TR EN

Dil Seçin

Ara

Asr Suresi Ve İnsanın Sermayesi

Asr suresi üç ayetli kısa bir suredir, fakat çok büyük bir anlam genişliğine sahiptir.

 

1. Asra yemin olsun ki;

2. İnsanlar hüsrandadır.

3. Ancak, iman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.

         (Asr Suresi)

 

Asr suresi üç ayetli kısa bir suredir, fakat çok büyük bir anlam genişliğine sahiptir. Bu sebepledir ki, İmam Şafii gibi büyük İslam âlimleri “Eğer Kur’an’da yalnız Asr suresi olsaydı, dünya ve ahiret saadetini temin eden yolları göstermeye yetecekti” demişlerdir (İbn Aşur, ilgili yer).

Bir asrın son çeyrek zamanı, bir günün ikindi vakti gibidir; artık güneşinin batmaya yüz tuttuğu bir zaman dilimidir. Hz. Peygamberin saadet asrı da dünyanın ve insanlık ailesinin ömrü itibariyle bir ikindi zamanıdır. İkindi vakti ise, günlük ömrün sönmeye yüz tuttuğu bir zaman periyodudur.

Asr suresi bir yeminle başlamıştır. İnsan ömrünün en büyük zaman dilimi olan asra ve bu zaman diliminin en küçük periyodu sayılan günün günlük asrına (ikindi vaktine) yemin edilmiş, asırlar boyu gelip giden insanların–Allah tarafından kendilerine lütfedilen–ömür sermayelerini nasıl heba ettiklerine dikkat çekilmiştir.

Her gün nasıl ki, güneşin batmaya, o günkü ömür sermayesinin tükenmeye yüz tuttuğu ikindi vaktine sahip bir zaman bölümüdür. Her asır da toplumsal bir kıyamet vakti olup, bir neslin ömür sermayesinin bittiği, güneşlerinin battığı bir zaman dilimidir.

“Asra yemin olsun ki, insanlar hüsrandadır” mealindeki ayette ‘Asr’ sözcüğü kullanılarak, insanların yegâne sermayeleri olan zamanın, maksimum ve minimum periyotları olan çağların ve günlerin değerini bilmeyenlerin dünya ticaret pazarında ömür sermayelerini hep boşa harcadıkları ve tamamen hüsrana uğrayıp iflas bayrağını açtıklarını tarihî birer ibret levhası olarak aklın dikkatine sunulmuştur.

 

Kur’an’ın bu canlı tasvir penceresinden bakan insanın hayal gücü, Hz. Âdem’den bu güne kadar varlık sahasına çıkıp, ardından ölüm tünelinde kaybolup giden insan kafilelerinin maceralarını uzaktan uzağa seyreder. Hayal gücü, şu ömür sermayelerini boş yere heba eden kafilelerin hiç de hayırlı olmayan encam ve akıbetlerini ‘asır’ ve ‘hüsran’ sözcüklerinin sinematografik perspektifinden seyrederken, akıl da zihin ekranına yansıyan hüsranla ilgili sanal sinema levhalarında sermayelerini boş yere tüketmiş biçarelerin o acınacak hallerinden dersler çıkarmakla meşgul olmaya, bu dramatik manzara karşısında dehşete düşen vicdan ise feveran etmeye ve Allah’ın huzuruna müflis, eli boş olarak giden o zavallı insanların o akıbetlerini paylaşmamak için bir çarenin olup olmadığını araştırmaya başlar.

Bu zihinsel araştırma ve takip sonunda, şu hüsrana uğrayanların perişan hallerini seslendiren ayetten sonra, insanların sermayelerine sermaye katacak olan mümtaz ve müstesna şahsiyetlerin takip ettiği yol güzergâhının da şöyle tarif edildiğini görür; “Ancak, iman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”

Bu ilahî ilanı duyan akl-ı selim ve fıtrat-ı selime sahibi insanların vicdanları, anında harekete geçer ve tek kurtuluş yolu olan bu yolda yürümeye karar verir.

 

Evet, Kur’an’ın sırat-ı müstakim olarak ifade ettiği bu yolda ömür sermayesini kârlı hale getiren insanların yaptığı ticaretin dört unsuru vardır: gönülden iman etmek; organlarla salih amel işlemek, yani tutum ve davranış biçimiyle güzel işler, güzel haller ortaya koymak; dil ile hakkı tavsiye etmek ve sabırlı olmayı telkin etmek..

Bu dört unsurun toplumsal faydaları pek çoktur. İman, emniyeti telkin eder. Mümin daima emniyet edilen, güvenilir kimse olmak durumundadır. Mümin hep güzel işler yapan, güzel sözler söyleyen, güzel davranış sergileyen, kötülükten uzak duran kimsedir.

Şunu unutmamak gerekir ki, müminlerin yanlışları imanlarından kaynaklanmıyor. Çünkü, bir müminin bütün sıfatlarının da mümin olması en ideal bir durum olmakla beraber, bu durum her zaman vaki olamıyor. Bazen müminde bir küfür vasfı bulunabiliyor. Mümin, o mümin olmayan vasfı kullandığı zaman imanla hareket etmiyor demektir. Yani, kendisi yine mümindir, fakat yaptığı kötülük imanından kaynaklanmıyor. Bu durum gayrimüslim kimse için de geçerlidir. Bazen bir gayrimüslim İslam’a ait olan bir vasfı taşıyabilir. Örneğin, yalan bir küfür vasfıdır, buna mukabil doğruluk da bir iman vasfıdır. Ne var ki, bazen mümin yalan söylediği gibi, gayrimüslim de dürüst olabilir. İşte bir kafir, imanın vasfı olan doğrulukla mümin olmadığı gibi, bir mümin de küfür sıfatı olan yalanla kâfir olmaz. Fakat, söylediği yalan imanla bağdaşmayan yabancı bir unsurdur.

 

İman ve İslam’ın güzelliğiyle ilgili rivayet edilen bazı hadis-i şeriflerde peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Hiçbiriniz kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe gerçek iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İmân, 7), “Komşusu şerrinden emin olmadığı kimse gerçek mümin olamaz.” (Müslim, İman, 73), “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kişidir.” (Buhârî, İmân, 3-4)

Bu dört unsurdan hakkı tavsiye etmek de bir cemiyetin huzur ve barışının olmazsa olmaz şartıdır. Hakkı tavsiye eden fertlerden meydana gelen bir toplum elbette huzurlu olur. Hakkın hatırını âli tutan bir toplumda haksızlığa yer yoktur. Sabır unsuru ise, hakkın ayrılmaz arkadaşıdır. Çünkü hakkın fert ve toplum planında devam etmesi sabra bağlıdır, haksızlıktan uzak durmak da ayrı bir sabırdır.

Sonuç olarak, hakiki mümin hakka tapan, hakka taraftar olan, hakkın hatırını âli tutan, haksızlıktan uzak duran, hakkı tutup kaldıran kimsedir.