TR EN

Dil Seçin

Ara

Arafta Yaşamak

Mutlu olamazlar, arafta değil de gaflettedirler. Hepimiz gaflete düşer ya da arafta kalabiliriz. Arafta kalanlar ya da bulunanlar üzülmeyebilirler, ama gaflette olanlar üzülebilirler.

Yaşadığımız çağın hastalığı olarak bilinen arafta kalmak ya da bulunmak, cennet ya da cehennem aralığında yaşamak gibi tabir etsek yanılmış olmayız. Bu iki nokta arasındaki hayat çizgimizde bizim hangi aralıklarda ve nerede durduğumuzdur. Bu çizgi üzerindeki yerimizin hangi tarafa yakın olduğunun bilinmesidir. İman, tevhid, teslim, tevekkül bir tarafta; ateist yaşam, inançsızlık, körü körüne bağlanarak oluşan yaşam ise diğer tarafta. Toplum genelinde herkesin iman ettiği ve kendini Müslüman olarak tarif ettiği ortada dururken...

Hayat tarzımız ve yaşam şeklimizde dine bakış açımız bazen değişim gösterebilir. Kişiler ateist olmamalarına rağmen yaşantısında ya da toplumda ateist bir tavır ve davranışlar manzumesi içinde olabilirler. Onları bu şekilde görmek çok doğalmış gibi lanse edilebilir. Buna gelişmişlik ya da çağdaşlık olarak yorum getirebilirler. Aslında düpedüz inançsızlık çizgisinde seyreden yaşantılarının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Batı medeniyetini her yönü ve işleyişi ile kendilerine uygun görüp, bir başka medeniyetin tarzını ise hor görme alışkanlıklarını devam ettirirler. Yeri gelince öcü, yeri gelince gerici olarak bu yaşam tarzını benimseyenleri yaftalarlar.

Ateizmin getirdiği serbestiyeti farklı manalar yükleyerek, çağdaşlık ve yenidünya düzeni kelimelerinin arkasına sığınırlar. Diledikleri ölçüde pervasızca ve gayri ahlaki tüm şeytani oyunlarını ortaya koyarlar. Diğerleri ise onların gözünde yobaz ve gerici profilinde hapsolurlar.

Döngüsel hayatın içinde kendilerini hiçbir zaman ateist olarak adlandırmazlar, fakat haşa, Allah (cc) yokmuş gibi bir tavır içinde yaşamlarını sürdürmekten de geri durmazlar. “Kadına hürriyet” bayrağı altında, kadına sahip olmanın provalarını yaparlar. Kadehlerini tokuştururken Blues dinlemeyi marifet sayarlar. Puro tüttürmek ise Havana’dan daha dün geldim işaretidir. Birçok akla hayale gelmeyen olayları yaşamak için nefis ve akıl oyunlarını çağdaşlık perdesi arkasına saklayarak ortaya koymaya çalışırlar. Bir nevi akıl, kalp ve ruh üçlüsünü uyuştururlar. Kalplerindeki hisleri Ramazan’da ortaya çıkmaya çalışsa da, ne hikmetse ortaya çıkmadan kaybolurlar. Yani arafta kalırlar ve yaşarlar. Cennet ya da cehennem arasında mutsuz bir şekilde ortada dururlar. Mutlulukları zehirli bal hükmünde olan geçici hevesatları olmaktan öteye gitmez.

“Ateist değilim Müslümanım.” deyip, ateist bir hayat döngüsü içinde yaşam standartlarını en tepeye çıkarmaya çalışırlar. Kimi zaman birilerinin sırtına, kimi zaman ise başkalarının omuzuna basarak yükselirler. Ama hiçbir zaman bu kurgunun içinden çıkma gayreti içinde olmayı düşünmezler. Gaflette olduklarına inanmazlar.

Bediüzzaman eserlerinde bu durumu taklidi iman içinde olanlar olarak tarif eder. İmanın en ilkel ve en basit şeklidir aslında. Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve âdeta kişinin İslâm toplumunda doğup büyümüş olmasının bir sonucu gibi gözükür. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişi imanını aklî ve dinî delillerle sağlama almakla sorumludur. Arafta kalmak bu nedenle mümkün görünmemektedir.

Asıl olan tahkiki imanı elde etmek ve elde ettiği ölçüde yaşam döngüsünü buna göre sürdürmek ve yapabilmek olmalıdır. İmanı kuvvetli hale getirmek, bu zamanın birinci vazifesi olmalıdır ki, ‘taklidi’ imandan ‘tahkiki’ imana geçiş olsun. Ta ki fen ve felsefeden gelen inkâr hücumlarına karşı dimdik ayakta durabilsin ve dayanabilsin. Taklidi ve zahiri bir imanla kalırsa, inkârcı fikirler karşısında imanını muhafaza etmekte zorlanabilir ve dalalet karşısında mukavemet edecek gücü de kendisinde bulamaz.

Tahkiki imandan bahsedersek; Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinattaki yansımalarını okuyup, her şeyde ve her yerde Allah’ın esmasının tecellilerini görerek, varlığına ve birliğine iman etmek olmalıdır.

Bunu örneklersek, Cuma namazında okunan hutbenin sonundaki ayetin meali sözlü olarak cemaate anlatılır. Adaletten, akrabaya yardımdan, fuhşiyattan kaçınmaktan, kumardan, faizden, krediden, haram kılınmış herşeyden çekinilmesi öğüt olarak nakledilir. Bu ‘öğüt’ yıllarca her Cuma ulaştırılmasına karşın, gafletin eseri olarak niteleyebileceğimiz arafta kalanları hiç mi hiç etkilemez.

Yasaklarla ve günahlarla iç içe geçmiş bir yaşam tarzını benimseyenler sadece namazda bir an düşünürler ya da Ramazan’da bu yaklaşım içine girerler. Namaz ve Ramazan biter bitmez de yine aynı serencamda hayatlar devam eder gider.

İmanı elde etmek ve bunu yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmek kolay değil. Ama arafta kalmaya devam eden bir yapımız olmaması için de dikkat etmeliyiz. Kısa ve ahireti kazanmak adına geldiğimiz şu dünya hayatı, bize ebedi hayatımızı kaybetme meydanı olur ki, bu da istenilmeyen bir durum olur. Ebedi hayatını kim kaybetmek ister ki? 

Ebedi ve daimi olan hayatı kazanmanın yolu, yaşanmını ateist anlayıştan çıkarmak ya da gafletten uyanmak olmalıdır. Maalesef hepimiz şeytanın desiselerine uyup, zaman zaman gaflete düşebiliriz. Fakat arafta kalmak için çaba sarf etmek ise farklıdır.

Allah (cc), hepimize arafta değil, hakiki imanı yaşamına esas yaparak yüksek bir ubudiyet içinde olmayı ve dünyayı ahiret tarlası olarak görüp, gerekli hazırlığı yapan bir kul olmayı nasip etsin. Kalbin hayatı iman ile, ölümü küfürledir. Sıhhati ibadet ve taat iledir. Hastalığı ise günahla meşgul olmakladır. Ancak Allah’ı zikretmekle bundan kurtulmuş olunur.