TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir İlkbahar Sabahı Güneşle Uyandın mı Hiç?..

Kış geçti, cemreler bir bir düştü. Artık sarıçiçekler yol kenarlarında baharın gelişini müjdeliyor. Erik ve badem ağaçları çiçek açtı; ovalar ve yaylalar gelincikler, papatyalarla donandı.

Kış geçti, cemreler bir bir düştü. Artık sarıçiçekler yol kenarlarında baharın gelişini müjdeliyor. Erik ve badem ağaçları çiçek açtı; ovalar ve yaylalar gelincikler, papatyalarla donandı.

Her mevsimin kendine özgü güzellikleri vardır lakin bahar bir başkadır. İlkbahar, bitkilerin toprak yüzüne çıktığı, ağaçların yeşerdiği, hayvanların inlerinden, kuşların yuvalarından çıkıp dünyayı şenlendirdiği bir mevsimdir. Mahlûkatın yeryüzünü şenlendirdiği bu mevsim, adeta canlılar âlemi için bir bayram havasında gelir.

Bu mevsimde, yeryüzünde müthiş bir değişiklik ve bir yenilenmeye olacak. Bu değişimi görmek için, şu baharın şu güzel gününde, güzel çiçekli bir tepeye çıkıp etrafı seyran etmek, tefekküre dalmak gerekir. İşte o zaman insan, kışta harap olmuş o bitkilerin bir mucize gibi yeniden dirildiğine şahit olacak, âdeta bu kupkuru çöl gibi olan tepelerin rengârenk çiçekler açtığını gözleriyle görebilecektir. 

Dr. Bekir Mutlu’nun dillerden düşmeyen şu mısraları ne güzel de anlatıyor böyle bir bahar sabahını bizlere: 

“Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç. 

Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç. 

Bir his dolup içine uçuyorum sandın mı hiç…”

Toprakta inanılmaz bir telaş vardır baharda. Kışın toprağa sığınmış tohumlara can verilir baharda. Atılan tohumlar çimlenir, filizlenir, bahçemizde sarmaşıklar büyür, yeşil bir kez daha sarar bizi baharda. Çayırlar, meralar ve çimenler gelen bir emirle yeryüzünü gönüllerince yeşile boyama sevdasına düşerler.

Mahlûkatın bir çeşit bayramı olan baharla birlikte çiçek açan her bir ağaç, yeşillenmiş o incecik dallarına en güzel süslü elbiselerini giyerek, en güzel kokularını sürerek biz şuur sahiplerinin önünde bir nevi resmigeçit yaparlar. Üzerlerindeki sanatı ve sanatkârının maharetini göstermek için çaba gösterirler. Tüm bu harikalıklar karşısında biz insanoğluna düşen de bu sanatı ve sanatkârı görüp alkışlamak değil mi!..

“Bu bahar, yeniden doğup yeniden yaşamak için çiçek açmış bir ağacın yollarını kollayın ve yollara koyulun. Haydi durmayın. Bahar mektupları okunmayı bekliyor. Haydi!..”

“Önce pencereye, sonra balkona, sonra da kapıyı aralayıp “vınnn” diye bahçelere, kırlara çıkalım, açılalım ki içimiz de açılsın. Dertlerimiz, kederlerimiz, ne varsa dağılsın, saçılsın. Hayatımızda yeni bir sayfa açılsın.” diyen rahmetli Selim Gündüzalp’in bir hatırasının tam yeridir. O hatırayı tekrar hatırlayalım:

Geçen sabah lokantacımız ve ders arkadaşımız Ahmet Bey’in mekânına yolumuz düştüğünde, başımı dükkândan içeriye uzatıp dostları dışarıya çağırdım:

“Koşun koşun” dedim. Kim varsa hepsi koştu, geldiler.

“Ne var? Ne oluyor?” dediler.

“Bakın” dedim heyecanla ve yolun tam karşısındaki kocaman erik ağacını gösterdim. “Bakın şuna nasıl da çiçeklenmiş!.. Bembeyaz elbiselere bürünmüş adeta bize sesleniyor.”

Baktılar ve “Amaaan…” dedi bazıları.

Bazıları da hayretle ve takdirle karşılayıp “Maşallah” dediler.

Bu güzelliğin, bu sanatın milyarda birini kendi yapabilseydi insan, çağırıp herkese gösterme gayretine girmez miydi? Öyleyse neden Allah’ın sergilediği bu güzellikleri seyre koşmuyoruz ve bu harika eserler karşısında niye hayretimizi paylaşmıyoruz?