TR EN

Dil Seçin

Ara

Hakikatin Renkleri

Hakikatin Renkleri

Allah Birdir, ama ona ulaştıran sayısız yollar vardır. Hakikat birdir, ama bu tek hakikat çok renkler ve veçheler içerir.

Âlemler Rabbinin birliğini ve tekliğini bildiren iki esma-i hüsnadır Vâhid ve Ehad. Yaratılan her şeyde, O’nun bütün isimleri gibi, bu iki ismin de cilveleri gözükür. Meselâ her insanın yüzünde gözlerin, ağzın, burnun, kulakların aynı yerde ve aynı şekilde olması vâhidiyetin; her insanın ayrı bir simaya sahip olması ehadiyetin bir tecellisidir. Aynı şekilde, her insanın ortak bir fıtratla yaratılmış olması vâhidiyetin, ortak bir fıtratla yaratılmış insanların her birinin ayrı bir kişiliğe ve mizaca sahip olması ise ehadiyetin bir cilvesidir.

Bu gerçek, hakikatin tezahüründe de kendini gösterir. Allah Birdir, ama ona ulaştıran sayısız yollar vardır. Hakikat birdir, ama bu tek hakikat çok renkler ve veçheler içerir.

Vâhidiyet-ehadiyet denklemi, böylece, bizi bir kıvam noktasına kavuşturur. Bizi, hakikati sadece kendi gördüğümüzden ibaret gören bir tekçiliğe izin vermediği gibi, farklılıklardan birliğe ulaşamayan bir bakışla hakikati buharlaştıran bir çoğulculuktan da alıkoyar.

Hakikatin, çok renkler içeren bir öz ve çok veçheler barındıran bir sâbite olarak karşımıza çıktığı bu kıvam ve denge halinin nasıl yaşanacağını, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın hayatı ve sünneti bize gösterir. Onun sünneti, ortak doğru içinde farklı renkler içerir, ama bu farklı renkleri aynı doğrunun ışığında buluşturur, birleştirir. Böylece, hakikati sadece bizim görebildiğimiz veçhelerine indirgemek sûretiyle, hakikate ve dolayısıyla ehl-i hakikate yapılacak bir büyük zulümden bizi korur. Bilakis, kendi gördüğümüze ve bildiğimize hakikatin bir rengi ve veçhesi olarak sahip çıkmamızı mümkün kılarken, başka renklere ve veçhelere de kapı aralar.

Bir yanda tekçi modern ideolojiler veya premodern anlayışlar, öte yanda hakikatin buharlaştığı raddede çoğulcu postmodern yaklaşımlar arasında bocalayan insanlık için, hayatın tam ortasından ve hakikatin tam içine doğru bir kapıdır onun sunduğu…

Rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın, vâhidiyet-ehadiyet denklemi içinde sunduğu bu denge hali, bu ‘bir hakikatin çok renkleri’ gerçeği, onun ashâbına olan muhatabiyetinde kendisini açıkça belli eder. İki güzide sahabisinin dâhil olduğu üç olayda, bu bakış, bu duruş ve bu denge hali bütün çağlara ve toplumlara örnek olacak şekilde görülmektedir.

Bu üç olayın ilki, Hz. Peygamber ile onu öldürmek için teşebbüse girişip Mekke’den hicret etmesine sebebiyet veren Kureyş müşrikleri arasında gerçekleşen ilk savaş olarak Bedir savaşından sonra, esirlerin durumu hakkında gerçekleşen ihtilâfla ilgilidir. Hz. Ebu Bekir, başka birçok sahabinin de katıldığı bir görüşle, esirlerin fidye ile salıverilmesi görüşünden yanadır; ve bunda, böylece Mekke’den hicrete mecbur kalmış muhacir sahabilerin bakımını üstlenmekle çok ağır bir malî yük omuzlarına binmiş olan Medineli Ensar’ın elinin bir derece rahatlaması düşüncesi belirleyici olmaktadır. Hz. Ömer ise, başka bazı sahabilerin de katıldığı bir görüşle, onbeş yıldır İslâm, Kur’ân, Hz. Peygamber ve mü’minler hakkında her türlü kötülüğü işleyen, öyle ki Ammar b. Yâsir’in annesi Sümeyye’yi imanından dolayı çok ağır bir işkenceyle öldüren Kureyş’in şirkine karşı kalblerin yumuşamaması için, esirlerin boynunun vurulmasından yanadır.

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, her iki düşünceyi değerlendirirken, Hz. Ömer’e döner ve haklarında Kur’ân’ın verdiği haberleri ve Kur’ân’ın bildirdiği üzere ettikleri duayı hatırlatarak, onun durduğu yeri Allah’ın iki peygamberi olarak Hz. Nuh ve Hz. Musa ile karşılaştırır. Hz. Ebu Bekir’e döner; onun durumunu da, yine Kur’ân’ın bildirdiği haber ve ettikleri dua ile, Hz. İbrahim ile Hz. İsa’ya benzetir. Celâl tarafı ağır basan bir sahabi Resûlullah aleyhissalâtu vesselam tarafından iki celâlli peygamber ile; cemal ve merhamet tarafı ağır basan bir diğer sahabi ise iki rahmet peygamberi ile kıyaslanıyorsa, durum ortadadır. Hakikatin birden fazla veçhesi vardır; âlemlerin Rabbi bildirmedikçe, bu veçhelerden birini diğeri aleyhine mutlaklaştırmanın ise imkânı yoktur.

Nitekim, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın bir anlamda bu iki bakışı buluşturan nihaî kararıyla, Kureyş’te İslâm’a yönelik düşmanlığın en çirkin simgesi haline gelmiş iki isim Ukbe b. Ebi Muayt ile Nadr b. Hâris’in boynu vurulurken, diğerleri fidyeyle serbest bırakılacaktır. Ama gelen vahiy, Enfal sûresiyle, böyle bir zaman ve zeminde doğru şıkkın Hz. Ömer ve Sa’d b. Muaz gibi sahabilerin tercihi olduğunu bildirecektir.

Biri celâl, diğeri cemal ve merhamet simgesi olarak bu iki güzide sahabi, böyle yüksek bir gerilim taşımayan iki noktada daha karşı karşıya gelirler. Bu kez konu miracın hatırasını içeren vitr namazıyla ilgilidir. Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hayatıyla bizzat gösterdiği üzere, bu namaz yatsıdan hemen sonra da kılınabilir, yatsıdan sonra uyuyup henüz imsak olmadan kalkmak sûretiyle de. Bu ikisi içerisinde daha sevaplısı, ikincisidir. Ama bu ikincisini gözetirken, özellikle yorgun ve uykusuz günler sözkonusuysa, uyanamayıp vitri kaçırma riski vardır. O halde, doğrusu hangisidir?

Câbir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, Hz. Ebu Bekir’e soracaktır: “Vitri ne zaman kılarsın?” Cevap şu şekildedir: “Gecenin başında, yatsıdan sonra!” Bu cevaptan sonra, Resûlullah Hz. Ömer’e yönelir: “Yâ Ömer, sen ne zaman?” Hz. Ömer’in cevabı bilakistir: “Gecenin sonunda!”

Bu ikisinden hangisi doğrusudur?

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, aldığı bu iki zıt cevap üzerine, onun elçisi olduğu Kur’ân’la ve ‘Kur’ân’la ahlâklanan’ hayatıyla öğrettiği vahidiyet-ehadiyet denklemine yakışır şekilde karşılar. Doğrusu, vitr namazının kılınmasıdır. Onu gecenin başında yatsıdan sonra veya gecenin sonunda imsaktan önce kılmak, iki zıt tutum gibi gözükse de, ikisi de hakikat dairesi içerisinde gerçekleşen doğru tutumlardır. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, bir doğrunun apayrı iki sûrette yerine getirildiği bu durum için, iki sahabisinin de hangi doğru niyetle böyle yaptığını anlıyor olduğunu ihsas eder şekilde, şöyle diyecektir: “Yâ Ebu Bekir, sen sağlam olanı tutmuşsun! Yâ Ömer, sen de kuvvetli olanı tutmuşsun.”

Yine namaza dair bir diğer olayın kahramanları arasında, Habeşli Bilâl b. Rebah da vardır. Başka kaynakların yanında, İmam Gazalî’nin hem İhyâ’sında, hem de Kimya-yı Saadet’inde anlatıldığına göre, bir akşam Peygamber aleyhissalâtu vesselam Hz. Ebu Bekir’e uğrar. Hz. Ebu Bekir namazdadır ve sessizce Kur’ân okumaktadır. Peygamber aleyhissalâtu vesselam Hz. Ebu Bekir’e “Neden sessiz okuyorsun?” diye sorar. Hz. Ebu Bekir “Gizli de okusam işiten bir Zât’a münacatta bulunuyorum” diye cevap verir.

Sonra, Peygamber Efendimiz Hz. Ömer’e uğrar. Hz. Ömer ise, tam aksine, yüksek sesle Kur’ân okumaktadır. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam Hz. Ömer’e “Neden yüksek sesle okuyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer şu cevabı verir: “Sesli okuyarak uykulu bedenimi uyandırıyor ve şeytanı da başımdan uzaklaştırıyorum.”

Peygamber aleyhissalâtu vesselam, daha sonra, Bilal-i Habeşî’ye de uğrar. Bakar ki, Bilâl b. Rebah önce şu sûreden bir âyet, sonra öbür sûreden bir âyet, başka bir sûreden başka bir âyet okuyarak kıraatine devam etmektedir. Hz. Peygamber neden böyle yaptığının hikmetini sorunca, Bilâl-i Habeşî der ki: “Güzel kokuyu güzel kokuyla karıştırıyorum.”

Peki, doğrusu hangisidir?

Doğrusu her üçüdür ve bu üç güzide sahabi de kendileri için en doğrusunu yapmaktadır. Nitekim, üçü de Kur’ân’la hemhal olan üç güzide sahabisinden gördüğü bu üç manzara karşısında Efendimiz aleyhissalâtu vesselam şöyle diyecektir:

“Hepiniz güzel yaptınız ve hepiniz isabet ettiniz.”

Peygamber aleyhissalâtu vesselamın, iki büyük sahabi, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hepsi de hakikat dairesinde ama birbirine ‘zıt’ bakış ve davranışları karşısında verdiği cevaplar, tekçi ve çoğulcu savrulmalar ile mâlûl, modern yahut postmodern bir dönemin mü’minlerine de çok şey söylüyor.

Bir tarafta hakikati sadece kendi gördüğü tarafından ve uyguladığı biçiminden ibaret görmeme dersini… Öte tarafta, gördüğünün ve uyguladığının hakikat olması gereğini… Bir hakikatin çok renkleri olduğunu bilme, ama bütün bu renkleri de bir hakikate rapt ve nispet edebilme dersini…

İşte vahidiyet-denklemi üzerinden, ahir zaman mü’minleri için küresel siyasetten aile ve iş hayatlarına ve arkadaşlıklara kadar, hayatın her alanına uygulanabilir bir Asr-ı Saadet tablosu…