TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaşa(t)sın Ümit

Hakikat yolcusuna ümitsizlik rüzgârı sağdan-soldan ‘üflendiği’ zamanlarda ümidini yeşertecek en güzel âyet nedir, diye sorsalar, hiç düşünmeden Yâsin suresinin sonundaki o ayetleri hatırlatırdım: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?”

 

“Elbette bize lâzım: Kemâl-i teslimiyetle sabır ve temkinde bulunmak ve bilhassa inkisar-ı hayâle düşmemek ve bazen ümidin hilâf-ı zuhuruyla meyus olmamak ve muvakkat fırtınalarda sarsılmamak.”

           (Bediüzzaman, 13. Şuâ)   

 

İnsanın arzuladığı gerçek mevsim bahardır, kışa sabreder. İstediği vakit güneşli gündüzlerdir de geceye sabreder. Düzgün yoldur yokuşa, yürümektir duruşa, söylemektir susuşa sabreder. Hep iyi ve kalbi güzel insanlardır dost ve yâren eylemek için gönlüne; yeri gelir, en yakınlarına sabreder.

Sabretmek, dişlerini acıyla sıkıp sinir krizi geçirirken bağırmamak değil elbette. Sabretmenin anlamı, itidalden ve hakikatten ne olursa olsun ayrılmadan, izzetini düşürmeden çare aramak olsa gerek. Beklemek ama beklerken tedbirleri alınmış bir fiili dualar bütünü belki.

Nasıl ki yazdan kışa hazırlık yapmak kışı sabırla geçirmenin ön şartıdır. Yağmur varsa şemsiye almak, kalın giyinmek, çatıyı onarmak… Yağmur olduğunu gördüğü halde şemsiye veya saçak altına girmeyip sırılsıklam kalmanın sabra dönük ne yanı olabilir? Yağmur üç gün sürecekse üç gün olduğu yerde, yürümeden ‘Yağmura sabredeni’ gören olmuş mudur? Kediler bile ilk düşen damlalarda kenara çekilirler. Herkesin tüyü kendine değerli de, peki ya insan ne yapar elinde olmayan, hariçten gelen darbelerle?

Hakikat yolcuları, maneviyatın yol kesen eşkıyalarına rast gelebilir. Tüyleri yolunmuş tavuğa dönebilir de bazen. İnsana dönük şevk kırıcı, ümit yok edici, engelleyici, geri çevirici pek çok hadise, tavır, şey olabilir de, insan neye dönük, nereye müteveccih olduğunu sorgulamaya koyulur. Eşyaya mı hakikate mi, insana, şahsa mı Allah’a mı sadık ve sıkıca tutunmuş olduğu-olacağı mihenge vurulacaktır. Mihenk taşına ara sıra vurulup altın yanları parlayacaktır belki…

Hâl böyle olunca, suçluyu dışarıda arama yanlışı gerçek duvardır kişiye. Dışardaki kim ve ne-neci olursa olsun, ne yaparsa yapsın; başkasının dalâleti, kişinin hidayetine ve hakikatine zarar veremez, vermemeli. Elinde ışık tutuyorsan, ötekinin sönmüş fenerine bakıp niye ümitsizliğe düşesin? O halde insanın içindeki asıl ışıksızlık ‘ümit yitimidir!’ Bunun en önemli sebebi de hakikatli bildiği kişilerde gördüğü kimi yamukluk ve sapmalar olabilir ki, insana olan inanç yıkımı, garip bir şekilde Allah’a olan yürüyüşünü sekteye uğratır. Allah’ı onlarla bulup tanımamışsındır, ama hakikate olan aynalıklarındaki görüntü kaymaları, yön şaşırmalarına bakıp kendi aynanı muhafazada güçlük çektiğin olur. Çünkü aynası yamuk olanın ilk yapacağı iş, karşısına geçtiğinde seni de yamuk göstermesidir!

İşte, dıştan gelen enaniyetli darbeler kişiye kısa devre yaptırsa da tamiri ve telafisi mümkündür. Kalplerin Tabibi olan Allah, hücrelerini her sene iki defa yenilediği gibi, kişinin kalbini, mânâsını da yenileyip takviye etmeye, genişletmeye tek gücü yetendir. Görünüşte verdiğin maddi-manevi kayıpların, yerlerine daha iyisi verilmek üzere, ileriye dönük kazançların olabilir. Görüntüde kaybederek öyle kazanımları olur ki bazen insanın, akıl tarifinden aciz kalır. Gerçek kayıp Allah’ı, ebedi saadeti kaybetmektir ki, hüsran dalâlette olanlaradır. Hakikat yolcusunun yaşadığı bulutlanma, geçici fırtına, ‘şimdilik’ yolun taş düşmesiyle kapanması, başka yollara ve tefekkürlere müteveccih edilmesi anlamında, her hâliyle ‘hayra’ yorma söz konusudur. Yeter ki hakikat ipine sımsıkı tutunmaya devam etsin.

Hakikat yolcusuna ümitsizlik rüzgârı sağdan-soldan ‘üflendiği’ zamanlarda ümidini yeşertecek en güzel âyet nedir, diye sorsalar, hiç düşünmeden Yâsin suresinin sonundaki o ayetleri hatırlatırdım: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?”

Kendini, kalbini, kabiliyetlerini, aşkını, şevkini ve hayra dönük ne iyi niyetleri varsa her şeyini yitirmiş, boğazlanmış hissettiğin böylesi zamanlarda ‘çürümüş kemik’ gibisindir. Tüm yapraklarından, çiçek ve meyvelerinden, kuşlarından soyunmuş-soyutlanmış, gövdesindeki canlılık veren hayat suları geri çekilmiş, eğri büğrü dallarıyla kalakalmış kıştaki ağaç gibi…

“Onu ilk önce yaratan diriltecek!” cevabı âb-ı hayatın olur. Bu en çok dallarına takılan güzellikleri ‘kendinden bilmeden’ ve Allah’ı överek ve Onunla övünerek yol almasını sağlayacaktır ki; hayatta ne görürse görsün, en çok bunu görmeye, idrak etmeye ihtiyacı vardır insanın. Çünkü iyilik ve güzellikleri kendinden, kabiliyetinden, ilminden bilen insanın ümitsizliğe düşmesi ve kalkamaması çok normaldir. Ama tüm iyilik ve hayırların Allah’tan geldiğini idrak edenin Onun bitmez hazinelerine de güveni tam olur.

Biri biten elmanın sapı elinde ağlarken, diğeri elmayı Göndereni, o elmanın bir ağacı, o ağaçlardan oluşmuş bir meyve bahçesi olduğunu bilir ve yeni meyveler için dallarını göğe duaya açar her daim…