TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Efemine Vak’ası / Rehberlik Terapileri

Biz büyükler küçükleri hep sevimli yaratıklar olarak görürüz. Öyledirler de. Ama okul çağına eriştiklerinde, kendi aralarındaki ilişkilere baktığımız zaman, küçümsenmeyecek bir sertlik ve şiddet de görülür. Pek çok öğretmenin de tespit ettiği gibi, öğrenciler kendi aralarında epey acımasızdırlar. Burada şiddetten kastım, sadece fiziksel şiddet değil elbette. Özellikle dışlama ve oyun grubuna almama gibi psikolojik şiddet de burada iş başındadır. Peki bu şiddetin bir anlamı var mıdır?

Doğrusu, evet. Okul çağı çocukları, hemcinsleri arasında kurdukları arkadaş grupları içerisinde belli dozda bir rekabeti hep canlı tutarlar ki, o rekabet onları gelişmeye zorlasın. Hem bu rekabet sayesinde, arkadaşları arasında kendi seviyesini görme imkanı bulurlar. Aralarından biri ya da birkaçı, grubun lideri olur. Daha fazla sayıdaki çocuk ise grubun orta kademe elemanlarını oluşturur. Az sayıda, genellikle bir ya da iki kişiden oluşan çocuğa gelince, onlar da grubun alt kademesini oluştururlar.

Bir bakıma, futbol takımının kenarda oturttukları oyuncuları gibidir bunlar. İhtiyaç olmazsa, grubun dışına itilirler. Eğer şansları yaver giderse, kaleye geçirilirler.

Futboldan örnek veriyoruz ama boşuna değil... Erkek öğrenciler açısından orta ve son çocukluk döneminin favori etkinliği, futboldur. Futbolu bilmeyen ya da iyi oynayamayan bir erkek çocuğun, diğerlerinin gözünde iyi bir yerlere gelebilmesi için gerçekten çok dikkat çekici başka yeteneklere sahip olması gerekir. Ama yine bu yetenek de, erkeğe has güç gösterisi ve yeteneğini barındırmalıdır. Örneğin, erkek çocuklar çok iyi flüt çalıyor diye arkadaş grubuna alınmazlar. Olsa olsa kendileriyle alay edilir.

Kendisiyle alay edilen çocuğun, diğer çocukların gözünde bir yerlere gelebilmesinin en kestirme yolu, onlara güçlü olduğunu göstermesidir. Eğer bunu yaparsa, kendisine yönelen alaycı sözler son bulur. Ne de olsa, erkekler dünyasında güç daima önemlidir.

Güç (fiziksel güç), bu yaşlarda o kadar önemlidir ki, erkekler ile kız grupları arasında da buna göre bir hiyerarşi oluşur. Erkek grupta çoğu kere dışlanmanın sebebinin “kız gibi olmak” olması, boşuna değildir.

Özellikle 8-14 yaş aralığında, yani son çocukluktan ergenliğe adım atarken, arkadaş grubundan dışlanmak neredeyse hayatın dışına itilmekten farksızdır. Bu yüzden, böyle bir muameleye maruz kalan çocuk büyük acılar çeker.

Arkadaş grubundan kız gibi olduğu gerekçesiyle dışlanmış olan Emre de büyük acılar çekiyordu. Bunu hem kendi gözlerinden, hem de şu anda odamda karşımda oturan annesinin sözlerinden anlayabiliyordum.

Annesi, bu konuda, Emre’nin arkadaşlarını suçluyordu. Ona göre arkadaşları Emre’ye büyük bir haksızlık yapıyorlardı. Emre son derece iyi bir çocuktu. Evde annesinin sözünden çıkmazdı.

Fakat Emre’nin annesinin anlayamadığı şey tam da buydu. Arkadaşları Emre’yi fazla hanım evladı buluyorlardı. Ayrıca arkadaşları için Emre ile ilgili çok daha başka bir sorun vardı.

Emre, iyi futbol oynayamaması yetmiyormuş gibi, oyun arkadaşları olarak kendisine kızları seçiyordu. Buna birkaç defa tanık olununca, arkadaş grubundan çıkarılması için uygun zemin oluşmuştu.

Annenin söylediklerini bir süreliğine erteleyerek, bu konu üzerinde düşünmeye başladım, yani Emre niçin arkadaş olarak kızları seçiyordu? Bu soruya doğru bir cevap bulursam, denklemi çok daha doğru çözebilme imkânım olacaktı.

Efemine diye tabir edilen davranış seti, genellikle öğrencinin çocukluk yıllarının kadınlar arasında geçmesinden kaynaklanır. Başka bir yönüyle, erkek çocuk babasıyla çok sınırlı bir paylaşımda bulunmuştur.

Baba, işlerinin yoğunluğunu bahane ederek, erkek çocuğunu eşi ve kız çocukları, hatta komşu teyzelerin arasında bırakır. Kafasında, eşini ve çocuklarını evde olmaları gereken “Benim Ailem” fotoğrafı içine koyar. Oğlunun kendisine ihtiyaç duyan erkek yönünü ihmal eder ve onu salt çocuk olarak görür. Ayağına dolaşacağı gerekçesiyle işe ve başka bir sosyal ortama onu götürmez.

Sonuç, üzüm üzüme baka baka kararır deyiminde olduğu gibi, Emre’nin biraz hanımevladı haline gelmesi olmuştur.

Kafamdaki tablonun doğru olup olmadığını anlamak için anneye çok fazla soru sormama gerek yoktu. Babanın ne iş yaptığı, akşam kaçta eve geldiği, Emre’nin tipik bir gününün nasıl ve kimlerle geçtiği gibi soruları sormam yeterliydi.

Nitekim, yanılmadığımı cevapları alınca anladım. Lokantacı olan baba, işi dolayısıyla Emre’ye, daha doğrusu ailesine yeterince vakit ayıramıyordu. Ev gündüz vakitleri bir kadınlar kulübüne dönüyor, kekler pastalar eşliğinde günler geçiriliyordu.

Anne titiz birisi olduğu için Emre’yi çok fazla sokağa da göndermiyordu. Bu şartlar, kozasını kıramamış ipekböceği misali, Emre yeteneklerini geliştirememiş, fıtratındaki erkek özelliklerini kazanamamıştı.

Ailelerin bu tip durumlara çok dikkat etmesi gerekir. Eğer baba hakikaten çok yoğunsa, onun yerini alabilecek amca, dayı gibi figürlerin devreye bilinçli bir şekilde sokulmasında fayda vardır.

Hiçbiri yoksa, hiç olmazsa, çocuğun kontrollü de olsa sokak görmesi, orada küçük yaştan itibaren erkek ortamında karşılaşması gereken rekabeti yaşaması şarttır.

Aksi halde, çocuğumuzu koruyoruz derken, onu cinsiyetinin özelliklerini sergileyemeyen silik bir şahsiyet sahibi kılabiliriz.