TR EN

Dil Seçin

Ara

Büyük Anneler, Büyük Anneleriyle Birlikte!

Tıbbın ‘aşka geldiği’ bir döneme girdik. Eğer beklendiği gibi, tıbbî gelişmeler ortalama ömrü uzatırsa, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Toplum hayatı, tam bir alt üst oluş yaşayacak. Sağlık harcamalarından sigortaya, eğitimden mirasa, aile ilişkilerinden evlilik biçimlerine.. her alanda akıl almaz değişimler meydana gelecek. Çocuklar öğütlerini büyük annelerinden değil, onların büyük annelerinden alacak.

 

Kök hücre, yedek hücre bankaları, uzun ömür tedavileri, somatik gen terapileri.. derken, son yıllarda tıp dünyasında inanılmaz gelişmeler yaşanmaya başladı. Deyiş yerindeyse, “tıp, aşka geldi.” Öyle görünüyor ki, dünya, teknoloji ve tıbbın önderliğinde çok farklı bir yer olmanın eşiğinde.

Bu konuyla ilgili yazıların çoğu, nedense, daha çok işin tıbbî boyutuyla ilgileniyor. Fakat, eğer tıptaki gelişmeler gerçekten başarılabilirse, bunların asıl etkileri başka bir alanda, ‘toplum hayatı’nda görülecek.

Birleşmiş Milletler raporuna göre, ortalama ömür 2050 yılında 87 yaşa yükselecek. Şu anda 120 olan maksimum ömür yaşı da artacak, kuşkusuz. Cambridge Üniversitesi’nden Aubrey de Grey, “10-20 yıl sonra, insanların ömrünü yirmi yıl uzatacak bir pil verebileceğiz.” diyor. Tabii, ondan sonra bir pil daha... Böylece, 150 yaşındaki biri, yeniden doğmuş gibi olabilecek.

Eğer bu başarılabilirse, dünya toplumları daha önce hiç karşılaşmadıkları bir durumla karşı karşıya gelecekler: insan ölümü kıtlığı!

Bunun sonuçları neler olacak dersiniz?

En önemli sonuç, bir toplumu toplum yapan, kuşakların birbirini düzenli bir silsile içinde takip etmesinde görülecek. Normal bir toplumsal silsilede her çeyrek yüzyılda bir, çocuklar anne babalarının yerini alırlar. Ama yaşlıların yaşamaya devam etmesi, bu silsileyi alt üst edecek.

Eğer tıbbî gelişmelerin gerçekleşeceği kabul edilirse, yarının dünyasında büyük anneler büyük anneleriyle birlikte yaşayacak. Çocuklar öğüt almak için büyük anneleri yerine, onların büyük annelerini tercih edecekler.

Bu işin belki de güzel yanı; bir de korkutucu yanı var ki o da şu: Ömrün uzaması, yaşlı olan ama ölmeyen insanları daha zengin hâle getirecek. Bu da, ileride, sadece yaşlıların söz sahibi olacağı bir “yaşlılar idaresi”ne yol açabilecek.

Sosyolojinin sıkça konu ettiği ‘toplum piramidi’nde de değişiklik olacak. Toplumsal katmanları gösteren piramidin en tepesinde, her yeni tıbbi gelişmeyi takip edebilen çok yaşlı ve en zenginler; ortada sigorta kurumlarının sağlık harcamalarına zorladığı geniş yaşlılar grubu; ve en altta giderek toplum içinde etkisi azalan gençler yer alacak.

Miras meselesinde de, her şey alt üst olacak. Eskiden 20-30 yaş civarındaki insanlara büyüklerinden miras kalabilirken; yeni durumda bunlar tarihe karışacak. Dahası, büyükler, gençlere okul masrafı, yeni ev, yeni iş gibi konularda da mali destek sağlamayacaklar. Çünkü, yaşlılar, “Bir ayağım çukurda artık.” mantığıyla gençlerin işlerine ve ailelerine yardım etmek yerine, servetlerini hafızalarını, sinirlerini ve bağışıklık sistemlerini yenilemeye harcayacaklar.

Hiç kuşkusuz, ömür süresinin uzaması, en çok gençler üzerinde etkili olacak. Meselâ, eğitim 35 yaşına kadar devam edecek. Bu yüzden de, geçici işlerin sayısı artacak ve gençler baba evinde sabit durmayacaklar. Diğer gençlerle aralarında fark oluşturmak için, ekstra kurs ve derece yarışına girecek ve farklı yerlerde farklı insanlarla yaşayacaklar.

Eğer gelişmeler bu yönde seyrederse, ‘sahte yetişkinlik’ diye başka bir kavram da ortaya çıkacak. 35 yaşına kadar işini kuramayan gençlerin bir baltaya sap olamama hali, onları boş, zevk düşkünü ve cinsel arzuların peşinde yüzen biri yapacak.

Bu sahte yetişkinleri, ‘parazit bekarlar’ olarak da adlandırmak mümkün. Söz gelimi, şu anda, Japonya’da gençlerin üçte biri işsiz ya da part-time bir işte çalışıyor, ve çoğu da ailesiyle birlikte yaşamaya devam ediyor. Yaşlanan Avrupa’da da ailesiyle birlikte yaşayan ‘yetişkin çocuk’ların sayısı artıyor. 2003 yılı raporuna göre, İngiltere’de ailesinin yanında yaşayan 6.8 milyon İngiliz genç, anne babalarının emekli maaşından geçiniyor. Bunun en büyük sebebi, daha iyi sağlık imkânlarıyla ömür süresinin uzamasından başka bir şey değil. 

Yaşlıların daha uzun yaşamalarının iki önemli sonucu, açıkçası şu: Birincisi, gençlerin iş imkânlarının önünü tıkamaları; ikincisi, yaşlıların gençlere bakmaya devam etme zorunluluğu. Örneğin, Japonya’da 65 yaş üstü üç kişiden biri, hâlâ çalışmaya devam ediyor. İşin ilginç yanı, yaşlıların iş kapılarını tıkadıklarının herkes farkında. Özellikle de gençler! Bu, yakın bir zamanda, zengin ve fakirler arasında görülene benzer bir şekilde, gençler ile yaşlılar arasında gerilimi yükseltebilir.

Ortalama ömür süresinin uzaması, öte yandan, evlilik gerilimlerini de artırabilir. Lawrence Stone’un dediği gibi, önceki yüzyıllarda boşanma oranları düşüktü. Bunun sebeplerinden birisi, kötü birlikteliklerin erken ölümlerle çözüme kavuşması, sona ermesiydi. Ömür süresi uzayınca, ölümlerin yerini boşanmalar aldı. Yarının dünyasında, boşanma oranları çok daha yüksek olabilecek.

Evlilik sorunlarından daha kötüsü ise, çocuk yetiştirmeyle ilgili. Bir kere, şimdiye göre çok daha zor olacak. Ki, zaten, kadınlar daha iyi eğitim ve iş imkânlarına kavuşunca, çocuk doğurma oranları keskin biçimde düşmüştü. Yarının dünyası, bu bakımdan çok daha radikal bir hâl alacak ve nüfus oranları inanılmaz oranda düşecek. Çünkü, yarının dünyasında, yirmili yaşlarını bekâr ve çoğunlukla fakir geçiren gençler, kariyerlerine ancak kırklı yaşlarında başlamış olacak ve bu, çocuk yapmak için hiç de iyi bir zaman olmayacak.

Sonuç; uzun ömür ama düşük doğum oranı... Önceleri yirmisinde evlenip kırkına kadar 5-6 çocuk yetiştirebilen gençleri düşününce, durumun vehametini daha iyi anlayabiliriz.

Anne babalar açısından bakınca da durum çok zor: Anne baba 30-35 yıl çocuğu yedirecek, içerecek, giydirecek. Sonra? Sonra eline doğru dürüst bir şey geçmeyecek.

Tüm bu öngörüler, hiç kuşkusuz, ortalama ömürlerin uzamasına bağlı. Bunun gerçekleşmediği bir durumda, ki çeşitli hastalıkları gerekçe göstererek bunu savunan bilim adamları da yok değil—bu öngörülerin hiçbirisi yarının dünyasına ait olmayacak.

Doğrusu, henüz gerçekleşmemiş olması mühim değil; bu öngörülerin bir tahmin olarak kendisi bile, ölümün sadece yaşlanan insan için değil, toplum için de ne kadar rahmet olduğunu gayet net bir biçimde ortaya koyuyor.

Gençlerin toplumun en âtıl kesimi olduğunu düşünebiliyor musunuz? Hem de, o kaba sığmaz gençlik enerjileri ve yüksek motivasyonlarıyla!

Galiba yarının dünyasına ait öngörüler doğru kabul edilirse, söylenebilecek tek söz, yarının dünyasında ömürlerin uzun, mutluluklarınsa çok kısa olacağı...