TR EN

Dil Seçin

Ara

Rafflesia / İki Haftalık Ömrü Olan Dünyanın En Büyük Çiçeği

Dünyanın en büyük çiçeği olarak bilinen Rafflesia, neyi ders veriyor?

 

“Kayıtlara göre dünyanın en büyük çiçeği olarak bilinen ve çok nadir bulunan Rafflesia’nın ömrü sadece 2 hafta. Dünyada sadece Endonezya’nın Sumatra ve Borneo Adaları ve Güney Tayland’daki Khao Sok Millî Parkı’nda, Ocak sonundan Şubat ortasına kadar görülen Rafflesia, bir hafta içinde çiçek açıp ikinci haftada ölüyor. Genişliği 1 metreye kadar büyüyebilen Rafflesia’nın ağırlığı ise 11 kilograma kadar ulaşabiliyor.” (AA, 7.3.2007)

 

Dünyanın en büyük çiçeği olarak bilinen Rafflesia, neyi ders veriyor acaba?

Şu dünya sergisinde sergilenen her varlık, Yaratıcının, idrak sahiplerinin nazarına tefekkür ve takdir etmeleri için sunduğu birer sanat eseri olduğuna göre, bu çiçek de iki haftalık ömrüyle zihinlerde bir hakikatin idrakine hizmet ediyor olmalı.

Acaba bu hakikat nedir, ne olabilir?

Rafflesia’nın ömrü iki hafta. Yaratıcı öyle takdir etmiş çünkü. Cismi iki hafta kalıyor yeryüzünde ama, görüntüsü ve ifade ettiği mânâlar hafızalarda bir ömür boyu sürebiliyor. Kim bilir belki de onun en önemli vazifesi, mânâsını biz insanların hafızalarına nakşedip gitmek. Bediüzzaman Said Nursî de, onun ve onun gibi bu dünya sergisine gelip giden varlıkların vazifesine şöyle dikkat çekmişti:

“Bir zaman (...) mevcudâtın hikmetlerine ve faydalarına baktım, dedim: ‘Acaba bu eşya neden böyle kendini gösteriyorlar, çabuk kaybolup gidiyorlar? Onların şahsına bakıyorum: Muntazam, hikmetli giyinmiş, giydirilmiş, süslendirilmiş, sergiye, temâşâgâha gönderilmiş. Hâlbuki bir iki günde, belki bir kısmı birkaç dakikada kaybolup faydasız, boşu boşuna gidiyorlar. Bu kısa zamanda bize görünmelerinden maksat nedir?’ diye çok merak ediyordum. “O zaman, mevcudatın, hususan zîhayatın (hayat sahiplerinin) dünya dershanesine gelmelerinin mühim bir hikmetini lûtf-u İlâhî ile buldum. O da şudur:

“Her şey, hususan zîhayat, gayet mânidar bir kelime, bir mektup, bir kaside-i Rabbânîdir, bir ilânnâme-i İlâhîdir. Umum zîşuurun mütalâasına mazhar olduktan ve hadsiz mütalâacılara mânâsını ifade ettikten sonra, lâfzı ve hurufu (harfleri) hükmündeki suret-i cismâniyesi kaybolur.” (Lem’alar, 30. Lem’a, s. 338)

Aslında sonraları bu hikmet de kâfi gelmemişti Bediüzzaman’a. Çünkü o varlıkları tefekkür edecek şuur sahipleri sınırlıydı. Öyle ya, iki haftalık ömrü olan Rafflesia’yı kaç kişi tefekkür edebilirdi? Ve kim bilir kaç Rafflesia çiçeği, kimse göremeden çürüyüp gidiyordu bu diyardan? Hem de herkes o İlâhî sanattaki inceliklerin tamamını fark edip okuyamayabilirdi. Öyleyse, varlıkların en büyük yaratılış amacı başka bir şey olmalıydı.

Bunu da şöyle dile getiriyordu Bediüzzaman:

“Demek, zihayatların en mühim netice-i hilkati [yaratılış neticesi] ve en büyük gaye-i fıtratı [yaratılış gayesi], Zat-ı Kayyum-u Ezelî’nin kendi nazarına kendi acaib-i sanatını ve verdiği rahimâne hediyelerini ve ihsanlarını arz etmektedir.”

Demek ki, varlıkların yaratılışının asıl gayesi, kendi üzerlerinde yaratılan güzelliklerini Sanatkâr’larına arz-ı endam etmeleriydi. Yani Rabbimiz, kendi sanatında kendi güzelliklerini ve kemâlâtını temâşâ ediyordu. Tıpkı “Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister” sırrında ifade edildiği gibi, Rabbimiz, bütün güzelliklerin ve kemâlâtın Kendisinden kaynaklandığı bir Zat-ı Zülcemal-i ve’l-Kemal olarak, kendi sanatını kendi yarattığı ‘varlıklar aynası’nda müşahede ediyordu.