Ölenlere Değil, Ölüme Bakın
Ne yazık ki, göz önünde olan ve çok tanınan biri vefat ettiğinde ölüm ancak hayatımızda bir yer buluyor.
Ara
Ne yazık ki, göz önünde olan ve çok tanınan biri vefat ettiğinde ölüm ancak hayatımızda bir yer buluyor.
“Gelenler, giderler hep akın akın
Ölenlere değil, ölüme bakın
Uzakta sanırız, ne kadar yakın
Gözün az üstünde kaşıdır ölüm…”
Öyle diyor Mikail Yaprak kardeşim…
Ne yazık ki, göz önünde olan ve çok tanınan biri vefat ettiğinde ölüm ancak hayatımızda bir yer buluyor.
Ölenlere bakıyoruz ama ölümü unutuyoruz. Oysa ölüm, ölene de, bize de hep aynı mesafede… Zengin-fakir, genç-yaşlı demeden her kapıya, her yolcuya aynı mesafede. Her insan her an ölebilecek eşikte.
Ölümün her hayat sahibine karşı sorusu şu:
“Hazırlıklı mısın?”
Soralım biz de kendimize:
“Hazırlıklı mıyız?”
Bir evden diğer eve taşınmak bile bazen günler alıyor. Oysa dünya evinden ahirete taşınmak çok çabuk oluyor… Gidiş o kadar hızlı ki, “Gelecek misin?” diye bize sorulmuyor bile.
Dünyaya gelirken yanında hiçbir şey getiremeyen insan, yine bu dünyadan hiçbir şey götüremeden gidiyor. Geride kalanlar, onu uğurlayanlar hayrette... Ne oluyor böyle? Dünyaya sığmayan bir insan, daracık bir kabre nasıl sığıyor şimdi? Yaşayan bunca insan nereye gitti?
Şükür ki, ölüm var.
Şükür ki, ölümü veren, ölümü yaratan Allah var.
“Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi sınamak için ölümü de, hayatı da yaratan Odur.” (Mülk, 2)
Ölüm olmasa, bu hayat yaşanmazdı.
Ölümdür hayatı anlamlı kılan.
Ölüm, hayatın rengidir. O renk de herkesin inancına göredir.
Hayat, ölümün içinde; ölüm, hayatın içinde. Ölenlere değil, ölüme bakın…Uzakta sanmayın sakın; o bize çok yakın…
Derlenip toparlanmalıyız. Nasıl ki bahar temizliği yapılıyorsa evlerde, hayatımız için de yapılmalı aynı temizlik.
Neler bıraktık geride, bizden ne kalacak son nefeste? Ardımızdan neler söylenecek, nasıl hatırlanacağız acaba ve ölümün eşiğinden geçtiğimizde nelerle karşılaşacağız? Asıl soru bu.
Bir ülkeden diğer bir ülkeye giderken nasıl pasaport gerekliyse, dünyadan ahirete geçerken de iman pasaportunu sağlam elde etmek gerekiyor. İman pasaportu olmadan ebedî saadete ve cennete gidilmiyor.
Hayatın yolları, ölüme çıkıyor. Bu hayat, ebediyete akıyor. İnsan her gün adım adım oraya doğru gittiğini gördüğü hâlde, yine unutuyor ve yine hazırlıksız yakalanıyor ölüme. Her insan öleceğini bildiği hâlde, ne zaman öleceğini bilemediğinden, ölüm gizemli kalıyor hep. Bu dünyada ölümsüzlük yok. Ölümsüzlük ancak ahrette. İnsanın ölüm karşısındaki âcizliği ve hayreti hiç bitmeyecek ve bu konudaki sorular sadece ve sadece onun Allah’a ve ahirete olan imanı ile çözülecektir.
Yolcuyuz... Boşuna dünya misafirhanesine yerleşmeye kalkmayalım. Evler, apartmanlar, mallar, mülkler bizi aldatmasın. Değil içine girmek, evlerinin kapısını bile açmak kendilerine nasip olmayan nice fânîler var. Kapının kolu daha eve girmeden elinde kalanlar var. Evinin eşiğini geçemeden, kabir kapısından ahirete göçenler var…
İşte bu kadar yakındır ölüm… Biz de uzak zannederiz. Uzak zannettiğimiz için yanılırız, aldanırız. Oysa hiçbir zaman uzak olmadı ölüm bizden ve hiçbir insanı da unutmadı bu dünyada.
Ölüm karşısında herkes bir. Sultan ile dilenci bir. İmtiyazlı hiç kimse yok. Her fânî, doğduğu gibi ölecek de… Nüfusta kaydı olmasa bile, hiçbir ülkenin vatandaşı olmasa bile, yaşayan, nefes alan herkes Allah’ın kuludur. Vakti geldiğinde ölüm onu bulur. Hayatı veren Allah olduğu gibi, ölümü veren de Odur.
Ölenin başında bekleyenler de, en az ölen kadar ölüme yakındır. Ah bunu bir bilebilsek…
Ölüm, sadece ölene değil, yaşayanlara da çok yakın. Hem de çok yakın. İncecik bir perde var diyeceğim ölümle aramızda, ama yok; o bile yok… Hayatın sırrı ve cazibesi bundan olsa gerek. Her an ölecek gibi, her an gidecek gibi olmak ve bu duyguyla akşamdan sabaha, sabahtan akşama çıkamayabileceğini düşünen bir yolcu gibi yaşamak…
Şükür ki ölüm var, ölümle başka bir âleme, ebedî bir diyara göçmek var. Şükür ki ölümü veren Allah var.
Yaşamak, tam alıştığımız bir şey olmaya başlarken, ölüm kırıyor bunu. Görevini yapıyor ve gözlerimizi dört açtırıyor. “Hazırlıklı olun, her an size de sıra gelebilir, her an siz de yolculuğa çıkabilirsiniz.” diyor.
Ölümü, sadece ölen için var da, kendisi için yok zanneden, baştan kaybetmiştir. Her ölümü, kendi ölümü bilen, baştan kazanmıştır, çünkü gözü açılmış, ahireti için hazırlığa başlamıştır.
Ölüme bir de böyle bakın; onu bir de böyle görün. Dostlara kavuşmanın, sevdiklerimizle buluşmanın ve En Sevgili (asm) ile olmanın hasretini ne kadar duyuyorsanız yüreğinizde, ölüm de o kadar sevimli gelecektir size. Evet, böyle görün, böyle bilin de, bir sevinç düşsün yüreğinize...
Minareden yükselen salâ sesinde müjde var. Her salâ sesi, “Bir kişi daha öldü.” demek değildir aslında. Salât-u selâmlarla birlikte uğurlanan bir yolcunun, Hz. Peygamber’in (asm) şefaatine mazhar olma duası ve temennisidir. Onun yanına, sevdiklerinin yanına buradan bir yolcunun daha uğurlanmasıdır. “Ne olur, onu da aranıza alın, ona da yardım edin bu son yolculuğunda, onu da şefaatinizden mahrum etmeyin.” duası ve temennisidir her salâ sesi…
Kulak verelim Necip Fâzıl Kısakürek’e:
“Sorun insanlar sorun, biliyor şu minare;
Neymiş ölüme çare, neymiş ölüme çare…”
Uzakta değil, yakındadır çare. O da yaşadığımız hayatın içinde. Ölüm, hayatın içinde; hayat, ölümün içinde. Ölenlerden ve ölümlerden alacağımız dersler çok ama pek çok. Biz yine de hayat gözümüzü dört açalım, yummayalım bu gerçek karşısında. Elimiz boş girmeyelim ölümün gecesine. Son nefesimize, o güzel ve mübarek sözle girelim, ebedî hayatta da inşallah senedimiz, beratımız olacak, o mübarek kelimeyle çıkalım bu yolculuğa… Dua ve temennimiz bu.
“Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasulûhu...”
Ölüm konuşurken kelimeler bitiyor, diller susuyor. Onun sesinin yükseldiği yerde konuşmak abes oluyor, o yüksek hakikatin karşısında biz âcizlere ve fânîlere susmak düşüyor. İnsan yaşadıklarını, hata ve günahlarını gördükçe, o büyük hakikat karşısında dünyadaki aşırı isteklerinden vazgeçiyor. Allah ile olmayı, Allah’ın istediği gibi bir hayatı yaşamayı öğretiyor bize her ölüm. Gözünü ebediyetin ufkuna diken bir yolcu, yoldaki dikenleri görmüyor artık, kendini üzen şeyleri de. İşte o zaman Allah (cc) o dikenlerden güller yaratıyor. Ruhundaki ve yüreğindeki bütün sıkıntıları bir bir atıyor, dünyada dahi cennetin ve ebedî saadetin kokusunu almaya başlıyor o yolcu.
***
Rabbim bu samimi ve incelikli hâli cümlemize nasip eylesin inşallah. Kuru yaprak gibi ayaklar altında ezilmekten, toz toprak gibi sağa sola savrulmaktan, şu güzel hayat emanetini boş yere hebâ etmekten Rabbim cümlemizi muhafaza eylesin inşallah…
Bediüzzaman Hazretleri’ne kulak verelim:
“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.” (Mesnevi-i Nuriye, 110)
Kuşlar gibi uçsak, hatta daha da ötelere kanat açabilsek neler görürüz, nelerle…
1- Ölüm hep var. Adını anmadığımız zamanlarda da… 2- Her şeyin…
Elimizde olmadan geldiğimiz bu dünyada bizi bekleyen akıbet kesindir: Öleceğiz. Günümüzün modern…
Gün geçmiyor ki medyada hekime dönük bir şiddet haberi yer almasın. Hemen…
Hayatı hep tozpembe görmek isteyenler aradıklarını çoğu kez bulamayınca önce karamsarlığa sonra…
Son küresel ekonomik krizden hareketle birçok yorumlar yapılıyor, okuyoruz. Bazıları kapitalizmin tükendiğini,…