TR EN

Dil Seçin

Ara

Kıbrıslı Çocukların Gurbeti

Kıbrıslı Çocukların Gurbeti

Amerika’da konferans, Japonya’da teknik inceleme derken Yavru Vatanımız Kıbrıs’a planladığım ziyaretim gecikmişti. Oraya gitmek üzere bindiğim uçakta, Kıbrıslı bir amca ile sohbet ettik. Kıbrıs’ta trafiğin sol şeritten aktığını, akşamları petrol ofislerinin kapalı olabileceğini, bankaların yarım gün mesai yaptıklarını hatırlattı bana. “Bunlar İngilizlerin hediyesidir adaya. Hâlâ sürüp gidiyor…” diye dert yandı.

Amerika’da konferans, Japonya’da teknik inceleme derken Yavru Vatanımız Kıbrıs’a planladığım ziyaretim gecikmişti. Oraya gitmek üzere bindiğim uçakta, Kıbrıslı bir amca ile sohbet ettik. Kıbrıs’ta trafiğin sol şeritten aktığını, akşamları petrol ofislerinin kapalı olabileceğini, bankaların yarım gün mesai yaptıklarını hatırlattı bana. “Bunlar İngilizlerin hediyesidir adaya. Hâlâ sürüp gidiyor…” diye dert yandı.

Belli ki tüm bunlara canı sıkkındı! Adadaki birçok sorunun kaynağı olarak da bu kalıntı âdetleri gösteriyordu. “Çalışmak ve üretmek önceliklerimiz olmalı” diye çözüm önerilerini peşinden ekledi konuşmasının sonuna.

Kıbrıs’ta denizin o tertemiz güzelliğine diyecek yok. Sanayi olmayınca doğal yapı olabildiğince korunmuş. Sahildeki güneş ışıkları her kum tanesinde bir başka renkle aksediyor. Deniz, kum ve güneşin en güzel birlikteliği her halde buradadır diye düşündürüyor insanı.

Ancak dikkatlice bakıldığında eksiklikler görülüyor. Başka ülkelerde gördüğüm turizm alt yapısı burada yok. Sahil yolu projesi başlayacak ilanları göze çarpıyor.

Kıbrıs’ın kalabalık sokaklarına girdim bir akşam vakti. Alabildiğince ışıklandırma dikkat çekiyor. Yalancı bir zaman akıyor sanki sokaklarda. “Bir toplumun durumunu sorgulamak isterseniz, caddelerinde dolaşın” derler. Ben buna marketlerini de ekliyorum. Her zaman söylerim. “Alışveriş sepetine ilk koyduğunuz sizin için öncelikli olandır” diye. Evet, Kıbrıs’ın marketlerinde alışveriş yapanları da gördüm, sepetlerine öncelikli olarak ne koyduklarını da; gördüğüm manzara hiç de iç açıcı değildi.

Şimdi benim aklıma başka bir kardeş ülke geliyor. Hani bir dönem onlar için sinsice bir politika hazırlanmıştı; Türk nüfusunu azaltmak için alkol bağımlısı yapmak. Sudan ucuz verdiler alkolü, bazen de bedava bıraktılar kapılarının önüne. Ne müthiş tahribattı o öyle! Ancak plan yapanların hesaplayamadıkları bir gerçek vardı. Tüm mevziler dağıldığında, o her zaman var olanı unutmuşlardı. Evet, Yüce Yaratıcı o toplumu yok olmaktan korumuştu. Nasıl mı? Yeni bir nesil gelmiş ve alkole savaş açmıştı. Babalar ile çocukların sofraları ayrılmıştı bu yüzden. Evet, reçete acıydı, ama başka çaresi de yoktu!

O güzel Kıbrıs’ın ışıklı sokakları karanlık gelmeye başladı bana. Caddelerde dolaşanlar meselesiz ve gerçeksiz dolaşan insanlardı. O büyük Şair’in “kupkuru kelle” dediği türden sanki! Eskilerden kalma bir camiye attım kendimi. Şehitlerimiz gözümün önüne bir bir gelmeye başladı. O anda caminin penceresinde iki çocuk belirdi. Biri sesleniyor “Bak işte tespih burada” diye. Çıkışta bahçedeydiler. Sanki konuşmak ister gibi bakıyorlardı.

O kardeş ülkedeki gençler geldi yine aklıma; bu gençler acaba oradaki gençler miydi? Biraz büyükçe olanı nereden geldiğimi inceden inceye sordu. Tanıştık. İsmini sordum “Abdurrahman” dedi. Anlattıklarına bakılırsa Abdurrahman’ın derdi vardı. “Ben Cami’de namaz kılıyordum. Ama artık kılmıyorum” dedi. “Hayırdır, Abdurrahman ne oldu?..” Başına gelenleri anlattığında ona dedim “O yaşlıdır, sen aldırma. Belki senin yaramazlığını kaldıramamıştır.” Abdurrahman ısrarla “ben bir şey yapmadım, o bana vurdu, yere düştüm” diyordu. “Olmuş bir kere sen yine de camiye küsmemelisin” diye sakinleştirmeye çalıştım.

Abdurrahman söylemek istediklerini sanki tam anlatamadı ya da ben anlayamadım. Beni ikna edemeyeceğini düşünmüş olmalı ki bir süre sustu. Sonra başını kaldırdı ve: “Biliyor musun? Babam başka çaresi yok diyor” dedi, “ben Türkiye’de Kur’an öğreneceğim” diye ekledi. Kafam karışmıştı, ne diyordu bu çocuk!.. Anlattığına göre babası bu konuda hazırlık yapmış. Abdurrahman’ı da gitmekte kararlı gördüm. Yaşı daha küçük olan Yasin, “Biz de belki Kütahya’ya gideriz” dedi. İçim burkuldu. Bu çocuklar “yaşadıkları toprağa, Yavru Vatan Kıbrıs’ımıza” yabancı olmuşlar diyerek ayrıldım yanlarından. Gönlümle birlikte tesbihimi de bıraktım onlarda.

Kıbrıs’tan döneli daha on gün olmuştu ki, haberlerde, Kıbrıs’taki sendikaların Yaz Kur’an Okullarına baskın yaptıkları, çocukları zorla dışarı çıkardıkları anlatılıyordu. Dizlerimin bağı çözüldü. “Eyvah” dedim. “Abdurrahman bana bunu söylemeye çalışmıştı galiba! Yavru Vatan’a İngilizlerden kalan sadece trafiğin soldan akması mı acaba, diye düşünmeye başladım.