiat/tesadüf/kendi kendine oluşa veren bir nazarla kâinata bakmaya şartlandırmaktadır. Bilim, materyalizmin malı olarak görülmekte ve inançsızlığa alet edilmektedir.

 

Yaratıcısız olmaz

Bediüzzaman’a göre varlıkları Yaratıcısından hiç söz etmeden anlatmak tarafsızlık değil, gaflet yahut inkâr hesabına taraflı bir anlatımdır. Yaratanı nazarlardan saklamaya dönük “taraflı ve kasıtlı” bir bilgilendirmedir bu.

Yine Bediüzzaman’a göre gelişen bilim, dünyayı olduğu kadar dini hakikatleri anlama aracı olmalıdır. İnanca dair hakikatlerin zenginleşmesi ve bakış açısının genişletilmesinin vasıtasıdır; bilim, medeniyet ve kültürün olduğu kadar, sanat ve terakkiyatın da hizmetinde olmalıdır.

 

Bilim diyerek aldatıyorlar

Okullarda Hak Din (İslam) ile pozitif bilimler birbirinin aleyhine çalışan muhalifler olarak nazara veriliyorken—evrim teorisinde olduğu gibi—bilimin tanım ve kıstaslarını taşımayan ideolojik ve siyasî yaklaşımlar ya da bir takım ön kabuller, bilim olarak takdim ediliyor.

Halbuki, bilim gözleme ve deneye dayalı olayları incelerken, tamamen objektif olması, hiçbir ideolojik görüşü savunma gayesinin içine girmemesi gerekir.

Bediüzzaman’ın iman ve inançla, dinle barışık olmayan felsefenin hâkimiyeti altındaki bilim için düşüncelerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Metafizik boyut ve bağlantıları olmayan ideolojik bilim, çoğunlukla zekice kurgulanmış (bazen zekâdan da yoksun), belli bir hedefi olmayan, hakikatten kopmuş ve dolayısıyla hikmeti olmayan entelektüel bir oyundan ibarettir. Büyük resim kaybedilmiş, varlığın ruhani boyutundan habersiz bir şekilde ayrıntıda boğulmuştur. Modern felsefenin rasyonalist, seküler, aydınlanmacı ve pozitivist karakteri, modern bilimin niceliksel alanda elde ettiği başarıları arkasına almış ve evrenin sırrını çözebileceğini vehmetmiştir. Ancak geldiği nokta tam bir anlamsızlık girdabıdır. İnsanlar, ruhani tüm bağlarından kopartılıp, tamamen dünyaperest yapılmış; bencil ve egoist bir düşünce yapısına sahip kılınmıştır ve fazilet değerlerinden uzaklaştırılıp huzursuz edilmiştir.

 

Eğitimdeki yanlışlar

Ders kitapları hâlâ insanımızın inançları ile alay edercesine doğa olaylarını ve evreni sahipsiz ve gayesiz olarak öğretmeye devam etmektedir. Örneğin denir ki; Güneş vardır, ama onu oraya yerleştiren birisi yoktur. Güneşin orada olmasının bir amacı da yoktur. Bulutlar hareket eder, yağmur yağar, ama onu kimse göndermez, kendiliğinden ve hedefsiz bir şekilde gelir! Göklerde veya yerde var olan her şey ve cereyan eden her hadise, böyle başıboş ve hedefsizdir. Ders kitaplarında, taşın düşmesini yerçekimi kanununun sağladığı, gemilerin suyun kaldırma kuvveti sayesinde yüzdüğü, bitkilerin büyümesini fotosentezin temin ettiği öğretilir; yani sebepler ve tabiat, Yaratıcı yerine konulur.

Bazı şeylerin gözlem yapıp, karar verebileceğimiz tarafsız bir orta noktası bulunmamaktadır. Örneğin: “Yaratılıyor” yerine; “oluşuyor, oluşum” gibi nötr ifade, aslında “Allahu Teâlâ yok(muş), varsa bile bu işle ilgisi yok(muş)!” mesaj ve emrini bilinçaltına kodlamaktadır. Bizim önce bakışımız, sonra sözümüz, en sonra da kalp ve davranışımız bu fikre göre programlanır.

Birşeyi nasıl yaptığımızı, nasıl gerçekleştiğini bilmiyorsak ve vücudumuzda gerçekleşirken bile şuurumuzla nelerin nasıl olduğunu farkedemiyorsak; “ben yapıyorum, kendimi ben yürütüyorum” iddiası içine girebiliriz. Eğer “ben yürüyorum, yürütülmüyorum” diye iddia eden varsa öncelikle bilmelidir ki; yürümek eyleminde insanın yaptığı ancak “yürümeyi istemek ve niyet etmek”ten ibarettir. Sadece irademiz, isteğimiz ve fiilî duamız üzerine yürümeyi yaratan Rabbimizdir.

 

Bilimdeki bilgi virüsü

İşte şu anki bilimin, ateist, materyalist, determinist ve natüralist felsefesine göre kurgulanmış ifadelerdeki gizli ve derin anlam/mesajlarla ortaya çıkan “sakat bilgi virüsü,” kâinat ve içindeki mevcudat ve hâdiseleri yanlış gören/değerlendiren bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Düşünce yapısı olarak hasta hale getirilen günümüz insanı, eşyadan duyularına gelen mesajları doğru algıladığını ve anladığını zannetmektedir. Yanlış anlayışının ya da şirkinin farkında ol(a)mamaktadır.

Dünyevileşmiş bilimin “bilimsel(lik) formatından” geçmiş hemen herkes, kâinat ve hâdiseleri bu gözle okumakta; daha derin, geniş ve zengin başka bir okuyuş olabileceğine ihtimal bile ver(e)memektedir! Üstelik bilim bunu yaparken, evrensel ve olgusal ve tarafsız olduğunu söylemektedir.

Bilime hâkim olmuş seküler bilim, bu ideolojik yaklaşımla, kâinat kitabının okunmasını engellemekte ve insanoğlunun hikmete ve hakikata ulaşması, öğrenilenlerin marifete dönüşmesi mümkün olmamaktadır.

Bilim üzerindeki mevcut ateist yaklaşım ve yorumlama, bilimin dünyevileşmesinin ve sonuçta insanlığın yozlaşmasının, dünyaperestliğin ve kötü ahlakın temel kaynağı olmaya devam etmektedir.