TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsan Bu Mu?

Materyalizmi—ki bilim değil bir ideolojidir—katı bir taassupla tartışmasız bir doğru olarak kabul eden Batı dünyası, varlık âlemini madde (veya daha geniş anlamıyla madde-enerji) ile sınırlamıştır. Tartışma üstü bilimsel bir gerçek olarak sunulan, ama hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu ön kabule göre, var olan her şey hidrojen, oksijen, karbon ve azot gibi yüz küsur elementten ve elementlerin kimyasal reaksiyonlarıyla meydana gelen moleküllerden oluşmuştur.

 

Bir torba atom musunuz?

 

Pozitif bilimlerin de platformunu oluşturan bu görüşe göre insan, bir torba atomdan başka bir şey değildir. Yani ölü bir insan cesedi ne ise, malzeme olarak canlı bir insan da odur. Tabi bu bakış açısıyla hayat, şuur, irade, sevgi, şefkat vs. gibi maddede pırıltılarıyla görülen, ama maddeden kaynaklanması mümkün olmayan esrarengiz vasıfları anlamak mümkün değildir. Bunun sonucu olarak materyalist felsefe, bir dizi muammayı bünyesinde barındırmak zorunda kalmıştır.

Örneğin bir çok bilim insanı hayatın “hiçbir zaman anlaşılamayacak bir fenomen” olduğu görüşündedirler. Çünkü onlar da görüyorlar ki, madde dükkanlarında hayat diye bir unsur yoktur ve hayat sihirli bir tarzda belli varlıklarda yansıyan, nereden geldiği belirsiz, görülmeyen manevî bir “ışık”tır. İrade hakkındaki belirsizlik de determinizme ve karşıt felsefî akımlara sebep olmuş ve derin fikir ayrılıklarına yol açmıştır.

 

Evrim hayatı anlamsız yapıyor

Materyalist felsefe, büyük patlama sonrası parçacık bulutlarından atom, hücre ve en nihayet insan gibi akılları durduracak harikalıkta varlıkların ortaya çıkmasını bir tesadüfler silsilesine bağlamış ve bunu sistematize eden evrim teorisine bir can simidi gibi sarılmıştır.

Tatlı cadı dizisinde sihirli güçlere sahip olan Sementa’nın, bir dokunuşla insanı kurbağaya çevirdiği gibi, sihirli evrim değneği de bir dokunuşla kurbağayı insana çevirmiştir. Tabi evrimciler perde olarak sihirbazların siyah örtüleri yerine uzun bir zaman dilimini kullanırlar.

Maddeye dayalı düşünce sistemine göre, tesadüfen ortaya çıktıkları için, insan dâhil hiçbir varlığın bir anlamı yoktur, ve dünya bir anlamsız ve gayesiz varlıklar yığınıdır.

 

Hedefi sadece menfaat ise insan hayvanlaşıyor

Kendini tesadüfen varlık âleminde, gayet hâkim bir pozisyonda, canlı ve üstelik akıllı olarak bulan “şanslı varlık” insanın, bu dünyada yapabileceği en akıllı şey, haliyle ölüp yok oluncaya kadar geçen süre içinde gününü gün etmek, ve kendine mümkün olan en yüksek seviyede maddî menfaat ve haz sağlamaktır. Bu düşüncedeki bir kişi menfaatini ve haz kaynaklarını korumak için gerekirse başkalarıyla kavga eder, ve hatta menfaati gerektiriyorsa onları yok eder. Yani materyalist görüşe göre insan, akıllı bir vahşi hayvandır. Vahşet ve tecavüzü sınırlayan ve işbirliği yapmaya zorlayan temel dinamik de ortak menfaatlerdir.

Bu hayat görüşünü en katı haliyle benimseyen bir toplumda, kadın-erkek eşler dâhil herkesin birbiriyle kavgalı olması, birbirine şüphe ile bakması, ve birbirlerine karşı menfaatlerini koruma mücadelesi içinde bulunması doğaları gereğidir. Çünkü bu bakışa göre hayat bir “kavga”dır. Kavgacı bir ortamda mutlu olmak ne kadar mümkünse, bu bakış açısının insana vaadettiği mutluluk da ancak o kadar olabilir. Evet, hayat sigortası parasını almak için eşini, ve erken mirasa konmak için ana-babasını öldürenler bile vardır; bu insanları işte bu maddeci felsefeler yetiştirir.

 

Allah’a iman insanı insan yapıyor

Materyalist felsefe ışığında çizilen bu insan profili gerçekten ürkütücüdür. Ama çok şükür ki bu profil gerçek dünyada gördüğümüz insanlarla pek uyuşmamaktadır. Bunun da iki sebebi vardır: Birisi, her şeyin madde olduğu ve insanın bir tesadüfler zinciri sonucu rastgele ortaya çıktığı görüşünün günlük hayata pek yansımaması. Diğeri de semavî dinlerin insanlık âleminde yerleştirdiği ve insanların da bilerek veya bilmeyerek benimsediği moral değerlerdir.

Yukarıda çizilen vahşi insan profili, materyalist felsefeyi tam benimsemiş ve maneviyattan tamamen soyutlanmış bir insanın varacağı uç noktayı göstermesi açısından önemlidir, ve sorumlu konumdaki kişiler bundan ders çıkarmalıdır.

Eğer mevcut maddeleşme süreci devam eder ve manevî çoraklık müzminleşirse, insanlığı öyle tehlikeler beklemektedir ki, küresel ısınmanın sebep olabileceği düşünülen yıkım bunun yanında çok hafif kalır. Ateistler dahi böyle bir ihtimalden tedirginlik duymakta, ve dünyaya yönelik uluhiyetsiz evrensel bir din olarak, etik değerler sisteminin hayata geçirilmesini kuvvetle savunmaktadırlar. Çünkü dünyadaki uzun vadeli ortak menfaat ve huzur, insanî değerlerin, yani fazilet üzerine bina edilmiş bir hayat tarzını gerektirmektedir.

Güzellik ve narinlik gibi madde-dışı vasıflar, madde-dışı bir ruhun varlığını baştan reddeden ve insanları bir torba atom olarak gören materyalist felsefe için anlamsız şeylerdir. Bu felsefeye göre temel maddî ihtiyaçları karşılanan ve yaşamını sürdürebilen sağlıklı bir insanın gayet mutlu olması lazımdır—aynen yiyecek ve barınak ihtiyaçlarını gideren hayvanların hallerinden memnun oldukları gibi. Ancak bu felsefî görüş temelinde, birlikte yaşamaya dayalı komünist rejimlerin insanları mutlu etmemesi ve birbiri ardına çökmesi, bu yaklaşımın hiç de geçerli olmadığını ve gerçek insan mahiyetini yansıtmadığını göstermiştir.

Görülüyor ki, insanı tanımakta materyalist felsefe sınıfta kalmıştır. Bu haliyle insanları hakikatsiz yollarda heder etmektedir. Öyleyse mutluluğu ve huzuru arayan insan, yaratılanların vehimlerine değil, Yaratanının keremine ve vahyine yönelmeli.