TR EN

Dil Seçin

Ara

Merhametsiz Bir Dünyayı Nasıl Onarmak Gerekir?

Merhametsiz Bir Dünyayı Nasıl Onarmak Gerekir?

Dünya merhamet eksikliğinden can çekişiyor. Ondan mahrumiyet bizi görünür ve görünmez biçimlerle yok ediyor. Çevre kirlenmesi, yoksulluk, önyargı, şiddet ve savaşlar. Merhamet içimizde bir yerlerde sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturan ve bizi en temel halinde insanlığımıza geri çağıran bir duygu. Verecek hiçbir şey yoksa bile elinde, kardeşinin acısı için kendini verebilir, kendi ruhunu, dostluğunu, kardeşliğini ikram edebilirsin.

 

Dünya merhamet eksikliğinden can çekişiyor. Ondan mahrumiyet bizi görünür ve görünmez biçimlerle yok ediyor. Çevre kirlenmesi, yoksulluk, önyargı, şiddet ve savaşlar. Merhamet içimizde bir yerlerde sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturan ve bizi en temel halinde insanlığımıza geri çağıran bir duygu. Verecek hiçbir şey yoksa bile elinde, kardeşinin acısı için kendini verebilir, kendi ruhunu, dostluğunu, kardeşliğini ikram edebilirsin.

Merhamet, sempati ve acıma duygularını aşar. Dünyayı bir başkasının gözüyle görmenin nemenem bir şey olduğunu gerçekten anlamamızı sağlayan bir empati duygusunu içerir. Merhametli bireyler, merhameti eyleme dökmek için gerekli zaman ve zemini ayırır, sadece onu dillendirmekle iktifa etmezler. Merhamet, senin mutluluğun olmazsa, benim de mutlu olamayacağımın bilgisidir. Sadece kendi refahına odaklanmış insanların erişemeyeceği bir bağış, bir ödüldür.

Eric Hoffer, “merhamet ruhun panzehiridir” diye yazmıştı, “merhametin olduğu yerde en zehirli hamleler dahi nispeten zararsız kalır.” Hayatlar, merhametin ve onun iyileştirici güçlerinin farkına varmakla dönüşür. İnsan, kendi sınırlarının ötesinde bir alana gittiğinde, sadece kendisi için değil başkaları için de var olduğunu hissettiğinde çok daha güçlü bir canlılık hissi tecrübe eder. Mutluluğun pek çoğu, bir kalbi olmaktan kaynaklanır. Ancak bir kalbi olanlar, merhamet edebilenler mutluluğu gerçek manasıyla tecrübe edebilir.

Modern çağda pek çoğumuz hayatı, ‘yaşamıyor gibi’ yaşıyoruz, duygular küntleşmiş, canlılık fevkalade azalmış bir biçimde ufukta bizi bekleyen hiçlikten umarsızca kaçmaya çalışıyoruz. Hayata narsistik yaklaşımın en önemli veçhelerinden bir tanesi ölmüşlük hissi. Ruh sağlığı uzmanları günümüz kültürel şartlarında iyiden iyiye aşikâr olan bir ‘ruh ölümü’nden bahsediyor. Çoğu zaman bu durum sıkıntı şeklinde tecrübe ediliyor ve Batı dünyasının karşı karşıya geldiği en yaygın hastalık halini alıyor.

Sıkıntı, herhangi bir şey hissetme kabiliyetini inkâr eder. Kronik sıkıntı adeta Batı kültürüne hastır. Paylaşılmış etkinliklerin, yüz yüze iletişimin, geniş aile etkileşiminin, toplumsal katılımın ve anlam sağlayan diğer manevi ve sosyal çabaların yaygın olarak bulunduğu geleneksel toplumlarda sıkıntı pek tanıdık bir duygu değildi.

Martha Nussbaum, Batı düşüncesinde merhamete karşı olumsuz bir eğilim olduğunu yazar. Merhamet, etik davranış için güvenilir bir rehber telakki edilmez. Merhametin gözü kördür, bilinç ve etik davranışa evrensel bir rehber olamayacak kadar özneldir. ‘Zayıf’tır, bireyi adalet için sıkıdüzen çalışmaktan alıkoyar. Oysa yakın zamanlı bilimsel çalışmalar, merhametin ruhumuza adeta kodlanmış olduğunu, ‘ayna sinir hücreleri’nin ötekinin ıstırabını yaşa(t)maya hazır beklediğini bize gösteriyor.

Üstelik merhamet gayret ve çalışmayla da geliştirilebiliyor. Bu ahlaki duygu, anne ve babaların çocuklarına yeterli tepkiyi verdiği, onlarla oynadığı ve onlara dokunduğu ortamlarda daha fazla gelişiyor. Bir çocuk başkasına zarar vermemeyi şiar edinen bir empatik tarzı yine duygusal açıdan besleyici aile ortamından edinebiliyor. Akşam yemeğinde veya yatak başı masal veya hikâyelerinde merhameti ana motif olarak sunmak, çocuklarda bu duygunun gelişimini hızlandırıyor.

Merhamet, kuvvetli bir duygu ve ihtiyaç/ıstırap içinde olanlara ruhumuzun frekansını ayarlayabilmemiz demek. Cesur eylemlerin kaynağı, hem sinir sistemlerimize gömülü, hem de genlerimize adeta şifrelenmiş durumda. İş, onu açığa çıkaracak doğru zeminleri, doğru eğitim programlarını ve eğitimleri sağlamakta.

Hepimiz bir merhamet yorgunluğundan mustaribiz. Toprağa ve insana merhamet etmeyi unutmuşuz. “Etik, epistemolojiden önce gelir” demişti Levinas, “ötekinin tanınması ve geçerli kılınması, sorgu sual edilmesinden önce gelir.” “Gelin tanış olalım” demişti koca Yunus.

 

MUHABBET VE MERHAMET YOKSA AHLÂK YOKTUR

 

Istırapta eşitlik yoktur. Karşımda acı çeken insan için duyduğum merhamet, beni ona yakınlaştırır. Ama yine de ben ondan ayrıyım. Merhamet, bir kişiye eşduyum göstererek onunla özdeşleşmek demek; onun benden apayrı olduğunu bilerek. Gövdem ona bitişik değil, ama ruhumun ona açılan bir penceresi var. Onun başına gelen hepimizin başına gelebilir, benim de başıma gelebilir.

Evet, ıstırapta bir eşitsizlik var, ama merhamet bana ıstırap ihtimalinin eşitliğini öğretiyor. Merhametin hükümferma olabilmesi için her bireyin insanlığının eşit değer taşıdığı bir dünyaya inanmamız, bu değere saygı duymamız gerek. Merhamet sahibiysem, benim değil senin yaşadığın şeydir beni etkileyen; beni duygulandıran senin yaşantılarındır. Merhamet sahipleri, diğerinin yaşadığı ıstırabın ne kadar acı verici olduğunu tahayyül edebilen insanlardır. Merhamet sahipleri ötekinin acısıyla acı duyan ve onun ıstırabını dindirmeye soyunan soylulardır.

Ve adalet ancak merhametle kaimdir. Etrafımızda ıstırap çeken insanlarla nasıl ilgilendiğimiz, kalbimizi onların iniltisine ne derece açtığımız, ruhumuzun ve içinde yaşadığımız toplumun ne ölçüde sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Hayatı benim hayatımdan çok farklı olan “onu” dinlemeye değer buluyor muyum? Istırap çekenlerin sesini en dikkatli, en duyarlı halimle dinlemeliyim ki, onun ihtiyaçlarını anlayabileyim. Dosta varmak, dost için orada olmak eylemi kayıplara karışıyor. İnsanların ihtiyaçlarını, onların hikâyelerini dinlemeden bilemeyiz. Bir insana kulak kesilmeden, onun da saygın bir varlığı olduğunu, yaşadıklarının sahiciliğini, öyküsünün yürek yakıcılığını keşfedemeyiz.

 

ZULÜM VE MERHAMET BİRBİRİNİN ANTİTEZİ

 

Merhamet, diğer insanlar, diğer canlılar için dünyayı emin bir yer kılmaktır. Onların hürriyet içinde gelişip serpilmesine omuz vermektir. Zulüm kendisinden saymadığını yok etmek, onun acısına kayıtsız kalmak, onun acısından haz durmaktır.

Ahlâkî yaşantı, insanlığımızı tanımlayan ve dünyamızı gerçek kılan her şeydir. Ahlâk dünyamızı gerçek kılar, çünkü sadece gerçek dünyada acı vardır. Gerçek dünyadaki haksızlık can yakar. Başka birisine acı verebileceğimin bilinci beni ahlâklı davranmaya iter. Öteki sesleri dinleyebilmek, öteki sesleri içine alarak zenginleştirmek ve geliştirmek, insanın tekâmülü için olmazsa olmazdır.

Ümidi diri tutan şeylerden biridir merhamet. Merhamet, bir başkasının ıstırabına kişinin kendisini açmasıdır, o ıstırabı dinleme arzusudur.

Merhamet sadece bir şeyler vermek demek değildir. Karşımızdakini insan olarak tanımaktır merhamet. Onu tanımak ve onun tarafından anlaşılmak ile ilgilidir merhamet. Kendini dışarılıklı sayana elini uzatmaktır merhamet ve onu konuşma halkasının içine almaktır. Merhamet, insan onur ve saygınlığının çiğnenmesine karşı durmaktır; o insan bizden olmasa da.

 

PEKİ, MERHAMET DUYGUSU NASIL GELİŞTİRİLEBİLİR?

 

1. Dinlemek:

Karşımızdaki insanının acısının, bizim de canımızı yakması gerekmektedir. Yaşamın, varoluşun getirdiği bir yükümlülüktür bu. Merhamet, bu noktada kendini belli eder. Karşısındakinin acısını azaltmak için taşın altına elini koyar insan. Ancak öncelikle dinlemeyi bilmek gereklidir. Harekete geçmeden önce, karşındakini varlığının tümüyle dinlemek, ona odaklanmak, onu anlamaya çalışmak gereklidir. Karşımızdaki insan dinlemenin bir faydası olmayacağını düşünebilir zaman zaman. Ancak hakikat öyle değildir.

Bir başkası tarafından dinlenmek, anlaşılmaya çalışılmak en büyük ilacıdır ıstırabın. İnsan o zaman bir başkasının kendisine değer verdiğini, kendisi için çabaladığını fark eder. Dinlemek, en büyük paylaşım, en iyi müdahaledir böyle zamanlarda. Böyle zamanlarda kişi karşısındakinin sesine odaklanmalıdır ve kendi iç seslerini susturmalıdır. “Ben” aradan çıkmalıdır ötekini dinlerken. Hedef, sadece anlamaktır; karşıdakinin ıstırabını hissetmektir.

 

2. Küçük hedefler:

İnsan karşısındakini anladıktan, onu tamamıyla hissettikten sonra harekete geçmelidir. Karşısında duran insanın ıstırabını hafifletmek için yapılabilecek bir şeyler elbette vardır. Büyük hedefler, ulaşılması güç amaçlar hem gerçekleşmesi zor ve zaman alan hedefler olabilir; hem de yeri geldi mi mümkün olmayabilir. O vakit, bir başkasının ıstırabını hafifletebilmek için atılabilecek küçük adımlardan başlamak gerekir. Büyük hedeflere gözünü dikmek, onları gerçekleştiremeyecek insanlar için bir mazeret olarak sayılabilir zaman zaman. Böyle durumlarda insan karşısındakine yardım edebilecek gücünün olmadığını düşünerek kaçabilir. Ancak ötekinin ıstırabına az da olsa merhem olabilecek kadar hayattayızdır aslında. İlla ki maddi yardımlarla sorunu çözmeyi hedeflemek doğru değildir. Merhamet, kendini sadece bir şekilde değil, bin bir şekilde dışarı vurabilir.

İnsan bir başkasına Karun’un hazinelerini bağışlayamaz, ancak gücü yettiğince bir eksiğinde ona destek olabilir. Bir çocuğun başını okşayabilir mesela, dertli olanın ellerini tutabilir, sırtını sıvazlayabilir. Bildiğini öğreterek paylaşabilir zenginliğini bir başkasıyla. Belki şehirler dolusu insana yardımcı olamaz kimse, ancak o şehirde yaşayan bir dertli insana yardımcı olabilir muhakkak. Büyük hedefler seçerek onları gerçekleştiremeyeceğine inanmak, ancak yalan bir savunmadır. Merhamet, en küçük adımda bile kendini belli edecektir. Istırap çeken, onun bu haline dahi ihtiyaç duymaktadır.

 

3. Olduğunuz Yerden Başlayın:

Bir başkasının acısını dindirmek için gözünüzü çok uzaklara dikmenize gerek yok. Elbette, mümkünse uzak mesafelere de elinizi uzatmalısınız. Ancak yardım etmeye şimdi olduğunuz yerden başlayabilirsiniz. Pek çoğumuzun oturduğu semtte yardıma muhtaç insanlar var ve onlar bizlerin merhametini bekliyorlar. Her gün yürüdüğümüz yolda bizden merhamet dileyen kim bilir ne kadar göz var. Sadece insanlar değil, hayvanlar ve bitkiler dahi bizlerden merhamet bekliyor. Onlara verebileceğimiz bir tas su, bir parça yemek bile çok değerli. Onların acısını, açlığını ve üşüyüşünü görmezden gelmek, varoluşun sebebini arayan kalpler için mümkün olamaz.

Tamahkâr bir gözle ve doymak bilmez bir istekle daha çok yemek yemek için çalışmaktan ve müsrifçe yenmeyen yemekleri atmaktansa, hepimiz sadece ihtiyacımız kadar olanını kendimize ayırıp geri kalanını onlarla paylaşabiliriz. Bir başka canlının açlığına seyirci kalmaktansa, etrafımızdaki insanları ve lokantaları da yemeklerini onlarla paylaşmaları için teşvik edebiliriz. Merhamet, böylece gittikçe büyüyen bir kartopu gibi devleşecektir. Yakında bir yerlerde başlayarak ve diğer insanları da teşvik etmeye çalışarak bunu başarabiliriz.

 

4. Gözlerinizi Istıraptan Kaçırmayın:

Acıyı görmemek için gözlerinizi acı çeken insandan kaçırmayın. Ondan kaçmak asla çözüm olmayacaktır. Ona yaklaşmak, o acıyı var olan bütün halleriyle, renkleri, görüntüleri ve sesleriyle hissetmeye çalışmak önemlidir.

Aksi halde gözlerimizi acıdan çevirerek, onun ne beter bir dert olduğunu gerçekten anlayamayız. Öteki insanın nasıl bir acı çektiğini anlayamazsak, ona yardımcı olmaya gerçekten çabalamayız. Televizyonda savaş ve açlık görüntülerini izlemekten kaçarak, insanlara ve hayvanlara yapılan işkencenin görüntülerini kapatarak kendimizi rahatlatamayız. Duymamaya, görmemeye, hissetmemeye çalışmak sadece korkaklık olur. Merhameti yüreğinde taşıyan insan başını öte yana çeviremez. Aksine ıstıraba daha da sokulur, daha da yaklaşır.

 

5. Kendinizi Küçümsemeyin:

Tek başınıza yapabilecek pek fazla bir yardımınız olmadığını düşünebilirsiniz. Kendinizin bu dünyada bir etki yaratamayacak kadar güçsüz olduğunu kabul etmiş dahi olabilirsiniz. Ancak gerçekte bir tek insan bile çok büyük etkiler yaratabilir; çok büyük değişikliklere sebep olabilir. Neler yapabileceğimizi, nelere yeteneğimiz olduğunu, insanlara hangi şekilde yardım edebileceğimizi öğrenmemiz gerek.

İmkânlarımızı net olarak bilmeliyiz ve o imkânlara göre hepimizin yapabilecek bir şeyleri olduğunu kabul etmeliyiz. Sadece kendi gücümüzü ve yapabileceklerimizi değil, eşimizle, dostumuzla, ailemizle, akrabalarımızla ve toplumumuzla birlikte neler yapabileceğimizi düşünmemiz icap ediyor.

Tek başımıza olmaktan ziyade, bir bütün olarak neler yapabileceğimizi düşünmeliyiz. Merhameti sadece var saymak ve onu hissederek ama hiçbir girişimde bulunmayarak yaşamak doğru değil. Bu yüzden seçeneklerimizi belirlemeliyiz.

 

6. “Ben”in Yokluğu:

Merhamet, ancak kişinin kendi çıkarlarını düşünmediği bir durumda var olabilir. Istırap içindeki insana bakarken, onu dinlemeye, ona yardım etmeye çabalarken kişinin kendi beklentilerini halen yanında tutuyor olması, bu yardımın gerçeklikten uzak olmasına sebep olacaktır. Halen kendi çıkarını, menfaatini düşünen insan, ötekinin acısını henüz anlayamamış; ona kulak kabartamamış demektir. Bu durumda ona yardım etmek demek, bu yardımın karşılığında kişinin bir şekilde kendini tatmin etmesi demek olur. Beklenti halen vardır. Merhamet, bu ortamda asla var olamaz.

Öyleyse kendi çıkarımıza en ufak bir getirisi olan herhangi bir yaklaşım ve müdahalenin kesinlikle merhametle alakası yoktur. Yardım etmek isteyen, karşısındakinin acısını hafifletmek isteyen, kendi benliğini bir müddet bu birlikteliğin dışında tutmalıdır.